ÖZET:
İnsan; dünya üzerindeki varlığının ortaya çıkışıyla birlikte, farklı coğrafyalarda farklı kültürlerle temas etmiş, avcı/toplayıcı yaşam düzeninden yerleşik hayata geçmiştir. Özellikle yerleşik hayata geçiş ile birlikte bu küçük insan toplulukları arasında bir düzene ihtiyaç duyuldu. Bu düzende en basit planlama ile bir grup savaşçı ve avcı yeteneklerini ön plana çıkarırken diğer grup ise yaşam alanında kalarak o bölgeyi savunmuş ve avdan getirilenlerin kullanımını sağlamıştır. Bu basit iş bölümü daha çok hareket halindeki erkek ve yaşam alanında kalan kadın olarak ayrılmıştır. Bu nedenle “Yönetim” dediğimiz kavram; insanlığın ilk ortaya çıkışı ile aynı zamanda ortaya çıkmıştır ve günümüze kadar tıpkı insanlık tarihi gibi ilerlemiş, değişikliklere uğramış ve bulunduğu alana göre farklılıklar göstermiştir diyebiliriz. Politika, ticaret ve mühendislik alanlarının gelişmesi ve büyümesiyle birlikte yeni organizasyonlara ve bu organizasyonlarda çalışacak insan gücüne ihtiyaç duyulmuştur. Bu ihtiyaç; ancak planlı ve örgütlü yapılar ile karşılanabilmiştir. İnsanlık tarihine ve gelişimine atıfta bulunduğumuz bu kısa özet yazısının amacı “Yönetim Bilimi” kavramının neden ortaya çıktığını açıklamaktır. Yönetim Bilimi dediğimizde aklımıza Frederick Winslow Taylor’un 1911 yılında yazdığı “Bilimsel Yönetim” kitabı gelir. Onun bu çalışmasını temel alarak fikirlerini ilerletenler ise Henry Fayol ve Max Weber’dir. 1900-1930 yılları arası karşımıza çıkan Klasik Yönetim Teorisi, ikinci dünya savaşı sürecinde ve sonrasında Neo-Klasik Teori’ye yerini bırakır. Ancak çalışmamızın esas konu alanı 1950 sonrası karşımıza çıkan Modern Yönetim Teorisi ve teorinin yaklaşımlarıdır. Günümüz örgüt yapısının ve işletmelerinin temelini oluşturan bu “Açık Sistem” örgütü kendisinin etkileşimde bulunduğu çevre ile birlikte ele alır. Klasik ve Neo-Klasik yaklaşımların bir bütünü ve geliştirilmiş halidir demek de yanlış olmaz. “Geçmişinin yakın tarihlerden kaynaklanmasından ötürü modern yaklaşım dönemi de denilen bu akım, klasik ve neo-klasik yaklaşımlarca benimsenmiş fikir ve görüş ile varsayımları bir bütün biçimde entegre eden, bütünleştiren ve anlamlı sentezlere ulaşmayı amaçlayan çalışmalar yapılmış, birleştirici kuramlar ortaya atılmıştır” (Salık, 20015, s. 3).
SİSTEM YAKLAŞIMI
Sistem; analitik bir yapıya sahip olan, bütünü oluşturan alt bölümlerden/sistemlerden oluşan ve bu alt bölümlerin/sistemlerin kendilerine özgü işleyişe sahip oldukları yapıdır. Sistem Yaklaşımı ise; yaşanan herhangi bir problemin tüm açılardan incelenerek, sebep-sonuç ilişkileri göz önünde tutularak, problemin farklı parçaları arasındaki ve farklı parçaların oluşturduğu bütünle olan ilişkisine dayanan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın ana öznesi problemin ne olduğu ve probleme hangi açıdan yaklaşılarak problemin çözülebileceğidir. “Bu yaklaşım bir problemi çözmek için neler yapılması gerektiği, problemin ortaya çıkışı ile birlikte hangi iç ve dış unsurların dikkate alınması gerektiği, bileşenler arasındaki ilişkilerin probleme etkileri gibi unsurları dikkate alarak her türlü probleme nasıl yaklaşılması gerektiğini kendi bakış açısı ile ortaya koyar” (Tecim, 2004, s. 79). Sistem içerisinde önemli olan temel unsur bütündür, parçalar ise bütüne katkı sağladıkları, bütünün tamamlanmasında rol oynadıkları ölçüde önem taşırlar. Sistem; bulunduğu yapıya göre esneklik sağlayabilen bir yapı olmasına rağmen değişmez özellikler de taşımaktadır. Buna birkaç örnek vermek gerekirse; bütünün parçalardan daha önemli oluşunu, parçaların doğasını ve işlevini bütünün belirlediğini, parçaların bütünden bağımsız incelendiğinde yeterince anlaşılamadığını ve parçaların birbirleriyle ve doğal olarak bütün ile ayrılmaz parçalar olduklarını gösterebiliriz. Sistem Yaklaşımı teorisi; Von Bertalanffy tarafından ortaya atılan ve olay ve işleyişleri anlama fikrini taşıyan Genel Sistem Teorisi (GST) adlı disiplin anlayışından kaynaklanmaktadır. Ancak bu teori tek başına bilimsel bir disiplin olmaktan çok, bütünün, parçaların ve birbiriyle olan bağının sonucu olarak ortaya çıkan olayların/durumların incelenmesinde başvurulan bir düşünce sistemidir. Parçalardan oluşan bütün sadece parçalarla değil aynı zamanda dış çevre ile de ilişkilidir. Dış çevre ayrı ayrı parçaları etkileyen ve bütünde farklılıklar gösteren bir unsurdur. “Bilinen bir örnekten hareketle, belirli amaçları gerçekleştirmeye çalışan bir sistem olarak insan vücudu kabul edilirse, insan vücudundaki sinir sistemi, sindirim sistemi, kas sistemi ve dolaşım sistemi, vs. birer alt sistem olarak ele alınabilir” (Tecim, 2004, s. 80). Aynı örnekten hareketle, insan vücudunda yer alan ve bütünü oluşturan bu parçalar/sistemler dış çevre ile etkileşim halinde ve dış çevreden etkilenebilir konumdadır. Dış çevre mevsimsel koşullar, gıdalar, virüs ve mikroplar olabilir ve sistemin parçalarına etki eden bu faktörler aynı zamanda bütünün kendisine de etki etmektedir. Sistemi analiz ederken üç ana soru düşünce sistemimizi etkilemektedir: A-) Sistem hangi işleve sahip parçalardan oluşmaktadır?
B-) Parça-Bütün uyumu nasıl sağlanmaktadır?
C-) Sistemin var olma ve kendini gerçekleştirme amacı nedir?
“C” maddesindeki soru, sistemi tanımlamak adına sorabileceğimiz en önemli sorudur. Çünkü sistem ve sistemi oluşturan parçalar bir organizasyonu gerçekleştirmek için bir arada bulunmaktadır. Organizasyon esası oluşturur ve alt sistemleri içerir. Tüm organizasyonu anlayabilmemiz için de sistemin özelliklerine bakmamız gerekir. Sistemin özellikleri:
A-) Açık veya kapalı olabilir.
B-) Faaliyet gösterdiği bir çevreye sahiptir.
C-) Esneklik gösterse de kesin sınırlara sahiptir.
D-) Sistemi etkileyen “Entropi” görülür.
E-) Her sistemin alt sistemleri vardır.
F-) Sistem dengesini koruma özelliği taşır.
G-) Sistem açık ise geri besleme alır.
H-) Büyürler ve gelişirler.
Özelliklere göre açıklamamız gereken kavramlardan biri olan Açık Sistem; dış çevre ile arasında oluşan alışverişi temsil ederken Kapalı Sistem’de bu tarz bir alışveriş bulunmamaktadır. Açık Sistem’de; dış çevreden girdi alınır, süreç içerisinde bu girdi dönüşür ve mal/hizmet olarak bir çıktı oluşur. Eğer ki bir organizasyondan/sistemden bahsedilirken çalışma alanı içerisinde sadece yapısı veya işlevlerinden bahsediliyorsa ancak yapıyı etkileyen dış çevreden bahsedilmiyorsa bu sistem kapalı bir sistem olarak ele alınmaktadır. Bu da dış çevreden gelebilecek unsurları dikkate almamak veya yok saymak demektir. Bu tür kapalı sistemlerde çevre ile olumlu/olumsuz bir alışveriş olmadığı için sistem duruncaya kadar faaliyet göstermeye devam eder. Diğer bir kavram olan Entropi ise şöyle tanımlanabilir: “Bazen sistemde bozukluklar olabilir ve bu durum sistemi durdurmaya kadar gidebilir. Bu kavrama göre bir sistemde faaliyetlerin bozulması, dengenin kaybolması, karmaşıklık ve aksamaların belirlenmesi sonunda sistemin faaliyetlerinin durması yönünde bir eğilim vardır. İşte “Entropi” bu eğilimi ifade eder” (Koçel, 1982, s. 105).
DURUMSALLIK YAKLAŞIMI
Faaliyetleri yönetirken karşılaşılabilecek bütün olaylar/durumlar/sorunlar karşısında durumu en iyi şekilde yönetebilmenin tek bir yolu var mıdır? Durumsallık yaklaşımına göre yönetimin evrensel bir en iyi yolu/rolü yoktur. “En İyi” dediğimiz olgu, karşılaştığı durumlara ve kendi yapısına göre değişiklik göstermektedir. Etkin bir rol ve bu rolün getirdiği organizasyon yapısı işleyişine yani gücüne ve içsel ve dış çevrenin koşullarına bağlıdır. Üstelik bu rolü uygulayacak olan yönetici/lider iyiyi ortaya koymak adına bazen demokratik bir yaklaşım sergilerken bazen de otokratik bir davranış sergileyebilir. Birçok farklı kişiyi veya düşünceyi temsil etmesi gereken bir yapıda bulunan yönetici demokratik bir yöntemle farklılıkları dikkate alabilir ve iyiye yaklaşabilir. Ancak bir savaş durumunu ele alırsak, yönetici/lider konumunda yer alan komutan savaş koşullarında sayısı yüzler, binler, on binler veya yüz binler ile ifade edilebilecek bir insan topluluğu ile demokratik bir iletişim kurma olanağına sahip değildir. Bu olanağa sahip olsa da mevcut koşullar komutanı en kısa sürede en iyi kararı vermesi için zorlar ve bu durumda herkes ile fikir alışverişinde bulunmak büyük bir vakit kaybına sebep olacaktır. Etkin rol, sadece işleyiş ile ilgili değildir. En iyi kavramına ulaşabilmek için yapı planını değiştirdiği gibi amacını da değiştirebilir. Modern yönetim yaklaşımlarından önce yer alan Klasik ve Neo-Klasik teoriler, her koşulda ve her yapıda geçerli bir en iyi arayışına girdikleri için düşünce sistemi içerisinde iki ekstrem ucu temsil etmektedir. Bu ekstrem uçlar arasında içsel ve dışsal unsurları inceleyen ve bu unsurlara göre şekil alabilecek olan geniş bir alan/bölge bulunmaktadır. Organizasyon içerisindeki sorun; durum ve koşulun nasıl inceleneceği sorunudur. Durumsallık yaklaşımı ile ilgili yapılan araştırmalarda iki araştırma konusu öne çıkmıştır. Bunlardan bir tanesi örgüt yapısının teknoloji ile olan ilişkisi diğeri ise örgütün çevre ile olan ilişkisidir. Bu araştırmalara kısaca değinmek gerekirse:
Joon Woodward’ın Yaptığı Araştırma: Örgütün yapısı ve kullandığı/etkilendiği teknoloji arasında bir uyum olmalıdır.
James Thompson’un Yaptığı Araştırma: Örgüt yapısının kullandığı/etkilendiği teknoloji çözümleyici, bağlı ve yoğun teknolojidir.
Tavistock Enstitüsü’nün Yaptığı Araştırma: Teknoloji; çevresel bir etkendir, örgütten bağımsızdır ancak bundan etkilenecek olan örgüte hangi teknoloji nasıl belirlenmelidir sorusu üzerinde yoğunlaşır.
Aston Grubu’nun Yaptığı Araştırma: Örgüt ve örgütün gerçekleştirdiği organizasyon büyüdükçe normalleşme de artar. Burada kastedilen büyüklük kavramı ise sayısal bir kavram olarak çalışan personel sayısını ifade etmektedir.
KAYNAK BAĞIMLILIĞI YAKLAŞIMI
Örgütlerle ilgili yapılan çalışmalarda, örgütün gücünün tanımlanmasını hususunda dikkat çeken temalardan biri “Bağımlılık” kavramıdır. Bu durum; gücün örgütler açısından yorumlanması zeminin sunar. Yaklaşıma giriş yapmadan önce “Kaynak” dediğimiz kavramı açıklamamız gerekir. Kaynak; işletmenin/örgütün üretimini sağladığı ve pazarlama işlevi ile piyasada bulunduğu hammadde ve yarı mamul ihtiyacını karşılayan üründür. Örgütün içinde bulunduğu rekabet ortamı içerisinde varlığını sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmesi için kaynak bulmalı, kaynaklarını çeşitlendirmeli ve arttırabilmelidir. Bu durum rekabet içerisinde avantaj sağlar, avantajın devam etmesi için ise değişen pazar koşullarına karşılık verilebilmelidir. Teori bu nedenle kaynağın güvenli, istikrarlı ve belirsizlikleri giderecek, riskleri ortadan kaldıracak bir şekilde temini ile ilgilidir. “Örgütler ayakta kalabilmek için kaynaklara ihtiyaç duyarlar ve bu kaynakları elde edebilmek için, söz konusu kaynakları kontrol eden çevre ile ilişki kurmalıdırlar ve aslında birçok kaynağı elde etmek için ihtiyaç duydukları başka örgütleri de içine alan bir çevrede faaliyette bulunurlar” (Dikili, 2014, s. 155). Kaynak temini gerçekleşirken çevresel etkenler de önemli bir yer tutmaktadır. “Bu bağlamda, kaynak belirsizliği örgütler açısından karşılaşılan çevresel zorlukların en önemlilerinden bir tanesidir” (Gürhan Uysal, 2008, s. 50). Kaynak belirsizliği, sadece çevresel etkilerden kaynaklanan bir problem değildir, örgütler de kaynak seçiminde hata yapabilir veya aşırıya kaçabilir. “Ancak herhangi bir stratejik iş birliğine dayanmadan yapılacak kaynak yatırımları, arzu edilen sonuca ulaşmada yetersiz kalabilmekte ve örgütlerde gereksiz kaynak israflarının yapılmasına neden olabilmektedir” (Cemalettin Öcal Fidanboy, 2013, s. 124). Bu nedenle örgütün varlığını devam ettirebilmesi için girdi sağlayıcısı olan sunuculara ve çıktıların tüketilebilmesi için kullanıcı/tüketicilere bağımlıdır. Ancak hiçbir yapı sürekli olarak sabit kaynaklara bağımlı kalmak istemez. Bu nedenle bağımlılıklarını azaltmanın çabasını verir. Etkisel çevrede yer alan kişilerden makam sahibi olanları veya liderlik etme özelliğini barındıran yöneticileri kendi bünyesine transfer edebilir veya şirket/örgüt evliliği dediğimiz yöntem ile iki farklı şirketin/örgütün çevresinde yer alan yöneticileri içine alarak direkt bağlantı noktaları oluştururlar. Bu nedenle daha çok strateji ağırlıklı bir yaklaşım olarak ön plana çıkar.
NÜFUS EKOLOJİSİ KURAMI
1970’li yıllarla birlikte (özellikle ikinci yarısından itibaren) temelleri atılmaya başlanan “Örgüt Ekolojisi” veya diğer bir isimler Nüfus Ekolojisi Kuramı; örgütlerin ve yöneticilerinin karar alma mekanizmalarını çevrenin ve örgütlerin de bu çevreye uyum sağlama amacı güderek değişmesi ve çeşitlilikler göstermesini, uyum sağlayabilen örgütlerin sağlıklı bir şekilde ayakta kaldığını açıklamaktadır. Bunu sağlamak için dünya üzerindeki biyolojik farklılık ve çeşitliliklerle benzer paydalar bulmaya çalışır. “Örgütsel ekoloji yaklaşımının ana fikri şöyle özetlenebilir: Doğadaki canlı varlıklar nasıl doğal bir seçimle elenip bir kısmı yaşamını kaybederken diğer kısmı bir evrim içinde gelişerek yaşamlarını sürdürüyorsa, örgütler için de bu durum bunun bir benzeridir” (Oya Erdil, 2010, s. 18). Bu doğal seçilimden hareketle incelenen temel nokta; örgütlerin yeni koşullara göre doğması veya yeni koşullara uyum sağlaması, uyum sağlayamayan örgütlerin ise tamamen yok olması veya sayılarının azalmasıdır. Değişkenlik gösteren bu çevre koşulları bir evrim süreci/kuramı ile açıklanmaktadır. Evrim sürecinin iki farklı yorumu şu şekildedir:
A-) Lamark Evrim Kuramı: Türler hayatlarına devam ederken çevresel koşullar farklılık göstermeye başlamıştır. Bu farklılık karşısında uyum sağlayabilmek ve hayatta kalabilmek için türler de değişim geçirmiştir. Örneğin; yiyecek ihtiyacını karşılayabilmek için boyunları uzayan zürafalar verilebilir.
B-) Darwin Evrim Kuramı: Türler, değişen çevresel faktörlerden bağımsız olarak değişim geçirmiş, geçirdikleri bu değişim sonrası çevreye uyum sağlayabilen türler hayatta kalmıştır.
Lamark evrim kuramını adaptasyon ile açıklarken, Darwin evrim kuramını önce mutasyon, sonra adaptasyon ile açıklar.
“Örgütsel ekolojide, kurum veya örgütler çevrelerine ancak sınırlı tepki verebilirler. Kurum ve örgütlerin yaşamlarını sürdürebilmek için sadece verimli olmaları da yetmeyecek, çevredeki diğer kurumları da dikkate alarak gerekirse onlara ayak uydurmaları ve kendilerini bu şekilde meşrulaştırmaları da gerekecektir” (Güneş, 2012, s. 117). Değişimin ve çeşitliliğin yanı sıra sektör içerisinde bulunan örgütlerin nüfus yoğunluğu da önemlidir. Sektörler, Pazar içerisinde “Kovuk” olarak adlandırılır ve nüfus, sektörde yer alan kovukların kapasitesine bağlıdır. “Sektörler kovuk (niche) olarak tanımlanmaktadır. Her kovuktaki nüfus yoğunluğu kovuğun taşıma kapasitesine bağlıdır. Kovuktaki kaynaklar yenilerin girmesine yetmeyecek kadar azalmışsa yeni örgütler o kovukta yer alamazlar” (Leblebici, 2004, s. 290). Bu durum, örgütlerin karar alma süreçlerindeki stratejik hamlelerinde etkili olabilecek bir kuramdır. Nüfus Ekolojisi, kendinden önce var olan çevreci kuramlardan farkını şu şekilde ortaya koymaktadır; önceki diğer çevreci kuramlar örgütleri tek tek ele alırken, nüfus ekolojisi kuramı sektör adı verilen pazarda bulunan örgütleri grup olarak ele alır ve grubun çevreyle olan ilişkisini inceler. Örgütler, yapılarına göre büyük veya küçük örgütler olsa da farklı faaliyet alanları içerisinde yer alsa da aynı popülasyon içerisinde yer alabilir. Potansiyel açıdan bakıldığında, kurulan her yeni işletme, sektör içerisinde yer alan büyük işletmelerin doğal rakibi konumundadır.
İŞLEM MALİYETİ KURAMI
Modern Yönetim Kuramları, özellikle 1970’lerden sonra örgütleri ve yapıları daha çok iktisadi temelleri baz alarak incelemeye çalışmış ve bu alanda yeni kuramlar/teoriler üretmeye başlamıştır. Ancak işlemin ekonomik anlamda ilk analizi 1934 yılında John R.Commons tarafından ortaya çıkmış, 1937’de ise Ronald Coase “Firmaların Doğası” adlı makalesinde işlem maliyeti kavramını geliştirmiştir. Bu iktisat temelli kuramlardan en çok dikkat çekeni ise İşlem Maliyeti Kuramı olmuştur. Temel inceleme alanı; örgütün doğası ve verimliliği ve bu verimliliği sağlarken gerçekleştirdiği işlemlerin maliyet oranının/miktarının asgari seviyeye indirmek için kullanılan mekanizmaların işleyişidir. “Üretim sürecinde gerçekleştirilen işlemlerin temel amacı, faaliyet sürecindeki ilişkileri belirli bir sistem içerisinde, bu sisteme uygun olarak düzenlemek, faaliyetleri birbiriyle uyumlu hale getirmek ve çatışmaları gidermektir. Bu işlevleri ile değişim (Exchange) sürecinde yapılan işlemler, süreci standartlaştırmakta ve güvenilir kılmaktadır” (Kamil Demirhan, 2016, s. 106). Bu maliyetler ürünün kendi maliyeti değildir, ürünü satın alırken ve değişimin etkisiyle ürünün maliyetine eklenen ek maliyetlerdir. Başka bir deyişle işletmenin neden ürünü kendi bünyesinde üretmeden, dışarıdaki bir paydaştan aldığını veya dış bir paydaştan alınan bir üründen neden vazgeçerek kendi içerisinde üretmeye başladığı sorularıyla ilgilenir. İşlem maliyetinin iki eğilimi bulunmaktadır: Hiyerarşik örgütlenme ve İşlemlerin piyasaya bırakılması.
Bu iki eğilim ise üç farklı faktörden beslenmektedir. Bunlar: Varlık özgüllüğü, belirsizlik ve işlemin sıklığıdır. Belirsizlik adı verilerek açıklanan olgu çevresel ve davranışsal belirsizliğe vurgu yapar. Belirsizliğin yarattığı sonuç ise uyum sorunudur ve işlem maliyeti artar. “Örgütler arası işbirliğine dayalı anlaşmaların üstünlüğü yetenek gelişimini hızlandırmak ve bilgi belirsizliklerinin riskini azaltmaktadır. Bütünleşmiş bir yapıda örgüt diğer örgütlerle işbirliği içinden olmadığından ilişkisel rantlar elde etmek olası değildir. Piyasa mübadelesinde ise örgüt diğer örgütlerle bir ilişkiye sahiptir, fakat mübadeleler ilişkiye özgü değildir; bu nedenle ilişkisel rant sağlamak için bir kaynak oluşmamaktadır” (Gürçaylılar-Yenidoğan, 2013, s. 124). İşlem Sıklığı boyutu ise işlemlerin hangilerinin ve ne kadar sıklıkla tekrarlandığı ile ilgilenmektedir. İşlemin birbirine yakın sürelerde ve düzenli olarak tekrar edilmesi aynı zamanda o işte çalışan bireylerin/personellerin işte uzmanlaşması anlamına gelmektedir. En çok önem atfedilen boyut olan Varlık Özgüllüğü ise bir yatımından çok özel bir işlemin gerçekleşmesine sebep olan özgür bir yatırımı karşımıza çıkarır. Ürün, sıradan bir ürün olmadığından piyasa yeterli değildir veya taşıdığı risk faktörü nedeniyle maliyetleri arttırmaktadır. Bu nedenle özel bir işlem gerekmektedir. Ancak eğer ki piyasada bulunabilir ve temin edilebilirse elbette ki bu yöntem tercih edilir. “İşlem maliyetleri, verimliliği düşürdüğü gerekçesiyle piyasa başarısızlıklarının temel nedeni olarak görülse de, değişim sürecinde ihtiyaç duyulan düzenleme, uyum ve güvenlik ihtiyacı nedeniyle piyasa faaliyetleri için vazgeçilmez bir gereklilik olarak görülmektedir” (Kamil Demirhan, 2016, s. 108).
İşlem maliyeti kuramının iki davranışlar varsayımı bulunmaktadır. Bunlar “Sınırlı Akılcılık” ve “Fırsatçılık” olarak adlandırılır. Sınırlı Akılcılık; örgüt/şirket içerisinde ekonomik işlemleri gerçekleştiren veya ekonomik işlemler hakkında karar alıcı konumunda olan kişilerin rasyonel bireyler olmak istemesi ancak sınırlı bir şekilde olabilmelerini kastetmektedir. Fırsatçılık ise ekonomik işlemleri gerçekleştiren veya bu işlemler hakkında karar alıcı konumda olan kişilerin kendi çıkarlarını örgüt/şirket çıkarlarına eş veya üstün tutarak kendi çıkarlarına uygun davranışlarda göstermesini anlatmaktadır.
Kaynakça
Cemalettin Öcal Fidanboy, H. A. (2013). Kaynak Bağımlılığı ve Stratejik İşbirliği İlişkisi: Kaynak Özelliklerinin İş Birliği Oluşumuna Etkileri. Savunma Bilimleri Dergisi, 12(1), 124. 03 01, 2019 tarihinde alındı
Dikili, A. (2014). Örgütlerde Güç Kavramı: Eleştirel Yönetim Çalışmaları İle Kaynak Bağımlılığı Yaklaşımı'nın Bakışlarına Dair Karşılaştırmalı Bir Analiz. Yönetim Bilimleri Dergisi, 12(23), 155. 01 03, 2019 tarihinde alındı
Güneş, M. (2012). Kamu Yönetiminde Sosyal Çevrenin Ekolojik Düşünce İle Algılanması. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 117. 01 03, 2019 tarihinde alındı
Gürçaylılar-Yenidoğan, T. (2013). Yeni Kurumsal İktisat Geleneğinde İşlem Maliyeti Teorisinin Rolü ve Son Gelişmeler. Business and Eceonomics Reserarch Journal, 124. 01 03, 2019 tarihinde alındı
Gürhan Uysal, İ. İ. (2008). Kaynak Bağımlılığı Teorisi'nin Kritik Bir Unsuru Olarak Kaynak Belirsizliği ve Müşteri - Tedarikçi Arasındaki İlişkisel Değişime Etkisi. Yönetim ve Ekonomi Dergisi, 15(2), 50. 01 03, 2019 tarihinde alındı
Kamil Demirhan, U. S. (2016). İşlem Maliyeti Kuramı Çerçevesinde Devletin Gerekliliği Tartışması ve Güncel Kamu Yönetimi Yaklaşımları Üzerine Bir İnceleme. Uluslararası Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 2(4), 106. 01 03, 2019 tarihinde alındı
Koçel, T. (1982). İşletme Yöneticiliği. İstanbul: Beta Basım Yayın. 01 03, 2019 tarihinde alındı
Leblebici, D. N. (2004). Örgüt-Çevre İlişkisinde Yeni Perspektif Arayışı: Dinamik Örgütsel Çevre ve Örgütsel Doku. H.Ü İktisadi ve İdari Bilimder Fakültesi Dergisi, 22(2), 290. 01 03, 2019 tarihinde alındı
Oya Erdil, A. K. (2010). Örgütsel Ekoloji Kuramından Stratejik Yönetim Anlayışına. Doğuş Üniversitesi Dergisi, 18. 01 03, 2019 tarihinde alındı
Salık, S. (20015). Modern Yönetim Yaklaşımları. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi(5), 3. 01 03, 2019 tarihinde alındı
Tecim, V. (2004). Sistem Yaklaşımı ve Soft Sistem Düşüncesi. D.E.Ü. İ.İ.B.F.Dergisi, 19(2), 79. 01 03, 2019 tarihinde alındı