top of page
Ara
Yazarın fotoğrafıIlkcan Alkurt

The Man From Earth (Dünyalı) – Richard Schenkman, Jerome Bixby




ÖZET:

Zaman adı verilen, göremediğimiz, duyamadığımız, ölçemediğimiz ve test edemediğimiz, sadece şu anı yaşayabildiğimiz bir kavramın, Dünya gibi geniş bir coğrafyaya ironi yaparcasına bir evin salonu gibi küçük bir mekan içerisinde, neredeyse varoluştan bu zamana kadar, yaşam adı verilen kavramı 14.000 yıl boyunca tecrübe etmiş bir tarihçinin, anlatıcı rolü üstlenerek, alanında uzman arkeolog, biyolog, antropolog, teolog ve psikiyatr akademisyenlerle gerçekleştirdiği sohbeti ve bu sohbet içerisinde dini inanç ve bilim kavramları arasındaki çatışmayı barındıran, “The Man From Earth”, Türkçe diline çevrilmiş adıyla “Dünyalı” filmini incelemek için bu yazı kaleme alınmıştır. Ayrıca, filmde kullanılan müziğin dilimizde “Sonsuzluk” kelimesinin karşılığı olan “Forever” oluşu da dikkatlerden kaçmamıştır.

Soyadının anlamı “Yaşlı adam” olan John Oldman adındaki Tarih Bölümü akademisyeni, eğitim verdiği üniversiteden, çalışma arkadaşlarına ve öğrencilerine haber vermeden, ani ve keskin bir kararla istifa eder. John’un istifasını öğrenen diğer akademisyenler, John ile vedalaşmak üzere, yiyecekler ve içecekler ile John’un evine giderler ve John taşınma işini bitirmeden önce onunla karşılaşma fırsatını yakalarlar. John, bu beklenmedik veda ziyareti karşısında biraz şaşkın biraz da mutlu bir şekilde, çalışma arkadaşlarını evine davet eder. Arkadaşları ile istifa nedeni üzerine bir konuşma yapan John; arkeolog, biyolog, antropolog, teolog ve psikiyatr alanlarında uzman olan arkadaşlarına 14.000 yıldır dünyada yaşam sürdürdüğünü, ölüm adı verilen tecrübeyi hiç yaşamadığını, Dünya Tarihi’nin ve Dinler Tarihi’nin içerisinde var olduğunu iddia eder. Her biri alanında uzman olan akademisyen arkadaşları, John’un iddiasının çürütmek üzere çeşitli sorular sorarlar ancak John’un verdiği cevaplarla birlikte uzman akademisyenler, kendilerini çaresizlik duygusu içerisinde, anlatılan hikâyeye inanmaya başlarken bulurlar.


GEÇMİŞİNİN TANRISI:

“Geçmişinin Tanrısı” başlığının atılma sebebi, başrol karakterimiz John’un, evinde akademisyen arkadaşları ile gerçekleştirdiği sohbet boyunca, tek başına “Tanrısal Anlatıcı” rolünü üstlenmesinden kaynaklanmaktadır. Tanrısal Anlatıcı türü; anlatıcının, anlatım içerisinde yer alan olayları, olguları ve karakterlerin duygu ve düşüncelerini bilen, üçüncü şahıs rolüne bürünen kişi olmasını ifade eder. John, anlatımını dinleyen karakterlerin duygu ve düşüncelerini kesin bir şekilde bilmemekle beraber, anlatımı dinleyen karakterlerin verdikleri tepkiler ve sordukları sorular üzerinden yorum yapabilmektedir. Ancak; kendi hayatından bahsederken, gerçekleştirdiği eylemlerin çoğunu üçüncü şahıs gözüyle anlatır. Kendi geçmişinin, tarihsel gerçeklik ve dini tarih ile uyum içerisinde, kişi, olay, zaman ve mekânsal açıdan tutarlı olduğunu anlatmaya çalışır. Başlığın ortaya çıkışı ise; John’un bahsettiği kişi, olay, zaman ve mekânların, günümüz yazılı ve sözlü tarihi içerisinde var olduğu gerçeğidir. John, üçüncü şahıs rolüyle anlatan, birinci şahıs başrolüyle yaşayan, dinleyenler ise yaşanılanın bilgisine sahip olanlardır. Dini inanışa göre Tanrı; yaşanılmış ve yaşanılacak olan her şeyi bilendir ancak sadece kendi tarihinin tanrısı olan John için gelecek; diğer insanlar gibi merakla beklenilen gizemli bir yolculuktur.


EVRİMSEL YAŞAM:

John Oldman ile sohbet eden arkadaşları, John’a neden taşındığı ile ilgili sorular sormaya başladığında, John’un tarihin en eski sayfalarından bu zamana dek yaşadığı cevabını alarak şaşkınlığa uğrarlar. John, kendisini “Mağara Adamı” olarak tanımlayarak, günümüz bilimsel yaklaşımına göre “İnsanın Atası” olarak sayılan “Cro-Magnon” olduğunu ifade eder. İlk insanlar, doğal yaşamın gereği olarak avcılık ve toplayıcılık ile hayatlarını devam ettiriyorlardı. Coğrafi koşullar ve biyolojik faktörler gibi çevresel rol oynayıcılar karşısında avcı-toplayıcı insanlar, göçebe bir yaşam tarzı benimsemiş, soğuk iklimlerden daha ılıman iklimlere doğru yolculuklara çıkarak, avlanılacak hayvanın fazla bulunduğu bölgelere göç etmiştir. John, arkadaşlarıyla gerçekleştirdiği sohbette, beslenme alışkanlıklarıyla ilgili sorulan bir soruya “Doğal yaşayan doğal beslenir.” şeklinde cevap vererek, ilk insanların yaşayış ve beslenme dönemine vurgu yapmıştır. Aynı zamanda, taşınma gereksinimi açıklarken, yaşlanmadığının fark edilmemesi için taşındığını, göçebe yaşam tarzının, 14.000 yıl öncesinden bugüne hala devam ettiğini belirtmiştir. Evrimsel süreçteki gibi John’da bu sonsuzluğa uzanan hayatı boyunca, göl kenarlarında yerleşik hayata geçişi denemiş, bunun kanıtı olarak da bizlere film boyunca birkaç kez evlendiğini, hatta çocuk sahibi olduğunu söylemiştir.


HAYATTA KALMAK:

John, yüzyıllar boyu devam eden hayat yolculuğundan bahsederken, ölüm adı verilen tecrübeyi henüz yaşamadığından bahsetmektedir. 14.000 yıl boyunca hayatta kalmış bir insan… Peki, hayatta kalmak, sadece ruhun bedeni terk etmemesi anlamına mı gelir? Bu sorunun cevabı da John’un repliklerinde saklı diyebiliriz. John, kendisinin bir Cro-Magnon, Neandertal veya Homo Sapiens olduğunu nasıl fark etmiştir? John, kendisinin ve yaşamının bilgisine, gelişen insanlık tarihi ve bilimsel yöntemler ile ulaşmıştır. John da herkes gibi, yaşamı boyunca edindiği bütün bilgileri, insan ırkıyla beraber öğrenmiştir. Ancak tam da bu noktada, öğrenmekten bahsederken, yine filmden bir referans ile farklı bir pencere açmamız gerekiyor. 14.000 yıl boyunca, farklı çağlarda, farklı insan topluluklarıyla, farklı coğrafyalarda, farklı yönetim biçimlerinde ve sürekli ilerleyen bir gelişim süreci içerisinde öğrenmenin sınırı olmazdı. Elbette, öğrenmeyi öğrendikten sonra… “Öğrenmeyi öğrenmek” neyi ifade ediyor derseniz, eğitim, kişisel gelişim süreci ve edinilen bilginin, başka bilgiler edinmek üzere araçsallaştırılmasından bahsediyoruz. Birey, eğitim hayatı boyunca, düzenli olarak yeni bilgiler edinir, edindiği bu bilgiler üzerine düşünerek, yeni perspektifler kazanır ve son olarak tüm bu değişimlerden sonra, elinde var olan bilgiler ışığında yeni bilgiler edinme gayreti içerisine girer. Bu nedenle, John’un, hayatının yakın geçmişinde, meslek olarak, sürekli araştıran ve alanında yetkinlik kazandıktan sonra öğrendiklerini başkalarına aktaran “akademisyenlik” mesleğini seçmesi ve hatta odasında kendisiyle sohbet eden arkadaşlarının uzmanlık alanlarında doktora yapmış olması, teşbihte hata olmaz kalıbına sığınarak, John’un hayatının kendi hayatının “Doğal Seçilim” örneğidir diyebiliriz.


“AYNI NEHİRDE İKİ KEZ YIKANILMAZ” HERAKLİTOS:

Filozof Heraklitos, çağının insanları ile farklı düşüncelere sahip olduğu için yaşadığı topluluktan uzaklaşmış, başrolümüz John ise diğer insanlarla aynı yaşlanma belirtilerine sahip olmadığı için, yaşadığı topluluklardan uzaklaşmıştır. Her iki durumda da göç zorunlu bir hâl almıştır. Peki, her iki kahramanımız da daha önce yaşadıkları yerlere geri dönseler nasıl bir tablo ile karşılaşırlardı? Filozof Heraklitos’tan etkilendi mi bilinmez ancak filmimizin başrolü John Oldman da tıpkı Heraklitos’un “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz.” sözünü kanıtlarcasına “Evine asla geri dönemezsin, çünkü evin artık orada değildir.” cümlesini kullanır. Hayat, geleceğe doğru, tek yönlü bir biletle seyahat etmeye benzer, yaşadığımız tecrübeler ise; pencereden görebildiklerimizden ibarettir. Sonsuzluk ne kadar sürüyor, buna net bir cevabımız yok, çünkü sonsuzluğu tecrübe edemiyor, sonsuzluk sürekli olarak devam mı ediyor yoksa sonsuzluğun da bir sonu var mı bilemiyoruz. Ancak şundan eminiz ki geçmiş; sadece bir saniye öncemizi ifade edecek kadar yakın bizlere. Yaşanılacak olan yeni tecrübeler, başarmak üzere koyduğumuz hedefler, geleceğin gizemi gibi birçok unsur, bizi gelecek için planlar yapmaya iter. Öngöremediğimiz veya öngörebildiğimiz ancak yeteri kadar umursamadığımız dış faktörler, bizi planladığımızdan farklı bir gelecek çizgisine yöneltebilir. Örneğin; insan, gün boyunca yorulur ve gece boyunca istirahate çekilir, hasta olduğunda doktora giderek iyileşir. Peki, yaşayan ancak dinlenme ve iyileşme fırsatı bulamayan bir enerji kaynağı, geleceğimiz için bize göz göre göre yeni rotalar çiziyorsa? Evet, birçoğunuzun anladığı gibi yaşadığımız gezegen olan Dünya; plansız nüfus artışı, azaltılan orman dokusu, kirletilen denizler, sanayi atıkları gibi insan eliyle gerçekleştirilen olumsuz faktörlerin etkileriyle yorulmakta ve hastalanmaktadır. Bizlere yaşam sağlayan gezegenimiz ölüyorken, bizler sadece kendi yaşam süremizi uzatmaya gayret ediyoruz. Üstelik, nasıl bir hata yaptığımızın ve hala yapmaya devam ettiğimizin o kadar bilincindeyiz ki, insanlığın hayallerini başka gezegenlere seyahat ederek, vardığımız noktalarda koloniler kurmak süslüyor. Belki de bütün bu planlar, öngörebildiğimiz ancak yeteri kadar umursamadığımız bir hatamızın sonucuyla sadece hayal olarak kalmaya devam edebilecek kadar kritik bir eşikteyken.


SONSUZ YAŞAMIN ANLAMI:

İnsanlık tarihi boyunca, gündelik yaşam içerisindeki bireylerin de hayatını felsefi sorgulamalarla, gerçeğin peşinde koşarak geçiren düşünürlerin de aklından çıkmayan bir soru vardı: Hayatın anlamı nedir? Sonsuz bir yaşama sahip olduğunuzu düşünürseniz, bu soruya cevap aramak için oldukça fazla zamanınız olduğunu fark edersiniz. Sonu olmayan bir yaşam, elbette ki beraberinde hayatın anlamı için farklı açıklamalar da getirecektir. Öncelikle kendinizi “Kutsanmış” olarak görebilir, sonsuzluğun tadını çıkararak tarih boyunca sayısız tecrübe edinebilir, tarihin bizzat kendisini gözlemleme şansını yakalayabilir, ortalama bir insan ömrüne kıyasla, kendi tarihinizin akışını değiştirmek ve geçmiş hataları tekrarlamamak üzere daha çok şans yakalayabilir ya da yaratabilirsiniz. Böylelikle geniş insan topluluklarının içerisinde yer edinebilir, Dünya’nın birçok bölgesine seyahat edebilir, büyük paralar kazanabilir, yüksek mevkilerde unvan sahibi olabilirsiniz. Bütün bu pozitif çıkarların yanı sıra kendinizi “Lanetli” olarak görmeniz de mümkündür. Ortalama 80-90 yıllık bir insan yaşamında bile çok sayıda küresel, yerel ve kişisel üzücü olay ile karşı karşıya kalmaktayız. Savaşlar, buhranlar, doğal afetler, salgın hastalıklar, yakın çevremizde yaşanan vefatlar derken, insan adı verdiğimiz varlık bedenen ve ruhen yıpranmaktadır. Sonsuz bir yaşamda, bedenimizin yıpranmadığını veya oldukça yavaş yıprandığını farz edelim, zihinsel olarak bütün bu yükleri kaldırmak zorunda olmamız bizim lanetimiz olabilir. Ancak kutsanmış veya lanetli fark etmeksizin, her iki durumda da sonsuz yaşamın bize getirdiği başka bir yükü konuşmamız gerekir. Sonsuz yaşam içerisinde bireyin misyonu var mıdır? Eğer varsa bu misyon nedir? 14.000 yıllık bir yaşamdan, ortalama 80-90 yıl yaşadığımız gerçek dünyaya bir köprü kurarsak, yaşlanmak hepimiz için büyük bir gizemi simgelemektedir. Yaşlanmak; geleceğimizin tül perdesidir. Bugün aldığımız eğitim ile sahip olduğumuz meslek ile aile ve arkadaş ilişkilerimiz ile geleceği planlıyor, az çok ileriyi görmeye uğraşıyoruz. Tahminler yürütüyoruz ancak dış etkenler bizi nereye sürükleyecek bilmiyoruz. Bu nedenle bugün itibariyle John Oldman gibi uzun bir geleceğimiz olmayacağını bildiğimiz yaşamımızda kendi misyonumuzu aramaya başlamalıyız.


İNSANLARIN DİNLERİ, DİNLERİN İNSANLARI:

İnsan, doğası gereği, tarih boyunca başka insanların yardımına ihtiyaç duymuş, kendisiyle birlikte aynı coğrafyada yaşayan insanlarla topluluklar kurmuştur. Toplulukların karar alma sürecinde, lider rolünün ortaya çıkışı ile liderliğin bir dayanağa sahip olması gerektiği ihtiyacı da ortaya çıkmıştır. Bu dayanak, zaman içerisinde kabaca; bireysel kas gücü, nicel insan gücü, tanrısal güç, siyasi güç şeklinde evrimleşmiştir. Güç dediğimiz otorite kaynağı, bizzat tanrının elinde olursa “Tanrı'nın Krallığı” kavramından bahsedebilir miyiz? Bu soruya cevap verebilmek için “Kimin Tanrısı?” sorusuna cevap vermemiz gerekir. Dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun inanç kaynağı olan 5 ana dinin (İslamiyet, Hristiyanlık, Yahudilik, Budizm ve Hinduizm) öğretileri ve yaşayış tarzları benzer özellikler gösterdiği kadar farklılıklar da barındırmaktadır. İnananların gerçeği, inandıklarından ibarettir. Bu nedenle, inanan her grup, kendi inancının tek gerçek olduğunu savunurken, birbirinden farklı yaratılış mitleri, ilk çağlardan günümüze kadar uzanan farklı tanrılar karşımıza çıkmaktadır. Tanrıya veya dinlere inanmayan insan grupları için (Ateizm, Deizm vb.) veya tüm bu dini farklılıkları sorgulayanlar için kısır bir döngü ortaya çıkar. Her şeyi yaratan bir güç olan tanrı, kendisinden daha büyük bir güç tarafından yaratılmış mıdır? Yani filmden bir referans ile yaratılışı hazırlayan bir yaratıcı, yaratıcıyı yaratan başka bir yaratıcı var mıdır? Yaratıcı gücün varlığı ve tekliği konusunda bir fikir birliğine varıldığını varsayalım, bu durumda tanrı, yaratılışı gerçekleştirmiş ve yaşamın sonuna kadar müdahalesiz bir şekilde gözlemlemeyi mi tercih etmiştir yoksa yaratılıştan bugüne göremesek, duyamasak, dokunamasak bile dünyevi hayatın içerisinde yönlendirici bir rol oynamış mıdır? Bütün bu felsefi tartışmalar içerisinde öncelikle sosyal engeller karşımıza çıkmaktadır. Özellikle tarih boyunca kilisenin rolü yadsınamaz bir gerçektir. Kilisenin, toplum içerisinde dini rolü kadar, toplumların ilerleyişinde siyasi bir otorite olarak da karşımıza çıkışı ile insanların dini-dinlerin insanları ayrımı üzerine biraz daha düşünmek gerekir.


HER ŞEY BİR HİKÂYE MİYDİ PLATON?

“The Man From Earth” filminin son dakikalarına geldiğimizde, John Oldman, kendisinin psikolojik olarak sorunları olduğunu düşünen ve kendisini gözlem altına alabileceği hususunda tehdit eden arkadaşı Psikiyatr Will Gruber’ın her şeyi inkâr etmesini istemesi karşısında, arkadaşlarına anlattığı her şeyin bir hikâye olduğunu söyler. İnsanlık tarihi ve dini tarih içerisinde, 14.000 yıl boyunca yaşadığını iddia eden Oldman’ın, anlattığı her şeyi kendisinin kurguladığını söylemesi üzerine hayatları boyunca inandıkları her şeyi yerinden sarsan bu hikâye karşısında odada bulunan arkadaşları büyük bir rahatlama yaşarlar. Platon’un meşhur “Mağara Alegorisini” kısaca özetlemek gerekirse, karanlık bir mağarada, yüzleri mağara duvarına, sırtları ise mağaranın çıkışına dönük şekilde zincirlenmiş insanlar, dünyayı sadece mağaranın çıkışından duvara yansıyan gölgelerden ibaret sanmaktadırlar. Günün birinde, zincire vurulmuş insanlardan bir tanesi, zincirlerinden kurtularak dışarıya çıkar ve gördükleri ile mağara duvarına yansıyan semboller arasında çok büyük farklar olduğunu görür. Tekrar mağaraya dönerek, dışarıda gördüklerini arkadaşlarına anlatan insana inanan kimse çıkmaz. Bu alegoride;


Mağara: Yaşanılan, dar, toplumsal çevredir.

Zincir: Toplumda var olan kurallar, gelenek-görenekler, önyargılar, dayatılan yaşayış biçimidir.

Zincire Vurulanlar: Esarete, baskıya, dayatılana inananlardır.

Zincirden Kurtulan: Doğrunun ve gerçeğin peşinde koşandır.


Geçmişten günümüze, bireye ve toplum yaşamına karşı yapılmış, temeli en sağlam, argümanları en gerçekçi eleştiri; toplum normallerinin dışına çıkarak sorgulayan insanların, toplum tarafından “anormalleştirilerek” dışlanması ve ötekileştirilmesi, itibar kaybına uğramasıdır. Bu zinciri kırabilecek belki de tek şey “Saygı” kavramıdır. Öyle ki, filmimize son bir gönderme yaparak, dikkatlerden kaçtığını düşündüğümüz bir noktaya parmak basalım. Oldman’ın anlattığı yaşam öyküsü boyunca, onu dinleyen ve onu anlamaya çalışan, anlattıklarını çürüterek kendi inandığı “gerçekliğe” dönmek adına çaba sarf etmeyen tek karakter, Oldman’a arkadaşlıktan öte bir sevgi besleyen Sandy karakteriydi.

470 görüntüleme1 yorum

1 Comment


Bahar Arsln
Bahar Arsln
Nov 27, 2020

Çok güzel bir film değerlendirmesi ile karşı karşıyayız. Filmi yakın bir zamanda izleme şansım olduğu için, bu yazı zaten sorguladığım bir çok şeyi karşılaştırma fırsatı tanıdı bana. Sizin bakış açınızdan bakabilmek, olaya girmek, yazının içerisinde kaybolmak ve hiç bitmesin istemek, en vurucu noktalardan biri benim için. Tebrikler.

Like
bottom of page