top of page
Ara
İlkcan Alkurt

Chantal Mouffe Okumalarıyla Demokratik Paradoks Ekseninde Radikal Demokrasi

Güncelleme tarihi: 12 Şub 2020


A) Liberal Demokrasi Krizi

B) Demokratik Paradoks Hakkında Değerlendirme

C) Radikal Demokrasi Üzerine

D) Radikal Demokrasi’nin Dayanakları

E) Sonuç

ÖZET:

“Siyaset Kuramı” dersinin ödevi olarak seçilen ve “Demokratik Paradoks Ekseninde Radikal Demokrasi” adını verdiğim bu çalışmada; bir döneme damgasını vuran ve özellikle iki kutuplu dünya ekseninde Doğu Bloğu ülkelerde yaygın olarak görülen “Liberal Demokrasi”, zaman içerisinde yaşadığı tecrübeler sonucu artık birçok bakımdan yeterli görülmemekte, istenileni karşılayamamakta ve Mouffe, Habermas gibi düşünürler tarafından daha iyi bir alternatif yönetim sistemi aranmaktaydı. Liberal Demokrasi’nin içine girdiği kriz durumu (Demokratik Paradoksu) ve yeni bir model olarak “Radikal Demokrasi” kavramının tanımı, özellikleri ve eleştirileri anlamaya, yorumlamaya ve anlatmaya çalışılmıştır. Bunun için yukarıda belirtildiği üzere 4 ana başlık ve 1 sonuç kısmı oluşturulmuştur. Özet kısmı ile çalışmanın ana hatları çizildikten sonra önce Liberal Demokrasi’nin artık aksayan veya içine girdiği çıkmazlar (Demokratik Paradoks) sonucunda yeteri kadar beklentileri karşılayamayan durumu karşısında getirilen eleştiriler, alternatif yönetim modeli olan Radikal Demokrasi ve Radikal Demokrasi’nin maruz kaldığı eleştiriler incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler:

Liberal Demokrasi, Demokratik Paradoks, Chantal Mouffe, Radikal Demokrasi

A) Liberal Demokrasi Krizi

Soğuk savaş döneminde yani iki kutuplu dünya ekseninde liderliğini Rusya’nın yaptığı ve “Doğu Bloku” dediğimiz Komünizm sistemini savunan bir taraf ve liderliğini ABD’nin yürüttüğü “Batı Bloku” dediğimiz Liberal Demokrasi sistemini savunan bir taraf bulunmaktaydı. Soğuk savaş dönemi bittikten sonra birçok Doğu Bloku ülkesi de Liberal Demokrasi veya benzeri sisteme doğru bir geçiş sürecine girmiştir. Bu Fukuyama’nın “Tarihin Sonu Tezi” içerisinde belirttiği üzere artık yeni bir gelişmenin yaşanamayacağı, tarihin sadece tekerrür edeceği ve Doğu Bloku ülkelerinin Liberal Demokrasi’ye doğru kaymasıyla beraber Batı’nın zaferini ilan ettiği bir döneme girilmiştir. Liberal Demokrasi’nin özelliklerinden bahsederek bir tanım oluşturmamız gerekirse temel olarak karşımıza “Özgürlük” ve “Eşitlik” kavramları çıkacaktır. Ancak burada bahsedilen bu iki kavram tamamen “Birey” tanımı üzerinden hareketle önem kazanmaktadır. Liberalizm; bireyi temel alan ve bireyin özgürlüğü ve eşitliğini savunan bir anlayışa sahiptir. Liberalizmde birey, bir başka bireye zarar vermediği sürece kendi hayatını dilediği şekilde yönetebilir ve yönlendirebilir, bu hakkını doğal bir hak olarak kabul eden korumaya alan serbestlik durumudur. Bu nedenle birey, sadece kendi hayatını etkileyen davranışlar sergiliyor ve sadece kendi hayatına yine kendisi müdahale ediyorsa bu özgürlük halidir. Bu özgürlük haline hem toplum hem de devlet saygı duymalı ve bu hakkını korumalıdır. Bir diğer önemli kavram olan eşitlik ise her bireyin birbiriyle eşit konumda olmasını ifade eder. Eşitlik başka ne anlama çıkabilir diye düşünülebilir, ancak zenginler arasında eşitlik, soylular arasında eşitlik veya vatandaş sayılan bireyler arasında bir eşitlikten değil, tamamen her bir bireyin diğeriyle eşit olmasını kastetmekteyiz. Hiçbir birey konumu veya doğuştan kazandığı “Aile Mirası” olan sıfatı nedeniyle bir başkasına karşı üstün tutulamaz. Bu nedenle Liberal kelimesi demokrasilerdeki “Siyasal Eşitliği” ve kanun önündeki eşitliği vurgulamaktadır. Liberal Demokrasi aynı zamanda devletin gücünü ve yetkilerini kısıtlamak isteyen bir demokrasi modelidir. Bunun için de Sivil Toplum ve Devlet’i birbirinden ayırır. Sivil Toplum, devlet karşısında güçlü, çoğulcu ve özel alanları da kapsayacak nitelikte olmalıdır. Çünkü devletin gücünü ve yetkilerini kısıtlayacak iki güçten birisi bireyin özgürlüğü, ikincisi ise sivil toplumun kendisidir. Bu nedenle ortak bir alan yaratan “Biz” kavramının dışına çıkarak bireylerin homojen bir topluluk içerisinde bulunmadığını ırksal, etnik, dinsel, dilsel, ideolojik, cinsel -ve tabi ki cinsiyet olarak- farklılıklardan oluşan bir yelpazede yaşadıklarını vurgulamaktadır. “Rawls, farklı dini, ahlaki, kültürel ve felsefi inançların birleştiği toplumlarda çoğulculuk olarak ifade edilen azınlıkların hakları adına oluşabilecek problemlerin tolerasyon zemininde çözülebileceğini söyler” (Becer & Mazman, 2017, s. 6). Üstelik bu kadar belirgin olmayan ve bölgesel farklılıklar gösteren, ahlak ve kültürel değerleri olduğunu söyler. O zaman Liberal Demokrasi için bir tanım yapmamız gerekirse eğer Liberal Demokrasi; halkın seçtiği temsilciler yoluyla, kendisini yönetmesi ancak bunu gerçekleştirirken seçtiği iktidarın da bireysel özgürlükler ile kısıtlandığı bir siyasal yapıdır diyebiliriz. İktidarı sınırlandırmak, üstüne en çok düşülen konulardan biridir. Çünkü iktidarlar yozlaşmaya açık yapılardır ve bu yozlaşmayı öngörebilecek ve denetleyebilecek yapı ise halkın ta kendisidir. Liberal Demokrasi’de bireysel bir yaklaşım ön planda olduğu için demokratik hayata aktif katılım bir amaç değildir, aksine özgür bireyin hayatına giden yolda sadece bir araçtır. “Liberal modelde ise, kamu hayatına katılmak üstün bir değer taşımamakta, sadece araçsal bir işlev görmektedir” (Zabunoğlu, 2017, s. 799). Geldiğimiz bu noktada Liberal Demokrasi’ye getirilen eleştirilerin odak noktasında bulunan ve birçok soru işaretinin sistem içerisindeki açıklardan ortaya çıktığı ve belki de Liberal Demokrasi’nin yerini artık daha iyi analiz edilmiş, yeni bir sistemin alması gerektiğini düşündüren Demokratik Paradoks nedir sorunun cevabını bulmamız gerekiyor.

B) Demokratik Paradoks Hakkında Değerlendirme

“Şunu unutmayalım: Bugün liberalizm ve demokrasi arasında bir bağ olduğuna kesin gözüyle bakma eğiliminde olmamıza karşın, liberalizm ve demokrasinin birliği pürüzsüz bir süreç olmak şöyle dursun sert mücadelelerin sonucunda gerçekleşti (Mouffe, 2001, s. 15)”

Demokratik Paradoks, aslında Liberal Demokrasi’ye yöneltilen eleştirilerden kaynaklı olarak ortaya çıkmış ve özellikle “Temsil” kavramı üzerine yoğunlaşmış bir kavramdır. Öncelikle temsilin neden ve nasıl bir paradoksa dönüştüğünü anlamak için toplumun nasıl temsil edildiğini veya nasıl edilmediğini anlamak gerekir. Liberal Demokrasi’ye yöneltilen temel bir eleştiri “Ulusçuluk” eleştirisidir. 1789 Fransız Devrimi ile birlikte ulus-devlet anlayışı dünyada yayılmaya başlamıştı ve çağın gereksinimlerine uygundu. Ulus-devlet anlayışı ile birlikte ortaya çıkan “Milliyetçilik” anlayışı da aynı şekilde yükselen bir grafik çiziyordu. Ancak milliyetçilik ile birlikte devletin içerisinde yer alan farklı renkler yani kimliksel ve kültürel farklılıklar bu anlayışın etkisiyle birlikte tek bir homojen model olan yurttaş kavramına dönüşüyordu. Yurttaş dediğimiz kavram farklılıkların tek tipleştirilmesinin ifadesini karşılıyordu. Aynı zamanda yurttaş adı altında birleştirilen bu farklılıklar beraber ayrı ayrı bireyleri ırk, dil, din, cinsiyet, cinsel yönelim gibi yurttaş kavramının dışında kalan unsurları göz ardı etmiş oluyordu. Bireyin bütün farklılıklardan arınmış ve bu arınmayla birlikte devletin de özel olarak ilgilenmesi gereken farklılıkları üzerinden hak iddia edemediği bir kavram olan yurttaşa dönüşmesi süreciyle birlikte halkın iradesini temsil edecek olan devlet ile farklılıkların haklarını savunmak, söylemlerini duyurmakla yükümlü olan siyasi partiler arasındaki misyon da ortadan kayboluyordu. Vatandaşa bu düzene dur diyebileceği tek hamle seçimler ile veriliyordu. Halk, kendisini temsil etmeyen partilere oy vermeyebilir ve iktidara taşmayabilir. Ancak burada paradoksu oluşturan ilk halka ile karşılaşıyoruz. Halk dediğimiz yapı içerisinde yukarıda saydığımız farklı öğeler dışında birçok farklılık yer alıyordu. Her birinin temsil edilebilmesi mümkün değildi ve üstelik temsile dayalı bir seçim sistemi var olduğu için seçenekler de oldukça dar ve kısıtlıydı. Bu durum, iradenin sahibi olan halk ile iktidara taşıdığı yöneticilerin halk adına karar alma yetkisine sahip olduğu devlet kurumu arasındaki bağları iyice esnetiyor, koparıyordu. Üstelik politik kimlikler kamusal kültürü de belirleyen bir yapıya sahipti. “Politika felsefesinin, kamusal kültürün şekillendirilmesinde ve demokratik politik kimliklerin yaratılmasında oynayabileceği pratik rol konusunda Rawls ile hemfikirim” (Mouffe, 2001, s. 46). Çoğulculuğun yerini seçimlerle elde edilen ve iktidar gücünü elinde bulunduran “Çoğunluk” alıyordu. “Günümüzde temsil kavramının halk iradesini yeterince yansıtmadığı, sınıf farklılıklarını göz ardı ettiği, çoğulcu olmadığı yönünde birçok eleştiri liberal demokrasiye karşı ileri sürülmektedir” (Zabunoğlu, 2017, s. 800). Demokratik Paradoks kavramının bir başka halkası ise tam da bu noktada karşımıza çıkmaktadır. Meşru seçimler ile iktidar etme gücünü elinde bulunduran çoğunluk taraf istediği her kararı alabilir mi? Eğer cevabımız evet, seçimleri bir oy farkla kazanan taraf istediği her kararı alabilir yönünde ise o zaman bir başka soruyu sormamız gerekiyor, peki kaybeden tarafın iradesi ne olacak? Çoğunluk olan ve bir oy farkla seçimin kazananı olan taraf istediği her kararı alabilir ise bu çoğunluğa oy vermemiş ve bu çoğunluğun içerisinde bulunmayan diğer çoğunluğun oyu boşa mı gider? İşte bu noktada içinden çıkılmaz bir paradoksa girmiş oluyoruz. Seçimi eksi bir oy ile kaybeden de bir çoğunluktur ve yine halk dediğimiz kavramı oluşturan, kendi içerisinde çeşitlilik gösteren farklı kesimlerden bir araya gelmiştir. Bu nedenle en az iktidarı kazanan çoğunluk kadar karar süreçlerinde aktif rol alma ve karar süreçlerini etkileme gücüne sahip olmaları gerekir. Karar alıcılar ise bu kesimin farklılıklarını göz önünde bulundurmalı ve taleplerine kulak vermelidir. Aksi halde seçim sürecinin sonunda ortaya çıkacak olan şey seçimi kim kazanırsa kazansın “Çoğunluğun Tiranlığı” olmaktan öteye gidemeyecektir. “Gücü eline alanın bunu kolay kaybetmek istememesi sık rastlanan bir durumdur. Eski Yunan toplumunda da iktidarı ele geçiren herhangi bir güç kendisinden başka yetke tanımaz noktaya geliyordu” (Taşkın, 2011, s. 65). Fikirleri iktidar olamayan, yeterli ölçüde temsil edilmeyen veya farklılıklarının yok sayıldığını gören bireyler kendini uzun vadede azınlık olarak görmeye başlayacaktır. İktidar ile iktidar olamayan arasında, tıpkı bireyler arasında olduğu gibi bir çıkar çatışması bulunmaktadır. Çıkar çatışması da aynı zamanda bir güç dengesi üzerine kuruludur, güçlü olan taraf bu çatışmadan galip ayrılarak kendi lehine daha çok çıkar elde edecek ve güçsüz olan tarafın çıkarları yok sayılacaktır. “Schmitt, demokratik politik topluluğun özdeşliğinin ‘biz’ ile ‘onlar’ arasına sınır çekme imkânına bağlı olduğunu vurgulayarak, demokrasinin kapsama-dışlama ilişkileri gerektirdiğine dikkat çeker” (Mouffe, 2001, s. 53). Bu dengeyi etkileyen bir unsur da toplumun büyük kitlelere hitap edebilen gücü olan “Sivil Toplum” kurumudur. Bir sivil toplum kuruluşunun kolektif bağlamda bir siyasi taraf belirtmesi, kemikleşmiş siyasi tercihler oluşturmakta ve bu tercihleri yönlendirmektedir. “Liberal felsefe, prensiplerini açıklarken rasyonel temelde vatandaşları ikna etmeye çalışır. Ancak eleştirmenler rasyonel temeldeki bu ikna çabasının pek çok soruyu açıkta bıraktığını ileri sürmektedirler. Liberal haklı çıkarmanın hareket ettiği önermeler dinsel önermeler gibi şartlı ve sabittir ve bu önermelerden çıkarılan varsayımlar önceden kabul edilmiş standart belli düşüncelere dayandığı için evrensel rasyonel gerçekmiş gibi görünebilirler” (Sitembölükbaşı, 2005, s. 143).

C) Radikal Demokrasi Üzerine

Dünya, tarih boyunca ilk insan topluluklarından günümüze kadar zamanla gelişerek önce küçük kabileler halinde, ardından kabilelerden daha büyük ancak yine de küçük olan topluluklar olarak ve daha sonra beylikler, krallıklar, imparatorluklar ve devletler şeklinde daha kalabalık insan topluluklarına ev sahipliği yapmıştır. Yakın dönem tarihimize baktığımızda Batı Avrupa’da başlayan devrimci siyasal hareketler ile birlikte Demokrasi adını verdiğimiz yönetim biçimi tek gerçekçi ve akılcı yönetim biçimi haline gelmiştir. Ancak Doğrudan Demokrasi’nin uygulanması mümkün olmayacağı için uygulanan Temsili Demokrasi de birçok sorunu beraberinde getirmiştir. “Son dönemde, hem sanayi toplumunda hem de küreselleşmeyle birlikte ulus-devlet yapılarında ortaya çıkan değişim, sanayi toplumunun ve ulus-devlet anlayışının bir ürünü olan temsili demokrasilerin birçok çevre tarafından tartışılmasına neden olmuştur” (Nacak, 2014, s. 197). Küreselleşen dünyada değişimden etkilenen bir bilim dalı da felsefenin ta kendisidir. Felsefe yapma sanatı ve felsefi düşüncenin ileri sürdüğü kuramlar modern dünya düzenine uyum sağlamış ve hatta onu şekillendirmiştir. Felsefenin ve kuramlarının yeni dünya düzeninde evrenselleşen bir hal alması ‘biz’ ve ‘onlar’ ayrımının doğmasında etkili olmuştur. “Oysa her evrensellik iddiası da yerel bir zihin içinden üretilmektedir” (Bayram, 2011, s. 115). ‘Onlar’ dediğimiz aslında ‘öteki’ dediğimiz ve kapsayıcı alanın dışında kalanlardır. Dünya artık basit temelli ayrımlardan uzaklaşmakta ve bireyleri tek tipçi bir kalıba sokarak ve kategorize ederek ayırmaya başlamıştır. Bu dönem toplumsal hareketlerin en aktif olduğu 1965 ve sonrasını kapsamaktadır. Temel çıkış noktasından biri tek tipçi yapıya karşı çıkarak devlet ve belki de toplum tarafından göz ardı edilmiş, yok sayılmış veya hareket alanı kısıtlanmış olan farklı kimliklere ve topluluklara bir hareket alanı yani boş alan açmaktır. Geçmişte tamamen kimlik temelli olan ayrımlar artık bir vücut halinde yurttaş/vatandaş kavramına dönüşmüştür. Bir dönemin en önemli ayrımı olarak kabul edilen proletarya-burjuva ayrımı artık toplumsal yaşamın farklılıkları içerisinde yetersiz bir tanımlama olmaya başlamıştır. Bir döneme damgasını ve toplumların yönetim sistemi olarak en iyi ve en yeterli olarak gördüğü Liberal Demokrasi, artık eski işlevini kaybetmiş bir hale gelmiştir. Düşünürlerin felsefelerini yeni bir sistem çalışması üzerine yöneltmesi üzerine ortaya çıkan yeni projenin adı “Radikal Demokrasi” kavramıdır. Mouffe ve Laclau gibi düşünürlere göre sol hareketlerin görevi ısrarla reddettikleri Liberal Demokrasi kavramını savunmak ve onu özellikle temsil alanında yani “Çoğulcu” bir yaklaşım ile geliştirerek Radikal bir hale doğru yönlendirmektir. Radikal Demokrasi’yi anlayabilmemiz için Liberal Demokrasi eleştirilerine bir göz atmamız gerekir. Bir önceki bölümde gerçekleştirdiğimiz bu aşamadan sonra Radikal Demokrasi’yi ve işlevini anlatmak için iki temel başlığa odaklanmamız gerekmektedir. Bunlardan ilki ve en önemlisi, Jean-Jacques Rousseau’ya kadar uzanan çoğulcu katılım anlayışıdır. Kamusal alanın vereceği kararlarda, bu kararlardan etkilenecek olan halkın olabildiğince geniş bir katılımla beraber kararlara etki etmesi sürecidir. İkinci önemli başlık ise Liberal Demokrasi’nin bir paradoksa düşmesine sebep olan temsil başlığıdır. Halkın karar alma süreçlerine aktif ve geniş bir katılım sağlaması için, toplum içerisinde yer alan ırk, dil, din, etnik köken, cinsiyet, cinsel yönelim ve ideolojik farklılıkların da çeşitlilikler göstererek alternatif birer seçenek halini alması gerekir. Ancak burada bir parantez açarak önemli bir konuya da değinmek gerekir. Radikal Demokrasi kavramı ile Katılımcı Demokrasi kavramları aynı anlamda veya birbirinin yerine kullanılması halinde yanlış bir değerlendirme yaparız. Çünkü Radikal Demokrasi, katılımcılığı çoğulcu bir anlayışla benimseyerek, sivil toplum gibi kitleleri harekete geçirebilecek ve katılımı pozitif yönde arttırabilecek kurumların varlığından bahseder. Bu kavramlar Katılımcı Demokrasi’de de mevcut olmasına rağmen yeni modern dünya düzeninde ortaya çıkan farklılıklara/kimliklere ve bu nedenle de çoğulcu özelliğini taşıyan isteklere karşı Katılımcı Demokrasi uyum sağlayamamaktadır. Çünkü Katılımcı Demokrasi, içine girdiği paradoksta çırpınan Liberal Demokrasi gibi tek tipçi bir felsefeyi de bünyesinde barındırmaktadır. Oysa Radikal Demokrasi, Liberal Demokrasi ve Katılımcı Demokrasi’den farklı olarak bütün farklılıkların temsili üzerine eğilir ve farklılıkları kucaklar. Bu iki yaklaşım arasındaki farkın arasına bir çizgi çektikten sonra Radikal Demokrasi’nin temeline inebiliriz. Dünya tarihi boyunca başkaldırı kültürünün ortaya çıkış noktalarından biri “Meşruluk” tartışmasıdır. “Meşru olan kimdir?” ve “Meşruluğun kaynağı nedir?” sorularını sormak bizi doğru cevaba götürecektir. “Meşruluk kaynağı modern öncesinde Tanrı iken, modern çağlarda sekülerleşme, rasyonelleşme, metafizik temellerinden uzaklaşma isteği nedeniyle meşruluk kaynağı insana taşınmıştır” (Çınar Özkan, 2017, s. 233). İnsan aklı, meşru olanı, tanrının gücünden ve onun yeryüzündeki temsilcisi olarak kabul edilen din adamlarından veya krallardan alarak tamamen halka yani bireye vermiştir. Burada bir ‘öz’ bulunmuştur ve bu anlayış özcü bir anlayıştır.

D) Radikal Demokrasi’nin Dayanakları

“Hegemonya ve Sosyalist Strateji”, Radikal Demokrasi projesinin fikir hatlarının ortaya çıktığı eserdir. Mouffe ve Laclau kendilerini Marksist olarak tanımlayan iki düşünür olarak modern dünyanın çağdaşlaşma yolunda karşılaştığı sorunları bu kitapta sol bir pencere olan Marksist yaklaşım üzerinden yorumlamaya çalışırlar. Ancak bunu gerçekleştirirken de çağdaş toplumları anlayabilmek için gerekli olan alan Marksist alanın dışında kalmaktadır.

a) Agonizma/Antagonizma:

Mouffe’a göre Radikal Demokrasi projesinin mümkün olabilmesi için farklılıklar ve bu farklılıklar arasında bir çatışmanın olması gerekmektedir. Bu çatışma kültürü, çatışmanın taraflarının yok edilmesini değil, tam tersine bu çatışmaların mümkün olması gerektiğini savunur. “Antagonistik çoğulculuk tezine göre, antagonistik karşılaşma demokrasiyi tehlikeye atmak bir yana, demokrasinin varlık koşuludur” (Çınar Özkan, 2017, s. 237). Bu nedenle kullandığı iki kavram vardır. Kelime anlamı olarak bakıldığında Agonizma veya Agnostik davranış; hayvanların yaşam içerisinde hayatta kalmak ve soyunu devam ettirebilmek için yeri geldiğinde saldırganlık, yeri geldiğinde savunma yapma ve yeri geldiğinde de her iki eylemden de kaçınma durumudur. Antagonizm ise; birbiriyle karşıtlık veya zıtlık gösteren anlamını taşımaktadır. Mouffe bu iki kavramın farklarına dikkat çekerek antagonizmayı hasımlar, agonizmayı ise birbirine tezat fikirler arasındaki mücadele olarak yorumlar.

b) Kimlikler ve Farklılıklar:

Antagonizma yapısı itibariyle toplum içerisinde dışlayıcı bir özelliğe sahiptir. Aynı zamanda bu farklılıklar birer kimlik oluşturmaktadır. “Toplumlarımız yirmi birinci yüzyılın arifesinde, kolektif kimliklerinin köklü yeniden tanımlanması sürecinden geçiyorlar ve yeni siyasal sınırların kuruluşuyla karşılaşıyorlar” (Mouffe, Siyasetin Dönüşü, 2008, s. 16). Farklılık çeşidi ne kadar zengin olursa kimlikler de o kadar fazla olmaktadır. Bir başka boyutu da dışlanan farklılıkların bir anlamda birbirleri ile aynı mesafeye yerleşiyor olmasıdır. Buradan çıkan basit denklem kimlik farklılığa eşittir denklemidir. “Mouffe’un yaklaşımına göre kimlikler her zaman antagonizma ve değişken olmaları nedeniyle yapısal olarak konumlanırlar” (Kanatlı, 2014, s. 119).

c) Hegemonya

Mouffe’un farklılıklara karşı olan bakış açısını ele aldığımızda karşımıza çıkan sonuçlardan biri de bütün siyasal sistem modellerinin hegemonik oluşudur. Bu nedenle farklılıkların devlet ve toplum tarafından kabul edilmesini ve çeşitlendirilmesi gerektiğini savunur. “Yani dünyayı bir bütün olarak savunmayı bırakıp bütün farklılıkları kabul ederek çok-kutuplu bir dünyanın kurulmasını savunmamız gerektiğini belirtmektedir” (Mouffe, Dünyayı Politik Düşünmek, 2015, s. 180). Hegemonya dediğimiz zaman aklımıza gelen ilk anlam “Üstünlük” anlamıdır. Ancak Radikal Demokrasi kuramı içerisinde bahsedilen hegemonya iki farklı anlama sahiptir. Birincisi ‘hakimiyet kurma’, ikincisi ise ‘rızaya ikna edecek yönlendirmeyi sağlama yani liderlik etme’ anlamındadır.

E) Sonuç

İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan ve ülkelerin siyasi/politik, ekonomik/ticari, sosyal ve kültürel davranış ve söylemlerini etkileyen iki kutuplu dünya düzeni hâkim oldu. Batı Bloku ülkelerinin birçoğunda var olan Liberal Demokrasi sistemi, Doğu Bloku ülkelerinde de karşımıza çıkmaya başlamıştı. Ancak Liberal Demokrasi’nin temsil ve katılım gibi iki büyük problemi vardı. Gelişen modern dünya düzeni çoğunlukçu düzenleri kabul etmiyor veya meşruiyetini sorgulayarak çoğulcu sistemlerin adil oluşunu açıklamaya çalışıyordu. Çoğulculuğu sağlamanın da temel yöntemi toplum içerisinde yer alan farklılıkların ve kimliklerin temsil edilebilmesini sağlamaktan geçiyordu. Liberal Demokrasi içine girdiği bu paradokstan çıkmakta zorlanınca, yeni bir felsefi yönetim sistemi arayışı içine giren Mouffe, Habermas, Laclau gibi düşünürler Radikal Demokrasi’den söz etmeye başladılar. Radikal Demokrasi tanımı yapabilmek için temel bir kuram oluşturmak gerekiyordu ve Mouffe’a göre bu kuram çatışmacılık kuramıydı. Her alternatif yönetim sistemi gibi Radikal Demokrasi’de Liberal Demokrasi ile aynı kaderi paylaşarak hayatta olduğu müddetçe kazandığı deneyim ve tecrübelerle birlikte eleştirilere de göğüs germek durumunda kaldı. Bireyler, toplumlar ve devletler mükemmel değildir, tıpkı yönetim sistemleri gibi. Çağımızın modern dünya düzenine en uygun olan ve tanrısal güce dayanan, karanlık, otoriter zihniyet yapısını yenecek yegâne formülümüz olan demokrasiye sahip çıkmak, medeniyetlerimizi daima ileriye götürerek gelecek kuşaklara sağlam temelleri olan bir mirası bırakacaktır.

Kaynakça

Bayram, A. K. (2011). Topluluk, İktidar İlişkileri Birey ve Müzakereci Demokrasi. Liberal Düşünce Dergisi, 115. 02 05, 2019 tarihinde alındı

Becer, F., & Mazman, İ. (2017). Rawls ve Habermas Okumalarıyla Liberal ve Müzakereci Demokrasi Modelleri: Karşılaştırmalı Analiz. Ulakbilge Sosyal Bilimler Dergisi, 6(20), 6. 02 01, 2019 tarihinde alındı

Çınar Özkan, S. (2017). Radikal Demokrasi Projesi ve Müzakereci Demokrasi. Yönetim Bilimleri Dergisi, 233. 02 05, 2019 tarihinde alındı

Kanatlı, M. (2014). Chantal Mouffe'un Radikal Demokrasi Projesi Üzerine Bir Değerlendirme. Tesam Akademi Dergisi, 119. 02 05, 2019 tarihinde alındı

Mouffe, C. (2001). Demokratik Paradoks. (A. Aşkın, Çev.) Ankara: Epos Yayınları. 02 03, 2019 tarihinde alındı

Mouffe, C. (2008). Siyasetin Dönüşü. (F. Bakırcı, & A. Çolak, Çev.) Ankara: Epos Yayınları. 02 05, 2019 tarihinde alındı

Mouffe, C. (2015). Dünyayı Politik Düşünmek. (M. Bozluolcay, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları. 02 05, 2019 tarihinde alındı

Nacak, O. (2014). Temsili Demokrasinin Sorun Alanları ve Çözüm Noktasında Yeni Bir Model: Katılımcı Demokrasi. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi(32), 197. 02 05, 2019 tarihinde alındı

Sitembölükbaşı, Ş. (2005). Liberal Demokrasinin Çıkmazlarına Çözüm Olarak Müzakereci Demokrasi. Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, 143. 02 05, 2019 tarihinde alındı

Taşkın, A. (2011). Platon'un Demokrasi Paradoksu, Popper'ın Yorumları ve Türkiye'de Demokrasi Tartışmaları. Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi(16), 65. 02 05, 2019 tarihinde alındı

Zabunoğlu, H. (2017). Bir Radikal Demokrasi Teorisi Olarak Müzakereci Demokrasi. Ankara Üni. Hukuk Fak. Dergisi, 799. 02 01, 2019 tarihinde alındı

384 görüntüleme0 yorum
bottom of page