Fransız Devrimi'nin İnsanlık Kazanımı: Yurttaşlık Kavramı
- İlkcan Alkurt
- 7 Tem 2018
- 11 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 12 Şub 2020

A. Polis’ten Başlayan Yurttaşlık Macerası
B. Fransız Devrimi’ne Hazırlanan Sürecin Değerlendirilmesi
C. Düşünsel Açıdan Devrim ve Yurttaşlık
D. Sonuç
A. Polis’ten Devrim’e Yurttaşlığın Macerası
Dünya üzerinde yaşayan insan toplulukları, öncelikli olarak güvenliklerini sağlamak açısından birlikte hareket etmeye yatkın olan varlıklardı. Bu güvenlik ihtiyacı, aynı zamanda birlikte hareket etmenin gerekliliği olarak, zaman içerisinde iş bölümünü de beraberinde getirdi. Bu nedenle diyebiliriz ki doğa; insanların birlikte yaşama ve örgütlenme ihtiyacını kendisi yaratmıştır. Güvenlik, barınma, yiyecek imkânı, iklim koşulları gibi faktörler, göçebe insan topluluklarının sürekli hareket etmesini sağladı. Bu durum aynı zamanda farklı kültürlerle etkileşimi de beraberinde getirdi. Üzerinde yaşadıkları toprağı kullanabilmeleriyle birlikte yerleşik hayata geçme aşamalarını yaşadılar. Ancak göçebeliğin getirdiği farklı kültürleri tanıma imkânı nedeniyle tüccarlık her zaman faaliyet gösterdikleri bir alan oldu. İlk toplu yaşam biçimleri kabile tarzıydı. “Polis” adı verilen şehir devletlerinin ortaya çıkış süreci, toprağın, topluluk üyeleri tarafından kullanımı, ortak bir malın bölüşülmesi esasına dayanıyordu. Eski Yunan dediğimiz bölge, coğrafi koşulları açısından incelendiğinde dağlık bir alanı kapsamaktadır. Bu nedenle Eski Yunan, küçük bölgelere ayrılmış durumdaydı. Ticaret ve ticaretin getirdiği kazanç, yani para ile birlikte her bölgede kendini ayrıcalıklı gören insanlar ortaya çıkmaya başladı. Tam da bu noktada, bizim “Aristokratik” dediğimiz soylu sınıf, topluluk üyelerince bölüşülerek kullanılan toprak üzerinde, kişisel mülk fikrine sahip olmaya başladı. Geride kalan çoğunluk sınıf ise, her bölgede bulunan ve adına “Pazar” denilen bölgelere yönelerek kent tipi, farklı yaşam alanları oluşturmaya başladı. Kentleri ve kentlerde bulunan pazar ekonomisi içerisinde yer alan köyleri bir araya getiren kırsallar zamanla polisi oluşturmaya başladı. Bu topluluğun üyeleri “Agora” denilen, karar verici meydanlarda geleceklerine ilişkin kararlar tayin ediyordu. Eksiklikleri, farklılıkları, mekanizmaları ve toplum üzerindeki karar verme etkisiyle dönemin Meclis’i gibiydi. Ancak tarıma dayalı kentleşme düzeni ve agora karar merkezi, polis dediğimiz şehir devletini açıklamakta eksik kalır. Karanlık Çağ’ın arkasından gelen bu dönem aynı zamanda kutsallıkların da evrildiği ve aristokratikleştiği bir dönemdir. “Bu ihtimali güçlendiren olguların başında Yunan polislerini kuşatan Olympos tanrıları dininin de Homerik Çağ’da şekillenmeye başlaması, yani yeni bir kutsallığın tezahür etmeye başlaması gelmektedir. Homeros’un anlattığı düzen kabilesel bir düzendi. Bu düzende en önemli şeylerin başında gelen dini anlayış ya da kutsallık algısı, atalar kültü ve buna bağlı olarak ocak tapımıydı. Her evin ocağı kutsaldı” (Ağaoğulları, Sokrates'ten Jakobenlere Batı'da Siyasal Düşünceler, 2011, s. 27). Kutsallığın getirdiği tanrılar yol gösterici görevini üstlenen koruyuculardı. Bir başka polis örneği olan Sparta; kabile tipi özelliklerinin evriliş alanı, eşitliğin eşitsizliğe dönüşümünün yaşandığı yerdi. Sparta, tüccarlığın ve doğal olarak kültürel tanışma alanı olan kıyıların olduğu bir alanda değildi. Bu nedenle ekonomisini sadece tarıma dayalı kurmuştu. Tarım demek, aynı zamanda iş gücü demekti. Sparta, toprağı ortak mülkiyet alanı olarak görüp bölüştüğü gibi toprak üzerinde yaşayan insanları da mülk olarak gören bir yapıdaydı, yani köleleştirmenin çıkış noktasıydı. Toprak kölesi “Serf” veya “Helot” toprak gibi aristokrasi ailelerine aitti. Toplumu ise 3 katmandan oluşuyordu: Spartiatlar, Perioikoslar ve Helotlar. Sparta, disipline ve disiplinin de örgütlülük getirdiği askeri güce sahipti. Bu durum, farklı kültür temalarıyla tanışmaktan çok, içe kapanık ve katı bir yapıyı beraberinde getiriyordu. Oysa “Atina” farklıydı, süslü, renkli ve sesi. Siyasal haklar göz önüne alındığında Atina’da halkın diğer polislere göre daha egemen bir yaşayışı vardı. Herkesin eşit olarak siyasal iktidara katılması ilke olarak benimsenmiş ve devlet görevlilerinin halk tarafından denetlenmesi sağlanmıştı. Atina’da ve Sparta’da yurttaş olarak nitelendirilebilmek için özgür olmak gereklidir. Dikkat edilmesi gereken nokta ise özgürlük dediğimiz kavrama sahip olmak demenin, köle olmamak ile aynı anlamı taşıyor olmamasıdır. Bu özgürlük, dönemin koşullarındaki karşılığı ile “Başına Buyrukluk” olarak karşımıza çıkar. Peki, başına buyrukluk nedir? Herhangi bir biçimde, yurttaşlar tarafından yönetilen ve efendisi olmayan kimsedir. Yurttaşlığın prensibinde polisi var etme anlayışı vardır. Ancak bu anlayış ters mantığıyla beraber yaşar. Yani yurttaşı var eden de polistir. Bu nedenle ortak mülkiyet-özel mülkiyet ayrımı olmadığı vurgusu görülür. Demokrasinin yani “Demos” kavramının ortaya çıkışı da büyük eşitsizlikler içerisinde eşitlik arama mücadelesidir.
B. Fransız Devrimi’ne Hazırlanan Sürecin Değerlendirilmesi
Fransız Devrimi dediğimizde aklımıza gelen belki de ilk cümle “Yükselen Milliyetçilik Akımı” ile başlar. Oysa devrimin toplumsal, düşünsel ve ekonomik sebepleri devrimi hazırlamıştır. Düşünsel sebeplerini “Düşünsel Açıdan Devrim ve Yurttaşlık” başlığında inceleyeceğimiz için şu an odaklanacağımız nokta; devrimi hazırlayan toplumsal dinamikler ve ekonomik nedenlerdir. Bir devrimin veya iktidara karşı isyanın temelinde öncelikli olarak toplumun en temel öznesi olan yurttaşın ekonomik yaşam düzeyi vardır. Devrimden önce Fransa’da tarımsal faaliyetler hiç olmadığı kadar kötüye gitmeye başlamıştı. Ticaret gelişmeye başlamış olsa da artan nüfus ve iklimsel faktörler ekonomik açıdan yurttaş için zor dönemleri beraberinde getirmiştir. “1788’den 1789’a geçerken, tanrılar da sanki bir halk devrimini hazırlamak için sözleşmiş gibiydi. Bahardaki kuraklığı, hazirandaki dolu fırtınası izledi; ekinler mahvoldu. Ardından da Fransa tarihinin en soğuk kışlarından biri yaşandı” (Trask, 2005, s. 85). Temel besin maddelerinden biri olan buğdayın fiyatları artınca açlık öfkeyi de beraberinde getirdi. Toplumsal yapıya göz attığımızda ise kilisenin rolü en ön planda kendisini göstermektedir. Dini yapılar; kendilerine biat eden ve sorgulamayan bireylerden kurulu bir toplum düzeni ister. Dönemin Fransa’sında ise kitaplar yaygınlaştırılmış, gazeteler, bildiriler ve broşürler ile fikirler aktarılmaktaydı. Halkta bilinçlenme evrimi yaşanan bir dönemde, döneme bağlı olarak yükselen bir kültürel seviye oluşmaktaydı. Ekonomik sebeplerle bunalan yurttaşlar topluluğu, aristokrat kesimin kendi çıkar ve statülerini koruma isteğini fark ediyordu. Bu nedenle devrimin sloganı “Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” olacaktı. Kilisenin baskın tutumu, iktidar sahiplerinin yüksek vergi dayatması, toplum içerisinde artan eşitsizlik ve yurttaşların ayrımsız bir arada yaşama isteği… Yetkilerin dini temellere dayandırılarak tek elde yani kralda toplanması, devrimden çok öncesinde fitili yavaş yavaş ateşlemiştir. “16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Fransa’da feodal düzenin yerini diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi merkezi monarşinin aldığı görülecektir. Böylece devletin yetki ve fonksiyonları kalın elinde toplanmıştır” (Göze, 2009, s. 564). Taşra soyluları olanlar ile kentli burjuvazinin fakirleşme-zenginleşme dengesizliği doğuyorken, bir de buna sanayinin gelişmesi ekleniyordu. Tek kurtuluş yolu devrimdi. “Çünkü Devrim, bireylere hiçbir özerk alan tanımayan ve egemene uyruklarının yaşamları ve mülkiyetleri bakımından ahlaksal engeller dışında bir başka engel getirmeyen mutlak monarşiden kesin bir kopuşu ifade eder” (Ağaoğulları, Fransız Devriminde Birey-Devlet İlişkisi (1789-1794), 1989, s. 195). Dönemin öne çıkan fikir insanlarından Emmanuel Sieyes devrimden birkaç ay önce yazdığı kitabıyla ün kazanmış ve siyaset sahnesinde parlamıştır. “’Siyaset, benim tamamlamış olduğumu düşündüğüm bir bilimdir’, diyen Sieyes, Üçüncü Tabaka Nedir? ’in ilk sayfasında, üç soru sorar ve bunlara kısacık yanıtlar verir: 1/Tiers etat nedir? – Her şey.
2/Siyasal düzende şimdiye kadar ne olmuştur? – Hiçbir şey.
3/Ne istiyor? – Bir şey olmak.” (Ağaoğulları, Sokrates'ten Jakobenlere Batı'da Siyasal Düşünceler, 2011, s. 598).
Fransız Devrimi döneminin öncesi, kendisi ve sonrasında fikirleriyle yön veren isimler, bir felsefenin ürünü olan Fransız Devrimi’ni şekillendirmektedir. “Özgürlüğü, kanunlar tarafından yasaklanmayanı yapabilmek olarak tanımlayan Montesquieu, egemenliğin kullanılması açısından Halk egemenliğini savunan J.J. Rousseau, insanların düşünce ve inançları nedeniyle yargılanmasını keyfilik olarak niteleyen Voltaire Devrim’e damgasını vurmuş düşünürler” (Öndül, 1989, s. 688). Toplumsal ve ekonomik nedenlerle birlikte, devrim hareketinin kim tarafından, kime karşı, hangi sebeplerle yapıldığına dair tarihçiler arasında birçok görüş farklılığı olsa da otoritenin gücüne karşı, otorite gücü bulunmayanların eylemliliği kesindir. “1789’da Fransa’da başlayan siyasal ayaklanmanın adı olan “Fransız Devrimi’nin” nedenleri üzerinde tarihçiler birleşememekte, bazıları bu olayı “Aydınlık Çağı”nın bir entelektüel hareketi olarak görürken, bazıları ezilen sınıfların feodal zulme karşı ayaklanması olarak telakki etmektedir” (Giritli, 1989, s. 539). Devrimin ateşi bir kez yandıktan sonra, onu ne kadar söndürmek isteseniz de sadece erteleyebilirsiniz. 05 Mayıs 1789 tarihinde Versailles’da toplanan Etats Generaux’da tiers etat grubu büyük çoğunluğu elinde bulunduruyordu ve bu çoğunluk burjuvalardan oluşuyordu. Kral ise siyasi değişimlerin tamamına karşı bir tavır takınıyordu. 17 Haziran’da ilan edilen “Ulusal Meclis” ve hemen arkasından 09 Temmuz’da “Ulusal Kurucu Meclis” krala geri adım attırmayı başardı. Burjuvazi çoğunluğuna sahip bu devrim gerçekleşmişti ancak esas devrim büyük halk kitlelerinin gerçekleştireceği devrimdi. Ancak hem kırsal bölgelere haberlerin geç ulaşması hem de kralın bu gelişmeler karşısında hamle yapacağı düşüncesiyle “Sans-culottes”, tarihte bu olayla ünlenecek olan Bastille Hapishanesi’ni ele geçirdi. Bu hapishane simgeseldi ve halk kralın simgelerine karşı çıkıyor, simgeleri yıkıyordu. Köylü devrimi diyebileceğimiz üçüncü devrim veya devrimin üçüncü aşaması temmuz ayı sonuna doğru gerçekleşti. 26 Ağustos tarihinde ise “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi” kabul edildi.
“Ulusal Meclis’in tasarladığı gibi Fransız halkının temsilcileri, tek sebebinin resmi kötü durum ve yönetim bozukluğunun olduğu insan hakları konusundaki habersizlik, dikkatsizlik veya küçümsemeyi de göz önünde tutarak; insanların doğal, devredilemez ve kutsal olan haklarını önemli bir bildirge ile açıklamaya karar vermiştir. Bunun amaçları da: Madde 1: İnsanlar, haklar bakımından özgür ve eşit doğar ve yaşarlar. Sosyal farklılıklar ancak ortak faydaya dayanabilir.
Madde 2: Her bir politik toplumun amacı; insanın doğal ve dokunulamaz haklarını korumaktır. Bunlar; özgürlük hakkı, mülkiyet hakkı, güvenlik hakkı ve baskıya karşı direnme hakkıdır.
Madde 3: Egemenliğin temeli, esas olarak ulustadır. Hiçbir kuruluş, hiçbir kimse açıkça ulustan kaynaklanmayan bir iktidarı kullanamaz.
Madde 4: Özgürlük başkalarına zarar vermeden istediğini yapabilmektir: Her bir insanın doğal haklarını kullanması da toplumun diğer üyelerinin de aynı hakları kullanmasını garanti altına alacak sınırlar içindedir. Bu sınırlar da sadece yasalarla belirlenebilir.
Madde 5: Yasa sadece topluma zarar verebilecek eylemleri yasaklar. Yasaların yasaklamadığı hiçbir şey engellenemez ve kimse yasanın emretmediği bir şeyi yapmaya da zorlanamaz.
Madde 6: Yasa genel iradenin ifadesidir. Bütün yurttaşlar bizzat veya temsilcileri aracılığıyla yasaların oluşturulmasına katılma hakkına sahiptir. Koruyan veya cezalandıran olarak yasa herkes için aynı olmalıdır. Bütün yurttaşlar yasalar önünde eşit olduğu için yeteneklerine uygun olarak ve özellikler ile yetenekleri konusunda ayrım görmeden, her türlü rütbe, mevkii ve göreve de eşit olarak getirilirler.
Madde 7: Yasanın belirlediği haller veya yasanın öngördüğü biçimin dışında başka bir yoldan hiç kimse suçlanamaz, yakalanamaz ve tutuklanamaz. Keyfi düzenlemeler yapılmasını isteyen, keyfi emirler veren, bunları uygulayan veya uygulanmasına izin verenler cezalandırılmalıdır. Ancak yasaya uymaya davet edilen veya yasalarca yakalanan her yurttaş yasalara itaat etmelidir. Yasalara karşı gelmek onu suçlu kılar.
Madde 8: Yasalar sadece kesin ve açık bir şekilde gerekliliği olan cezalar belirlemelidir ve hiç kimse suçun işlenmesinden önce ilan edilen ve gereği şekilde uygulanan yasalar dışındaki başka bir yasa nedeniyle cezalandırılamaz.
Madde 9: Her insan suçlu olduğuna karar verilinceye kadar masum sayılacağından, tutuklanmasının zorunlu olduğuna karar verildiğinde, yakalanması için zorunlu olmayan her türlü sert davranış yasa tarafından ağır biçimde cezalandırılmalıdır.
Madde 10: Hiç kimse inançları nedeniyle, bunlar dini nitelikteki inançlar olsa bile, tedirgin edilmemelidir; meğer ki, bu inançların açıklanması, yasayla kurulan kamu düzenini bozmuş olsun.
Madde 11: Düşüncelerin ve inançların serbest iletimi insanın en değerli haklarındandır. Bu nedenle her yurttaş serbestçe konuşabilir, yazabilir ve yayınlayabilir, ancak bu özgürlüğün yasada belirlenen kötüye kullanılması hallerinden sorumlu olur.
Madde 12: İnsan ve yurttaş haklarının güvenliği bir kamu gücünü gerektirir, bu nedenle bu güç herkesin yararı için kurulmuştur, yoksa bu gücün emanet edildiği kişilerin özel çıkarları için değil.
Madde 13: Kamu gücünün devamını sağlamak ve idarenin masraflarını karşılamak için herkesin bir vergi vermesi kaçınılmazdır. Vergi tüm yurttaşlar arasından olanakları oranında eşit olarak dağıtılır.
Madde 14: Tüm yurttaşların bizzat ya da temsilcileri aracılığı ile verginin gerekliliğini belirlemeye, vergilemeyi serbestçe kabul etmeye, vergi gelirlerinin kullanılmasını gözlemeye ve verginin miktarını, matrahını, tahakkuk biçim ve süresini belirlemeye hakkı vardır.
Madde 15: Toplumun tüm kamu görevlilerinden, görevleriyle ilgili olarak hesap sormak hakkı vardır.
Madde 16: Hakların güven altına alınmadığı kuvvetler ayrılığının yapılmadığı bir toplumda Anayasa yoktur.
Madde 17: Mülkiyet dokunulmaz ve kutsal bir hak olması nedeniyle, yasa ile belirlenen kamu ihtiyacı açıkça gerekmedikçe ve adil ve peşin bir tazminat ödenmedikçe, kimse bu haktan yoksun bırakılamaz” (Arslan, 2013, s. 24-25).
Devrim; toplumun bütün renkleri ile birlikte yapıldığı zaman anlam kazanırdı. Ancak yüzyıllar boyu kadının geri plana atılması, vatandaş/yurttaş ve birey sayılmaması burada da bir nevi kendini gösterdi. Devrim yanlısı ve devrim karşıtı gruplar içerisinde kadın-erkek eşitliğinin dayandığı statüsel eşitlik sağlanamadı. Böylelikle kadın, tüm bu süreç içerisinde iki farklı kanat ile kendisi mücadele vermek zorunda kaldı. Burada bir başka parantezi de açmak gerekir; kadın sadece siyasi/politik bir tavır içerisinde devrime katılmadı, aynı zamanda ekonomik nedenleri tetikleyen yiyecek fiyatlarına olan tepkisini göstermek isteyen kadınlar da vardı. Siyasi kaygısı olan kadınlar, ekonomik kaygısı olan kadınları, ekonomik kaygısı olan kadınlar da siyasi kaygısı olan kadınları ateşledi. Ancak bazen bu mücadele bile yetmedi. “Kadınların tüm bu direniş ve ayaklanmalarda hareketi başlatıcı rol oynamış olmalarına rağmen, devrimci örgütlenmelerin harekete hâkim olmalarıyla, kadınlar saf dışı kalmıştır. Çünkü devrim örgütlü bir yapıyı gerektirmekteydi, oysa ki kadınlar Fransız Ulusal Muhafızları, tartışma meclisleri, siyasal gruplar gibi devrimci kurumların hiçbirinin içinde yer alamıyorlardı” (Çakmak, 2007, s. 729).
Yurttaşlık özelinde incelediğimizde Fransız Devrimi, yurttaş ile devletin birbirilerine karşı sorumluluklarının olduğu, yurttaşın devletine ulus aidiyeti ile bağlanarak siyasal kültürün bir parçası olduğu, yetkisel gücün dünyevi hale daha görünür şekilde getirildiği, yurttaşlar arasında eşitlik duygusunun sağlandığı bir bağ oluşturmuştur. “Fransa’da ulus ve devlet kurma süreçleri de birbirine koşut olarak gerçekleştiğinden vatandaşlık, ulus devlete üyelik anlamına da gelmektedir” (Hakan Özdemir & Bakan, 2016, s. 35).
C. Düşünsel Açıdan Devrim ve Yurttaşlık
Montesquieu, Rousseau gibi filozoflar ile Aydınlanma dönemi filozofları devrim fikrinin düşünsel alt yapısını hazırlamışlardır. Montesquieu “Kanunların Ruhu Üzerine” adlı eserinde yurttaşların siyasal özgürlüklerini savunur. Ancak bunu sadece savunmakla kalmaz, güvence altına almak ister. Özgürlüğü oluşturan yasaların, anayasal güvence altında olmasından bahseder. Özgürlük tanımı da yurttaşın, yapmak istemediği bir şeyi yapmamasını işaret eder. Rousseau’nun doğa durumlarında, insan ilk doğa durumunda tam anlamıyla özgür ve diğer insanlarla eşittir görüşünü savunur. Toplum sözleşmesinde ise egemeni baskı altına alan bir sözleşmeden değil, bir anlaşmadan bahseder. Hükümdarın egemenliği, halk egemenliğine dayandırılır. Ancak bu toplum sözleşmesi aynı zamanda yurttaşın benliğini, yani kendisini yaratmaktadır. Yurttaşın erdem sahibi olması, yurttaşlar için özgürlüğü, özgürlük de devleti oluşturur. Bu zincirin en temel halkası yurttaşın kendisidir. Yurttaşlık kavramının temel yapı taşlarını oluşturan, zemini hazırlayan, siyasi gücün yurttaşa nasıl verileceğini ve bu gücün nasıl kullanacağını anlatan bir diğer düşünür Voltaire’dir. Voltaire demokrasi savunucusu bir filozof olmadı, onun için en iyi yönetim şekli; kral ve etrafında yer alan filozoflardan kurulu bir yönetim sistemiydi. Kral, filozoflarla birlikte halkı aydınlatmak, halka yol göstermek için yönetimde olmalıydı. Ömrü boyunca savunduğu iki temel olgudan biri din biri de yurttaşlık olmuştur. Yurttaş olmanın en temel özelliklerinden biri olan eşitlik ilkesini dile getirenlerden biri de Denis Diderot olmuştur. Diderot’a göre yurttaşlar yasalar karşısında eşit olmalıydı. Bu çok önemli bir söylemdir. Yasa karşısında eşit olan yurttaş, adaletin olduğu bir toplumda, gücün, herhangi bir siyasi-ekonomik etkinin altında kalmadan yönetim için işleyebildiğini göstermektedir. Bu nedenledir ki düşünce ve ifade özgürlüğü de savunduğu konular içerisinde yer almıştır.
Devrimden önceki bu düşünüşler, toplumun zaman içerisindeki dönüşümünü de gözler önüne sermektedir. Toplum, eski toplum değildir. Tanrısal gücün ve düşünüşün yerine artık aklı koymuş ve bunu benimsemiştir. Uzun bir süredir var olan, sorgulanmayan veya sorgulanamayan kurulu düzenden vazgeçerek, daha iyiye doğru olan yolculuğa çıkmıştır bir kere. Ülkenin çeşitli bölgelerinde, seçmenlerin yönetimden ve yöneticiden istekleri, şikayetleri “Dilek Defteri” adı verilen defterlere yazılırdı. Yine bu dönemde, krallığın içerisinde yer alan eğitimli kadronun, toplum ve yönetici hakkındaki önermeleri de kitap, dergi, broşür, gazete olarak yayılırdı. Diğer bir önemli konu da bildirgelerin isimlerindeki sembolik ama farklı anlamlar içeren ve gelişen ifadelerdir. “İnsan” ile başlayan bildirgeler, tarihsel süreç içerisinde elde edilen kazanımlar ve filozofların düşünüşleri ile harmanlanarak “Yurttaş” ifadesine doğru evrilmiştir. Yurttaşlık ifadesi, sonradan kazanılan bir güç olmanın verdiği ayrımı yaşarken insan dediğimiz olgu, doğuştan ve devredilemez haklara sahiptir. Fransa, kendi içerisinden olmayan, dışarıdan gelen fikir ve hareketleri benimsemiş ve ihtilale gidilecek yolda ve ihtilalde çizilecek haritada kullanmayı benimsemiştir. Fransız Devrimi ile ilgili Karl Marx’ın fikri ise, hayatı boyunca eleştirdiği burjuvazi üzerinden olmuştur. Burjuvazi, kendi çıkarlarını halkın çıkarlarının önüne koymuş, ancak kendi çıkarlarını da halkın çıkarları gibi göstermiştir. Halk kitlelerini ve köylüleri harekete geçiren şey de bu olmuştur. Devrim gerçekleştikten sonra ise saflar yeniden belirlenmiş ve burjuvazi yeni oluşan proletarya ile karşı karşıya gelmiştir. Marx’a göre bu devrim, bir “Fransız” devrimi değildi, bu açıkça yeni kurulan düzende yer alacak olan “Avrupa” tarzı devrimdi. Bu nedenle de bu devrimin getirdiği zafer, aslında toplumun belirli bir sınıf içerisinde yer alan üyelerinin eski siyasal düzene karşı zaferi değil, yeni düzen içerisindeki Avrupa toplumu için kabul ettikleri siyasal düzenin ilanıydı.
D. Sonuç
Fransız Devrimi’nin mottosu olan “Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkelerinin üzerine inşa edilen, siyasi bir kimliği bulunan “Yurttaşlık” kavramı, modern tarih boyunca, her dönemde kilit bir kavram olmuştur. Eski Yunan’da, Polis adını alan şehir devletinde yurttaş; polisin içerisinde yer alarak polisin kendisini oluşturan yerli halk tabakası olarak ortaya çıkar. Bu aynı zamanda azınlık bir zümre olan toprak sahiplerini betimler. Roma siyasal düşüncesi içerisinde ise; toplumunda kabul görmüş bir soya dayanan, yetişkin, erkek bireyler yurttaşlığın bu dönemdeki bir nevi karşılığıydı. Günümüz Fransa ve Almanya topraklarının bulunduğu coğrafyayı yer edinen alanda ortaya çıkan Roma sonrası, kent yaşamının önemini yitirerek bölgesel iktidar sahiplerinin doğduğu Feodalital Dönem’de, toprak sahibi olan senyörler yurttaş olarak görülmekteydi. Siyaset Bilimi’nin kurucu ismi sayılan Niccolo Machiavelli’nin tanımladığı yurttaş kavramı, Montesquieu, Voltaire, Denis Diderot ve Jean-Jacques Rousseau gibi önemli düşünürler tarafından farklı açılardan ve tanımlardan yorumlandı. Ancak “Yurttaşlık” kavramı, Fransız Devrimi ile birlikte toplumda siyasal bir anlam kazandı. Fransız Devrimi’nin temelini oluşturan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ile yurttaşlık, yadsınamaz bir gerçeklik haline geldi. Elbette günümüz koşullarından baktığımız pencereden eksik yönlerini, unutulan veya arka plana atılan “Kadın” bireyin yurttaşlığını açıkça görebilmekteyiz. Bu çalışmada “Yurttaşlık” kavramının, toplumlar ve bireyler üzerindeki önemi ve gerekliliği gözlenerek, dönemsel koşullardaki yeri ve gelişimi incelenmiş ve kavramın düşünceler üzerindeki etkisi ve bu etki ile kendini geliştirmesi yorumlanmıştır.
Kaynakça
Ağaoğulları, M. A. (1989). Fransız Devriminde Birey-Devlet İlişkisi (1789-1794). Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 44(3), 195-228. 03 15, 2018 tarihinde alındı
Ağaoğulları, M. A. (Dü.). (2011). Sokrates'ten Jakobenlere Batı'da Siyasal Düşünceler. İstanbul: İletişim Yayıncılık A.Ş,. 03 15, 2018 tarihinde alındı
Arslan, A. (2013, 06 01). Genç Hukukçular Hukuk Okumaları: Birikimler 4. 03 15, 2018 tarihinde http://www.genchukukcular.org: http://www.genchukukcular.org/default.asp?sayfa=icerik_detay&icerik=64 adresinden alındı
Çakmak, D. (2007). Fransız Devriminde Kadın:Eksik Yurttaş. Ege Akademik Bakış, 727-745. 03 15, 2018 tarihinde alındı
Giritli, İ. (1989). Fransız İhtilali ve Etkileri. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 5(15), 239-549. 03 15, 2018 tarihinde alındı
Göze, A. (2009). Siyasi Düşünceler ve Yönetimler. İstanbul: Beta Yayınları. 03 15, 2018 tarihinde alındı
Gürcan, E. C. (2011). 1791 ve 1793 Fransız Anayasaları'na İlişkin Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. 03 15, 2018 tarihinde alındı
Hakan Özdemir, & Bakan, S. (2016). Ulus Devletin Oluşumu ve Sorunları Açısından Almanya ile Fransa’nın Karşılaştırılması. Bitlis Eren Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 5, 19-58. 03 15, 2018 tarihinde alındı
Öndül, H. (1989). 1789 Fransız Devrimi ve Etkileri. Ankara Barosu Dergisi(4), 688-692. 03 15, 2018 tarihinde alındı
Saklı, A. R. (2012). Fransa ve Almanya'da Uluslaşma Süreci ve Ulus Bilincinin Oluşumu. Akademik Bakış Dergisi(32), 01-19.
Trask, S. (2005). Fransız Devrimi'nin Gerçek Sebebi Neydi? Liberal Düşünce Dergisi(37), 79-86. 03 15, 2018 tarihinde alındı
Comentarios