top of page
Ara
İlkcan Alkurt

Ortanın Solu

Güncelleme tarihi: 12 Şub 2020


ÖZET;

Türk siyasal hayatı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasıyla birlikte önce tek parti iktidarı, ardından çok partili siyasi hayat denemeleri ve 1950 yılından itibaren günümüze kadar çok partili dönem olarak belirli aşamalardan geçmiştir. Bu çalışmada “Kurtuluşta, kuruluşta ve devrimde” sloganıyla cumhuriyeti kuran parti olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeni bir kimlik arayışına girdiği, İsmet İnönü'nün üçüncü dönem başbakanlığının bittiği 25 Şubat 1965'ten, yaşamının sona erdiği 25 Aralık 1973'e kadar geçen 8 yıl 10 aylık sürede ortaya çıkan, güçlendirilmeye çalışılan ve halk kitlelerine ulaştırılması amaçlanan “Ortanın Solu” kavramı incelenmiştir. Çalışma, 1960-1965 yılları arasına yapılan ufak bir dokunuşla zemin hazırladıktan sonra 1965 yılını başlangıç kabul ederek, Bülent Ecevit’in 4 Mayıs 1972'de toplanan Cumhuriyet Halk Partisi’nin 5. Olağanüstü Kurultayında Genel Başkan olarak seçilmesi ile sonuçlandırılmıştır.

Anahtar Kelimeler: CHP, Ortanın Solu, Bülent Ecevit, İsmet İnönü

Kısaltmalar: CHP: Cumhuriyet Halk Partisi

DP: Demokrat Parti

AP: Adalet Partisi

CKMP: Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi

MHP: Milliyetçi Hareket Partisi

TİP: Türkiye İşçi Partisi

YTP: Yeni Türkiye Partisi

MP: Millet Partisi

TBP: Türkiye Birlik Partisi

CGP: Cumhuriyetçi Güven Partisi

GİRİŞ;

29 Ekim 1923 tarihinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 27 yıl boyunca tek parti (Cumhuriyet Halk Partisi – CHP) iktidarı ile yönetildi. 14 Mayıs 1950 günü Türkiye siyasi tarihinde yepyeni bir sayfayı açtı. 07 Ocak 1946 yılında kurulan Demokrat Parti (DP), yurt genelinde %53 oy alarak çok partili hayata geçişten sonra iktidara gelen ilk parti unvanını kazandı. O dönem CHP’nin yayın organı olan Ulus Gazetesi değişimi şu şekilde duyurdu: “CHP iktidarı devrediyor” (Al Jazeera, 2014). Bu devir-teslim sürecinden sonra, 1960 yılına kadar Demokrat Parti seçimleri kazanarak yoluna devam etti. Art arda gelen seçim zaferleri, muhalif kesimde bir endişe yaratmaya başladı. Atatürk’ün partisi kaybediyordu ve Türkiye hem kendisinin hem de taşıdığı yolcuların canını umursamaz bir şoförün kullandığı otomobil gibiydi, bir yere çarpmadan önce şoförü ve muavin kadrosunu değiştirmek gerekiyordu. Elini taşın altına koyması gerektiğini düşünenlerden biri de Mustafa Bülent Ecevit idi. 1957 yılında Amerika’da bulunan Ecevit, DP’nin CHP baskısından kurtulmak için 1958 yılında halkın önüne konacak olan sandığın erken seçim kararıyla 27 Ekim 1957 yılına alındığını öğrendiğinde hiç düşünmeden Türkiye’ye dönme kararı aldı. Türkiye’ye dönüş kararı kadar siyasete adım atması ve parlamentoya girmesi de aniden oldu. CHP milletvekilliği adaylığıyla 13.sıradan seçilerek Meclis’e girdi. Üstelik 13.sıradan aday gösterilmesinin bir özelliği daha vardı. 13.sıra son adaylık sırasıydı. Meclis çalışmalarına başlarken bir yandan da Ulus Gazetesi’nde gazeteciliğe devam etti. Ecevit, iki çalışma alanında da siyasetle ve toplumsal olaylarla iç içeydi. İktidar ile muhalefet arasında 10 yıldır süren gergin atmosfer, özellikle son 2 yıl içerisinde (1958-1960) kontrolden çıktı. İktidarın muhalefete karşı düşmanca tavrı ve etik olmayan politik engellemeleri halk tarafından tepki toplamaya başladı. İlk engelleme, CHP’nin 8.Kurultayı’nda, partideki en yetkili ikinci makam olan Genel Sekreterlik makamının sahibi Kasım Gülek’in Karadeniz gezisiyle başladı. Önce Zonguldak’a giden gemi arıza bahanesiyle durduruldu, bu engel CHP heyeti tarafından aşılınca Zonguldak kent meydanı girişinde, içinde Kasım Gülek ve yardımcısı Kâmil Kırıkoğlu’nun da bulunduğu otomobil durdurularak Zonguldak Emniyet Müdürü tarafından Gülek ve heyet içerisinde yer alan Cumhuriyet Gazetesi yazarı Şahap Balcıoğlu tartaklanmıştır. CHP’nin Genel Sekreteri demek; Türkiye’yi karış karış gezmek ve yapboz parçalarının resmi tamamlarken nerede yanlış kullanıldığını, hangi parçaların eksik olduğunu bulmak demekti. “Çıktığı memleket gezilerinde, her zaman halkın içinde olan Gülek, parti ayrımı yapmaksızın, herkesle konuşmuş, halkın arasına girerek samimi bir şekilde dertlerini dinlemiş, sıkıntılarını Meclis’te dile getirmiş ve çözüm bulmak için uğraşmıştır” (Balcı, 2015, s. 121). Burada ufak bir parantez açmak ve toplumun her kesimini ayrım gözetmeksizin kucaklayan Kasım Gülek’e siyasi tarihimizde bıraktığı bu güzel iz için teşekkür etmek gerekir. Muhalefete karşı gerçekleştirilen saldırılar bununla sınırlı kalmadı, kalamazdı da. Çünkü, DP iki yönlü bir buhran yaşıyordu. Bunlardan birincisi; halkın iktidar yetkisini kendilerine vermelerine rağmen CHP’nin etkili muhalefeti ve bu muhalefetin halk nezdinde karşılık bulması, ikincisi ise hükümetin otoriter bir güç olmasına rağmen kendisini ülkenin yönetici kadrosu olarak görememesidir. “Demokrat Parti’nin bir dramı vardı: Aşamadıkları CHP kompleksinde yaşıyorlar, CHP var oldukça kendilerinin iktidar olduklarının farkına varamıyorlardı” (Cılızoğlu, 2017, s. 114). Her geçen gün yaşanan hadiselerin dozu artıyor, fiziksel saldırılar çoğalıyor, partililer devlet gücüyle darp ediliyor, İnönü’nün yurt gezilerini gazetelere manşet oluyordu. Tokat Zile’de partililer polis ve asker tarafından cop ve dipçik kullanılarak dağıtılmış, Çankırı’da İnönü’yü karşılamak isteyen halkın önüne polis kordonu barikat kurmuştu. 1959’da ise Uşak olayı ve ardından İstanbul’a uzanan süreç çarpıcıydı. “Uşak’ta mayıs ayı başındaki saldırı, İnönü ile beraberindeki CHP heyetinin şehirden trenle ayrılması sırasında bir kısım DP’linin istasyonda toplanmasıyla başladı. Toplananlardan bir kısmı CHP heyetine taşlarla hücum etti” (Öymen, 2013, s. 484).

İktidara Yürüyüşün İlanı: İlk Hedefler Beyannamesi

1959 yılının ocak ayı parti açısından önemli bir mihenk taşını karşımıza çıkarır: İlk Hedefler Beyannamesi. 1959 yılında CHP’ye karşı yapılan saldırıların ve yurt gezilerinde karşılaşılan devlet engelinin altında yatan öfke, aslında partinin açıkladığı bu beyannameyedir. 1950 yılında aldığı ilk seçim yenilgisinden sonra, seçimleri kaybetmenin nedenlerini doğru bir şekilde analiz etmeden girilen 1954 seçimleri de aynı mağlubiyetin yaşanmasına sebep olmuştur. Devam eden süreçte 1957 yılındaki seçimlerin de oy artışı olmasına rağmen kaybedilmesi, muhalefet partilerinin siyasi uzlaşıları karşısında iktidarın çıkardığı yasalar ve anayasanın eksik ve yetersiz oluşu bir ayağa kalkış hareketinin ilk adımlarıydı. Hürriyet Partisi, siyasi uzlaşıya temel olması için birtakım prensipler açıkladı. CHP Parti Meclisi tarafından bu prensipler uygun bulunarak, İnönü de 18 Kasım 1958 tarihinde CHP Genel Merkezi’nde yaptığı açıklama ile Hürriyet Partisi ile ittifak noktasında anlaştıkları ilkeleri kamuoyuna açıkladı. CHP’nin 14.Kurultay’ı, 12 Ocak 1959’da gerçekleşecekti. Ancak bu kurultaya farklı bir anlam yüklemek gerekir. 14.Kurultay, tabiri caizse partinin iç meselesi olmaktan çıkmış, muhalefet bloğunun birleşerek iktidara ve onun kurduğu baskı rejimine karşı bir gövde gösterisi, halka karşı ise; insan haklarına önem veren, iktisadi çöküntüye karşı çözüm önerileri sunan, hukuk devletine dönüşün tek yolunun CHP iktidarı olduğunu mesajını veren bir özellik taşımaktaydı. 12 Ocak 1959’da 14.Kurultay, Ankara/Yenimahalle Alemdar Sineması’nda büyük bir heyecanla başladı. Parti Meclisi’nin hazırladığı rapor, Genel Sekreter tarafından okundu.

“Genel sekreter Kasım Gülek, parti meclisi raporunu okuduğu konuşmasında, CHP’nin kuruluşu, ülkeye kazandırdıkları, demokrasi ve rejim davalarına değinmiş, 1957 seçimlerinin iktidar ve muhalefet partileri arasında eşit olmayan şartlar içinde cereyan ettiği anlatmış ve devlet radyosunun tek taraflı propaganda vasıtası haline getirildiğini ve muhalefete karşı en ağır ve haksız isnatları yaymakta kullandığını açıklamıştı” (Tuğluoğlu, 2017).

Rejim buhranına ve getirdiği sıkıntılara çözüm önerileri, yargının bağımsızlığının tekrar sağlanması, üniversitelerin özerkliği (muhtariyet) gibi konular ön plana çıktı. 14 Ocak Günü, partinin Aydın delegesi Turan Güneş İlk Hedefler Beyannamesi’ni okudu. Beyannamede; antidemokratik kanun ve uygulamaların kaldırılacağı, Anayasa’nın modern şartları barındıran, halk egemenliğine dayanan, sosyal adaleti amaçlayan esaslara göre değiştirileceği, ırk, dil, din, mezhep, servet farklılıklarına bakılmaksızın hak ve hürriyetlerin eşit olacağı, yargının bağımsızlığı gibi birçok konuda karar alındı. Beyanname, her kelimesinde Türkiye’nin yaşadığı her soruna öyle etraflıca düşünülmüş, kararlı, mantıklı çözüm önerileriyle karşılık veriyordu ki tekrar tekrar okundu ve marşlar eşliğinde delegeler tarafından ayakta alkışlandı. Ahmet Emin Yalman, Sadun Tanju, Asım Us gibi basının usta isimleri böyle bir manifestonun her vatandaş tarafından okunması için değerlendirme yazıları kaleme aldılar. Aynı zamanda birçok DP’linin de mücadelesini verdiği milli hedeflere ulaşmanın yolunun bu beyannameden geçtiğini yazdılar. 1959 yılında gerçekleştirilen 14.Kurultay’ın bir başka önemli kazanımı daha vardı: Bülent Ecevit. Siyaset sahnesine adım attığından beri İnönü’nün politikalarına uyum sağlamaya ve lideri ile ters düşmemeye çalışan Ecevit, bu kurultayda PM seçildi. Artık Genel Merkez politikalarının hazırlanmasında daha aktif bir rolü olacaktı. Bu, Ecevit’in önlenemeyecek yükselişinin belki de ilk somut adımıydı.

Ankara’da İhtilal Havası Var

İlk Hedefler Beyannamesi ile parti içerisinde, parti tabanında ve ülke çapında rüzgârı arkasına almış, iktidara yürüyen bir CHP algısı oluşmaya başlamıştı. Ancak Türkiye’de bir hava daha vardı. İktidar-muhalefet arasındaki gerilim, muhalefete gerçekleştirilen saldırılan, toplum arasındaki kutuplaşma ve DP’nin her konuda gösterdiği hırçın tavır ihtilal dedikodularının dolaşmasına neden oluyordu. Elbette, bu dedikodular hem iktidar partisi hem de muhalefet partisi tarafından da duyuluyordu. 1960 yılı da Türkiye siyaseti açısından hareketli başladı. Her ülkeyi izlediği gibi Türkiye’yi de izleyen Uluslararası Basın Enstitüsü, Türk basınının özgürlüğüne getirilen kısıtlama ve müdahalelerin 1959 yılı itibariyle arttığını yayınlayınca yer yerinden oynadı. İndianopolis Star Gazetesi’nin Amerikalı yazarı Pulliam’ın Türk hükümetine karşı basın özgürlüğü konusunda eleştirilerini yayınlandığı makaleyi Türkçe’ye tercüme ederek yayınlayan Vatan Gazetesi iktidar tarafından suçlu ilan edildi ve bu kararlar da eleştirildi. 60 yılının ilk büyük tartışması bitmemişken, siyasi hedefleri bulunan din adamı Said-i Nursi’nin ölümü üzerine, cenaze namazına 2.000’e yakın kişi katıldı. Bu sadece ulaşabilenlerdi. Risale-i Nur yayınından sonra taraftarları -kendi çevresince “talebeleri”- on binlerce idi. Üstelik iktidarın kimseye göstermediği kadar çok hoş görüsünün desteğini alıyordu. Sözlü tartışmalar Yeşilhisar olayı ile yeniden fiziksel şiddet noktasına taşındı. Yeşilhisar olayı sonrası gelişen süreç, iktidarın; orduda bazı kesimlerin ve valilerin devlet gücü ile zorlanarak muhalefeti engellediğini ortaya çıkardı. “Ordunun kanunun zikrettiği istisnai haller dışında emniyet ve zabıta kuvvetleri yerine kullanılmasına hukuken imkân bulunmamasına rağmen, İsmet İnönü ve arkadaşlarının Kayseri gezisinde emir ve komuta ettiğim birlikleri bu hukuki sınırlar dışında kullanmaya zorlandım” (Öymen, 2013, s. 490). Kurmay Binbaşı Selahattin Çetiner’in bu istifası ne ilk ne de son itiraf ve istifaydı. 7 Nisan 1960 günü sonun başlangıcıydı demek yanlış olmaz. DP Meclis gücünü kullanarak CHP’nin güçlü muhalefetine ve iktidara yürüyen başarılı stratejisine en sert yumruğu atmak ve CHP’yi nakavt etmek niyetindeydi. Esas gündem, büyük bir gizlilik içerisinde son dakikaya kadar saklanarak o gün sabahki gazetelerin manşetlerine yansıması engellenmişti. DP Bolu Milletvekili Reşat Akşemsettinoğlu, Millet Partisi’nin kapatılması gibi CHP’nin kapatılmasını ve ardından kurulacak özel mahkemelerle, memleketin huzur ve düzenini bozduğunu iddia ettiği İsmet İnönü başta olmak üzere CHP’li vekillerin yargılanmasını istiyordu. DP’nin kurduğu “Meclis Tahkikat Encümeni” karşısında İnönü, DP’nin manipüle ederek ihtilali hazırlayanın CHP ve İnönü olduğunu iddia edeceği, tarihe geçecek sözleri söyledi. İnönü, ilk cümlelerinde ihtilalden geldiklerini ancak demokratik siyasi hayata geçişin öyküsünü ve buna dönme arzusunda olmadıklarını belirtti. Bu sözler, iktidar vekilleri tarafından ıslıklanarak, hakaretle karışık cevap verilerek ve sıra kapaklarına vurularak tepki çekince İnönü bir kez daha söze başladı. “Beni dinleyin… (Soldan, ellerin kanlı senin, sesleri.) Biz böyle bir ihtilal içinde bulunmayız, bulunamayız. Böyle bir ihtilal dışımızda, bizimle münasebeti olmayanlar tarafından yapılacaktır. (Sağdan bravo sesleri, soldan gürültüler.) Biz demokratik rejim dedik, demokratik rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejimi istikametinden ayırıp, baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam. (Sağdan bravo sesleri ve soldan alkışlar, soldan gürültüler.)” (Öymen, 2013, s. 538). Bu sözler iktidar partisinin vekilleri tarafından dakikalarca tepki gördü, gürültüler uzun süre devam etti. İnönü, kurt bir siyasetçi olarak, iktidarı kendi söylemleri ile vurmak için tekrar söz aldı. “İhtilal niçin yapılır? Eğer ihtilal vatandaş için, başka çıkar yol yoktur kanaatı zihinlere ve bütün müesseselere yerleşirse, meşru bir hak olarak kullanılacaktır. Bundan içtinap kabil değildir (kaçınılamaz)” (Öymen, 2013, s. 539). 18 Nisan 1960 akşamı, Tahkikat Encümeni kurularak, iktidar propagandaları, Başbakan’ın konuşmaları haricinde siyasi faaliyetleri (muhalefetin) ve Meclis görüşmelerinin basında yer almasını yasakladı. Öyle ki Ulus Gazetesi’nin 19 Nisan tarihli sayısını CHP milletvekilleri halka dağıtmak zorunda kaldı. Ne kadar dağıtılabildi, kaç kişiye ulaştı, tahmin etmek çok zor değil. İktidara doğru adım adım ilerleyen ve büyük halk kitlelerini peşinden sürükleyen muhalefetin bir anda susturulması, siyasi ve toplumsal yaşantıda beklenen, havada kokusunu almakta zorlanılmayan hadiseyi gerçekleştirdi. Emir-komuta zinciri içerisinde yapılmayan 27 Mayıs İhtilali ile askeri müdahale sonucunda genç cumhuriyetin siyasal hayatı kesintiye uğradı. İhtilal günlerini anlatmak, ayrı bir çalışma konusu olacağından birkaç bilgi ile tekrar siyasal hayata dönüş yapacağız. İhtilal öncesinin mağduru CHP, istemeyerek de olsa 27 Mayıs ile özdeşleşti/özdeşleştirildi. İhtilal gerçekleştiğinde Ecevit’in kendi düşüncesi belirsizdi, sevinmeli miydi, yoksa tedirgin mi olmalıydı? Üstelik kurt siyasetçi Paşa (İnönü) ihtilal konusunda ne düşünüyordu? Ecevit soluğu İnönü’nün evinde aldı. Baskıcı iktidar rejiminin sona ermesi, en büyük siyasi rakibin saf dışı kalması karşısında İnönü’nün sevinmesini bekleyen Ecevit, karşısında üzgün ve kaygılı İnönü’yü görünce ihtilallerin pek de matah bir olay olmadığını daha net anladı. İlk Hedefler Beyannamesi ile yaratılan iktidar olma ve demokratik düzene dönüş umudu kayboldu. Üstelik CHP ve İnönü bir kesim tarafından ihtilalin hazırlayıcısı olarak görülüyordu. Beyannamedeki hedeflerin, Milli Birlik Komitesi tarafından askeri yönetim süresinde gerçekleştirilmesi de bunda etkili oldu. “Orgeneral Cemal Gürsel ile görüşen İnönü, kendisine üç basit tavsiyede bulundu: - Ordu ile ilişkilerinizi iyi tutun ve orduya egemen olun.

- Kendi aranızda bölünmeyin.

-Seçimlere bir an önce gidin” (Uyar, 2017, s. 12).

06 Ocak 1961’de Milli Birlik Komitesi ve Temsilciler Meclisi’nden oluşan Kurucu Meclis, kendisine bağlı olan 20 üyeli anayasa komisyonunu oluşturdu. Özgürlükçü olarak nitelendirilen 1961 Anayasası %83 gibi bir katılım oranıyla %60,4 “Evet” oyu ile kabul edildi. Komite, görevini tamamladığını hissederek bir an önce seçime gidilmesi gerektiğini düşündü. Seçim tarihi 15 Ekim 1961 olarak kesinleştirildi. 1961 seçim beyannamesiyle CHP, seçmenlere sosyal adalet vaadinde bulunuyordu. Seçim sonuçları, ihtilalin CHP’ye tek başına iktidarı kaybettirdiğini, CHP’nin halk nezdinde mağdur olandan, mağdur edenler kervanına katıldığının açık kanıtıydı.

15 Ekim 1961 Genel Seçim Sonuçları:

- CHP: %36,7

- AP: %34,8

- CKMP: %14,0

- YTP: %13,7

Temel Hedefler Beyannamesi – 15.Kurultay

Anayasa referandumundan “Evet” çıkmasının ardından parti harekete geçti. Zaman dar, imkanlar kısıtlıydı. Seçim bildirgesi hazırlanmalı, teşkilatlar bildirge doğrultusunda harekete geçirilmeli, propagandaya başlanmalıydı. Partinin üstüne yapışan bir “Mağdur Eden” algısı ya telafi edilmeliydi ya da İlk Hedefler Beyannamesi ile yakalanan yükselişi devam ettirecek bir yol haritası belirlenmeliydi. Bülent Ecevitli PM toplanarak 15.Kurultay’ın 24 Ağustos 1961’de toplanmasına karar verdi. Toplantıda 3 ana tartışma konusu vardı. Bunlardan ilki, Genel Sekreter İsmail Rüştü Aksal’ın belirttiği gibi halkı hürriyet-fabrika ikileminden (temsiliyetleri açısından CHP-DP) uzak tutmaktı. İkincisi, partinin 14.Kurultay ile yakaladığı çıkışın tekrar yakalanarak iktidara yürümesi için gerekli olan pusulanın belirlenmesiydi. Üçüncü tartışma ise diğer iki konuya göre daha parti içi bir meseleydi. Önceki Genel Sekreter Kasım Gülek’in partide yeniden güç ve çevre desteği toplama çabası ve buna karşı İsmet İnönü’nün eleştirel tavrıydı. CHP PM üyeleri, 1959’daki beyannamenin üstünde çalışarak, ekleme ve düzeltmelerle geliştirilmiş halini ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Yeni bir beyanname olacak ancak çoğunluğunu eski beyannameden alacaktı. Çünkü iktidar yürüyüşü başlatan beyannamenin birçok vaadi gerçekleştirilmişti. Örnek olarak; yeni anayasa, senato faaliyetleri ve birçok sonuca etki edecek olan nispi seçim sistemi hayata geçirildi. Rejim konusu ise henüz gerçekleştirilmemiş ancak CHP iktidarında gerçekleştirilecek en önemli mesele olarak beyan edilmekteydi. Temel Hedefler Beyannamesi; amaçları bakımından incelenirse, toplumda huzuru tahsis etmek, refah artışı noktasında kentli ve köylünün ekonomik ilerlemelerden yararlanmasını sağlamak, yetenekleri ölçüsünde zengin-fakir ayrımı olmaksızın çocukların eğitim hizmetinin bütün nimetlerinden yararlanmasını sağlamak, demokratik, tarafsız, güler yüzlü idarenin yerine getirilmesini sağlamak, vergi ödemelerinde kolaylık ve doğru hesaplama yapılması, tarım ve hayvancılığa destek verilerek, kurak toprakların suya kavuşturulması yer alıyordu. 15 Ekim 1961 Genel Seçim sonuçlarına göre CHP birinci parti olmuş, ancak tek başına iktidarı elde edememişti. Hükümet kurmaya gücü yetmeyen CHP ile koalisyon oluşturmaya gönüllü bir parti de görünmüyordu. Ancak hala etkisi hissedilen ordu gücünün karşısında, seçimlerden en yüksek ikinci oyu alan Adalet Partisi (AP) koalisyon hükümetine katıldı. Merkez sağ siyasetin öncül ve ardıl partilerinde bu durum sıkça görülür, koalisyon ortaklarına karşı tavır alır, koalisyona girmek istemez ancak sonunda mutlaka o koalisyonda yer alır. CHP – AP koalisyonunda, kabine görevleri konusunda, İnönü aile meclisinde önerilen ve dikkatleri üzerine çeken bir isim Çalışma Bakanı oldu: Bülent Ecevit. Metin Toker’in önerisini uygun bulan İnönü, Ecevit’i çağırarak görevi tebliğ etti. Ecevit görevi kabul etmek istemedi, meclis çalışmalarının oldukça vaktini aldığını ve gazeteciliği bile ihmal ettiğini, bir de üstüne bakanlık yapmanın kendisini bu mesleğe hiç vakit ayıramayacak hale getireceğini iletse de karşısında Paşa vardı, itirazda diretmek mümkün değildi. Çalışma Bakanı olan Ecevit’in Türkiye’si tarım toplumu ve ekonomisinden ağır adımlarla sanayi toplumuna ilerliyor, işçi nüfusu ve bu nüfusun getirdiği haklar, grevler, sözleşmeler Türk Burjuvazisi’ni korkutuyordu. İşçi kesiminin umudu ise 36 yaşındaki genç, bilgili ve mütevazı Çalışma Bakanı Ecevit olmuştu. “Ecevit’in bakan olduğu CHP-AP kabinesi üç farklı toplumsal kategorinin sözcüsü konumundaki kişileri bünyesinde barındırıyordu. Toprak ağaları ve tarımsal burjuvazi Cavit Oral’ın kişiliğinde somutlaşmakta; sanayi ve ticaret kesimi Fethi Çelikbaş’ın kişiliğinde simgeleşmekte; dar ve sabit gelirli halk kesimleri ise Bülent Ecevit’in şahsında ve konumunda temsiliyet kazanmaktaydı” (Çolak, 2016, s. 109). Bakanlık görevine hızla başlayan Ecevit, ilk iş olarak 1954 yılından beri unutulmuş, sadece adı var olan “Çalışma Meclisi’ni yeniden toplayarak işçi ve işveren temsilcileriyle bir araya gelerek gerekli mevzuat değişiklikleri yaptı ve yeni kararlar aldı. İstanbul İşçi Sendikaları Birliği’nde yaklaşık otuz sendika başkanı ve temsilcilerine grev ve toplu sözleşmeye inanan biri olduğunu anlattı. Konuşması defalarca kez ayakta alkışlayanların sevgi gösterisi ile yarıda kesildi. İkinci durağı olan işveren kesiminin İşveren Dergisi’ne “Yarar Birliği” adını verdiği kapsamlı bir yazı kaleme alarak çalışma hayatında yaşanan ve yaşanacak değişikliklerin öneminden bahsetti. Değişim sadece çalışma hayatında yaşanmıyordu. CHP içerisinde de geleceğe ışık tutacak, siyasi hayat içerisindeki duruşu netleştirecek, toplumda hangi kesimlerin “Benim fikirlerimin karşılığı CHP’dedir” düşüncesini benimseyeceği tartışmalar yaşanıyordu. 15.Kurultay, İnönü’yü tekrar Genel Başkanlığa seçerken, aday olmamasına rağmen, gıyabında aday gösterilerek Kasım Gülek’e karşı seçime giren Aksal’ı da Genel Sekreterliğe seçti. Tüzük değişikliği yapılarak Genel Sekreterin PM tarafından seçilmesi kabul edilirken, milletvekilli adaylarının belirlenmesinde Genel Merkez yönetimine %10’luk bir kota ayrılması da reddedildi. Yaşanan bu gelişmeler, örgütün -özellikle de seçilmişlerin- yetkilerini Genel Merkez’e bırakmak istememesi, 1980 sonrası parti içi yapılara göre oldukça farklı durumdur. PM’nin dikkat çekmeye başlayan ismi Bülent Ecevit, Turan Güneş ve Turhan Feyzioğlu’nun başını çektiği bir grup parti içerisinde yeni bir tanımlama önererek CHP’nin duruşunu sorgulayarak, siyasi yelpazede bir yer edinmesi gerektiğini belirttiler. Bu gruba göre CHP’nin dönüşümü, Dünya’nın ve Türkiye’nin gidişatıyla eşzamanlı olmak koşuluyla, herkesin partisi değil, “Bir sınıfın ve bir ideolojinin partisi” olmak gerektiğiydi. Günümüzdeki CHP ile 60’lı yılların CHP’si arasındaki bir fark da burada göze çarpar. 2010 itibariyle CHP slogan olarak “Herkes için CHP” söylemini kullanmaktadır. Elbette ki CHP “Ezilenin” yanında olmalıydı ve 1960’lı yıllarla beraber bu tarz söylemler ve “Sol” ideoloji yükselişe geçmeye başlamıştı.

Sol; Dünya’da ve Türkiye’de Yükselen İdeoloji

1960’lı yıllar, İkinci Dünya Savaşı sona erdiği dönemde doğan insanların ergenlik çağını yaşadığı ve savaşın sonlarına doğru doğan neslin genç bireyler olduğu dönemdi. Adaletsizlik, yoksulluk, işsizlik ve 1950’li yıllarda artan “Zengin Refahlaşması” sonucu ortaya çıkan zengin-fakir ayrımının yarattığı ekonomik uçurumun görünür olduğu yıllar, toplumsal dinamiklerde, canlı tasvirlerin yapıldığı edebi eserlerde, İkinci Yeni akımının şiirlerinde, toplumcu ve gerçekçi sinemada karşımıza çıkar. Aynı zamanda işçinin, emekçinin, ezilenin, 1961 Anayasası’nın özgürlükçü yapısını kullanarak örgütlendiği, sesini daha gür çıkardığı, antiemperyalist ve antikapitalist düzene başkaldırının yıllarıdır. “Lastik-İş Sendikası Genel Başkanı Rıza Kuas’ın (1926-1981) 68’de kaleme aldığı, bir fabrikada mesai çıkışında uygulanan üst aramasına isyan eden bildiri, bu çığırı özetlemeye yeter: Yalnız işçilerin üstü aranıyor. Demek ki bizi kendilerinden ayırıyorlar. Çoluk çocuk sahibi, temiz Türk işçisinin üstü bir hırsız gibi aranamaz. İşçi hırsız değildir. İşçi, emeği çalınan Türk vatandaşıdır. Sen üstünü aratma, gerisini sendikana bırak” (Bora, 2017, s. 598). Bu dalganın Türkiye’deki siyasi karşılıklarından biride, “Köylüye Toprak, Herkese İş” sloganıyla meydanları ve siyaset sahnesini kasıp kavuracak olan, 13 Şubat 1961’de 12 sendikacının birleşerek ortaya çıkardığı Türkiye İşçi Partisi’dir. (TİP) Kurucu Genel Başkanı Avni Erakalın olsa da Genel Başkanı öneri üzerine Mehmet Ali Aybar olmuştur. Sol yelpazenin resmi tek örgütlü temsilcisi Türkiye Komünist Partisi (TKP) kendi iç sorunlarıyla uğraşıyorken, CHP kimlik arayışına yeni başlıyorken, yükselen sol kendisini hem toplumsal dinamiklerde hem de seçmen bazında kendini TİP içerisinde göstermeye başlıyordu. Üniversiteli gençler arasında da çok popülerleşen TİP konjonktürel iklimi özümseyebilmişti. Basın ve iletişimin ilerlemesi ile birlikte dünya daha da küçülmüştü, haber almak ve göndermek artık daha kolaydı. Elbette, bu gelişmeler fikirlerin yayılması ve propagandasının yapılmasında da önemli rol oynadı. 1961-1967 yılları arasında yayın yapacak, 30.000 satış rakamını görecek olan “Yön Dergisi”, sol fikirlerin tartışıldığı, ortak fikir-düşünce platformuydu. Doğan Avcıoğlu idaresinde, Mümtaz Soysal’ın “Yeni Devletçilik” başlıklı çıkış bildirisiyle sosyalist bir yayın organı oluşturulmak istendi. Bildirinin ilk başlığı da “Sosyalizm” olarak atılacaktı ancak sakıncalı bulundu. “Bir “askeri dönem” yeni bitmişti, dolayısıyla sosyalizm bayrağı ile çıkılması belki yanlış olabilirdi. Derginin mutlaka yaşatılması isteniyordu. Sosyalizm sözcüğünün kullanılması için 1.sayıdan sonra altı sayı beklendi” (Avcıoğlu, 2017, s. 13). TİP içerisinde örgütlenmeye başlayan sol, meyvelerini birkaç sene sonra Meclis çatısı altında temsil edilecek kadar önemli bir başarıyla taçlandıracaktı.

Darbe Önleyen Başbakan – 16.Kurultay

CHP-AP koalisyonu kurulalı daha 4 ay olmadan Türkiye Talat Aydemir ve gerçekleştirmek istediği darbe girişimi ile karşılaştı. Askeri yönetim yeni bitmiş, seçimler yapılmış ve Türkiye normalleşme sürecine girmişti. Ancak Talat Aydemir’in önderliğinde hareket eden bir grup asker, 1960 İhtilali’nin henüz tam olarak amacına ulaşmadığını düşünüyor, müdahale planları hazırlıyordu. Talat Aydemir ekibine göre askeri yönetim birkaç yıl daha ülke yönetiminde kalmalı ve toplumu şekillendirmeliydi. 22 Şubat 1962 günü askerlere bildirilen tayin kararları, Talat Aydemir için Meclis’e karşı harekete geçme zamanının geldiğinin işaretiydi. Talat Aydemir dalgası, başka birliklerin de katılımıyla büyüyor, kontrol altına alınamaz bir duruma doğru ilerliyordu. İsmet İnönü, Talat Aydemir ile görüşerek harekâtı derhal sonlandırmasını istedi. Bu Aydemir’in beklemediği bir çıkış oldu. İnönü’nün 1960 İhtilali karşısında aynı duruşu sergilememesi, Aydemir’in, İnönü’nün bu girişimi destekleyeceğini veya daha ılımlı bir sessizliğe bürüneceğini düşünmesine sebep olmuş olabilir. Hesaba katmadığı olgu, İnönü’nün çok partili hayata geçişe verdiği önem, demokratikleşme sürecinde gösterdiği çaba darbelere alkış tutmayan duruşuydu. Talat Aydemir, pazarlık girişimlerinde bulunmak istediğinde İnönü’den yine karşılık bulamadı. Son talebi tutuklanmamaktı ve darbe henüz kimseye zarar vermemişti, vatan evlatlarının tek bir tanesinin bile burnu kanamamıştı. İnönü, bu talebi, harekatın hemen sonlandırılması şartıyla kabul ettiğini beyan etmesiyle birlikte darbe girişimi sonlandırıldı. İnönü, tarihe geçerek “Darbe Önleyen Başbakan” olarak otoritesini ve saygınlığını arttırdı. Ancak 7 ay süren koalisyon dağılmış ve 25 Haziran 1962’de CHP-CKMP-YTP ve çoğunluğu eski AP’lilerden oluşan bağımsızlarla ikinci koalisyon dönemi başlamıştı. Parti içi siyaset, şimdi yeniden bir numaralı öncelik olmuştu. Çünkü yeni koalisyon da istikrarsız ortamda erkenden çatlamaya başlamıştı, aykırı fikirler çalışmaların sağlıklı bir şekilde ilerlemesine engel oluşturuyordu. Parti içerisinde kısık sesle, muhalif kesimlerde yüksek sesle İnönü’nün artık yaşlandığı, hükümetteki aksaklıkların bu nedenle ortaya çıktığı konusunda konuşmalar gerçekleşiyordu. İnönü, CHP PM toplantısında bu duruma atıfta bulunmuş, söylentilere karşı kendi fikrini açık sözlülükle beyan etmişti: “Bu parti artık, mukadderatını seksen yaşında bir ihtiyarın dudaklarına bağlamamalıdır. Kendinize yavaş yavaş bir baş seçin. Ben de hayatta iken CHP’yi kendi başına vazifesine devam eder göreyim” (Uyar, 2017, s. 43). Aynı PM toplantısında, Ecevit’in önderliğinde bir ekip CHP’nin “Devrimci” bir kimliği üstlenmesini, yükselen sol trende ayak uydurmasını ve yeni bir söylemle yükselişe geçmesi gerektiğini belirtti. Bu öneriler, aslında o dönem adı konulmasa da “Ortanın Solu” fikrine adım atma fikrinin zeminini oluşturuyordu. Hastalığı nedeniyle istifa eden Aksal’ın yerine Genel Sekreterlik görevine Kemal Satır seçildi. 14 Aralık 1962 tarihli 16.Kurultay, yakın geçmişte gerilen İnönü-Nihat Erim hattının tartışmalarıyla başladı. Haysiyet Divanı’na verilen, sonradan “Dörtler” adını alacak olan muhalifler ile Genel Merkez kadrosu arasında sert söz düelloları yaşandı. Dörtler’in iddiası; AP ile yapılan koalisyonun ülke içerisinde ilerlemeden çok gerilemeye yol açması ve batılılaşma yolundan dönülerek şarklaşmaya doğru yol alan insan fikriyatı iddiasıydı. İnönü rakamsal verilerle, 1957 seçimlerinde kazanılan yerlerin 1961 yılında kaybedildiğine dikkat çekerek, şarklaşmanın bir anda bu dört sene içerisinde mi gerçekleştiğini sordu. İhtilal sonrası Türkiye’nin normalleşmesi için herhangi bir intikam duygusuna kapılmanın ve parti içi ihraçlarda hizip çıkarmanın, CHP içerisinde anarşi çıkarmak isteyen çevrelerin oyunu olduğunu belirten konuşmasından sonra kurultay Nihat Erim’in partiden ihracına karar verdi. Yaşanan bu iç kriz, iktidar partisi CHP’nin geleceğine dair bir politika üretemeden, kendi problemleriyle geçen bir kurultay sürecine sahne oldu. Önceki kurultaylardan alışık olduğumuz, etkili bir bildirge de ortaya konamadı. Mayıs 1963’te Talat Aydemir’in ikinci darbe girişiminin bastırılması ve yaşanan idam kararlarından sonra 1963 Yerel Seçimleri ile CHP biraz daha kan kaybetti ve 2.Parti olabildi. Seçim sonuçlarıyla birlikte koalisyon çöküş yaşadı. İnönü, 25 Aralık 1963 yılında, artık 1965 yılına kadar sürecek olan CHP-Bağımsızlar koalisyonunu kurarak yönünü 17.Kurultay’a çevirdi.

İleri Türkiye Ülküsü Beyannamesi – 17.Kurultay

07 Haziran 1964 Senato Yenileme Seçimleri, yaklaşmakta olan siyasi sonuçların habercisiydi. Adalet Partisi, bu seçimle birlikte %50 bandını aşarak, merkez sağ çevrenin oyunu kendi bünyesinde topladığını, koalisyon yıllarının kırılganlığını kendi avantajına çevirdiğini gösteriyordu. CHP’nin 16 Ekim 1964 tarihli 17.Kurultay’ı, istikrarsızlıklarla geçen son 2 yılın değerlendirilmesiyle başladı. Ancak esas tartışma, partinin ileride yaşayacağı en büyük fikir ayrılığının habercisi niteliğindeydi. Bir görüşe göre CHP yoksul, işçi, emekçi kimseler için çözüm üretemiyor, parti içi ve ülke siyasetindeki çalkantılı süreç nedeniyle bu kimselerle ilgilenmiyordu. Zeytinburnu delegesi Şükrü Van’ın bu ithamları Ahmet Aydın Bolak ve destekçileri tarafından yuhalanınca Şükrü Van tartışmanın fitilini “Kapital sahipleri gocunmasınlar” sözleriyle ateşledi. Kurultay’ın kavgalı geçen ilk gününün ardından ikinci gün oy birliği ile “İleri Türkiye Ülküsü” raporu kabul edildi. Raporda; devletçiliğin özel teşebbüsü sınırlamak yerine özel teşebbüs yatırımlarına teşvik ve liderlik edici, her akımın baskın faaliyetlerine karşı sosyal adalet olgusuyla toplumun korunacağı, laiklik başta olmak üzere, Atatürk devrimlerinin köylere götürüleceği politikalar ve bu politikaları hazırlayacak etmenler yer alıyordu. Kurultayın son günü İnönü, rakipsiz aday olduğu Genel Başkanlık makamına bir kez daha seçildi.

Siyasi Yelpaze’de Ortanın Solu

1960 İhtilali, CHP+Ordu=İktidar algısının kırılamaması, seçim vaatlerinin çoğunun askeri yönetim döneminde dahi olsa gerçekleştirilmesi, arkasında gelen üç başarısız koalisyon dönemi, yapılan iki önemli kurultayın parti içi çekişmelerle geçmesi ve seçmende heyecan yaratacak bildirgelerin ortaya çıkarılamaması CHP’nin ok gibi fırlayarak vurmaya çalışacağı bir hedefinin kalmamasına yol açtı. Üstelik iç ve dış siyasi arenada Sol’un yükselişi, bu yükselişi Türkiye’de arkasına alan TİP, parti içi kimlik arayışlarında vurgulanan devrimci tavır ve ideolojik arayış, partinin kendi özündeki değerlerini yeniden doğuş için kullanmasında tek çıkar yoldu. 1965 Seçimleri yaklaşırken bir gazetecinin partinin konumu üzerine sorduğu bir soruya İnönü, “Evet CHP ortanın solunda diyebilirsiniz” demişti. Ancak bu söylem doğduğunda seçimlere çok az bir zaman kalmıştı ve bildirgede bu söylem kullanılmamıştı. Üstelik CHP tabanı ve parti organlarında görevli kimseler de bu söylemin ne anlama geldiğini, sadece bir konum mu belirttiğini yoksa ideolojik bir sorumluluk mu taşıdığını anlamaya çalışıyordu. İktisadi konularda Keynesyen politikalar barındırdığı, muğlak olmayan birkaç yönünden biriydi. Söylem; CHP’den taze çıkmış bir ekmek gibi seçmene servis edilmeyi beklerken AP bu fırsatı kaçırmadı ve söylemin “Komünizm” çağrışımı yarattığını ima ederek atağa geçti. İnönü söylemin getirdiği teraziyi dengede tutmaya çalışıyordu. Bir taraftan yükselen sol trende ayak uydurarak tabanına uygun kitleyi kendisine çekmeyi amaçlıyor, diğer yandan da Marksist anlamlar yüklenilmemesi için çaba harcıyordu. Ortanın Solu anlayışı, ülkeyi ne Komünizm yoluna sokardı ne de Faşizm. Her etki, kendi tepkisini mutlaka doğurur. İşçi ve emek kavramlarının yavaş yavaş sahiplenilmesiyle birlikte PM toplantılarında artık iş adamı ve tüccar kesimin partiye olan desteğini kesmeye başladığı konuşulur olmuştu. Peki, söylem olarak ortaya atılan ve sonrasında PM ve Gençlik Kolları kongrelerinde içi doldurulmaya, çerçevesi çıkarılmaya çalışılan Ortanın Solu nedir? Başlangıç aşaması olan doğumunda, yeni bir yönelimden ziyade, partinin Cumhuriyet’in ilanından bugüne kadar izlediği politikalar bütününe verilmiş isimdi. Siyasal anlamda Ortanın Solu kavramını büyütecek, delikanlı bir genç haline getirirken onu şekillendirecek ve sokağa gönderecek olan isim Bülent Ecevit olacaktır. Ecevit, 18.Kurultay’a doğru gidilen süreçte, kavramı deyim yerindeyse sahiplenecek, Ortanın Solu adında bir kitap yazacak, aşırı grupları tanımlayacak, anlatılmak isteneni halk dilinde ama siyasi-kültürel-ekonomik donanımla, birbirinden farklı perspektiflerden ele alacaktır. Kimlik değişimi, artık kaçınılmazdı, görünmez bir vakum CHP’yi oturmak istediği raya doğru çekiyordu. 1965 Seçimleri için hazırlanan propaganda afişlerinde “Toprak Reformu”, Doğu başta olmak üzere kırsal bölgelerin sorunlarına çözümler, “Milli Petrol” ve Çalışma Bakanı Ecevit’in konuşmalarına atıfta bulunan işçilere yönelik yasalar mevcuttu. Bu hamlelere AP tarafından karşılık, söylemin ilk çıktığı zamanki karşıt argümanın sloganlaştırılmasıyla gelir. “CHP’nin bu mesajları karşısında Adalet Partisi (AP), bugün hala hatırlanan önemli bir sloganla çıkmıştır: “Ortanın Solu, Moskova’nın Yolu” (Esmer, 2008, s. 75). 17 Eylül 1965’te “CHP Söz Veriyor” başlıklı seçim beyannamesi yayınlanarak halka duyuruldu. İnönü, seçim konuşmalarını yapacağı illerin sırasını özenle seçiyor, koalisyonlar dönemi boyunca hizmeti daha çok ve sağlıklı götürebildiği şehirleri öne çekiyordu.

10 Ekim 1965 Genel Seçim Sonuçları:

- AP: %52,8

- CHP: %28,7

- MP: %6,1

- YTP: %3,7

- TİP: %2,9

- CKMP: %2,2

Seçim sonuçları açıklanmış ve birinci parti olan Adalet Partisi, Süleyman Demirel liderliğinde hükümeti kurma görevini almıştı. CHP içerisinde ise iki görüş öne çıkıyordu. Ortanın Solu dar zamanda, kısıtlı imkanlar dahilinde yeterince halka ve örgütlere anlatılamadı veya tam tersi bir analizle seçimi kaybettiren slogan Ortanın Solu oldu.

Kurultayda Cevabı Aranan Soru: Ortanın Solu Kazandırır Mı?

1965 Genel Seçim sonuçları partiyi iki böldü. Ortanın Solu açıklamasının ve bu açıklamayı yapan İnönü’nün seçimi kaybettirdiği düşüncesi ile “Tek bir söz, tek başına ne bir seçimi kazandırabilir ne de kaybettirebilir” anlayışının karşı karşıya gelmesi, CHP içerisinde bir muhalif bir grubun oluşmasına sebep oldu. Ortanın Solu fikriyatını savunanlara göre seçimin kaybedilme nedeni, içi yeterince doldurulamayan bu fikrin, halka anlaşılır bir biçimde anlatılamamış olmasıydı. Parti içerisindeki hizipleşme o kadar ileri bir boyuta vardı ki, Ankara milletvekili olan Ahmet Üstün, İnönü’nün “Allah” kelimesini/adını kullanmamasını bile kaybedilen seçimin nedenleri olarak ileri sürdü. Partinin yan gücü değil, öz gücü olan Gençlik Kolları ve yetiştirdiği genç delegeler artık İnönü’nün başarıya giden yolda liderlik edemeyeceğini, kuşak olarak kendilerine daha yakın, Ortanın Solu anlayışının öne çıkan temsilcilerinden ve partinin ideolojik olarak yönelmek istediği işçi-emekçi kesimin saygı duyduğu Ecevit’in partide daha aktif bir rolde olması gerektiğini düşünüyordu. Üstelik ortak bir çalışmanın eseri olan Ortanın Solu kitabı Ecevit’in adıyla çıkmıştı. Hem İnönü’ye hem Ecevit’e karşı muhalif olan grupların başındaki isimler Turhan Feyzioğlu ve eski genel sekreter Kasım Gülek’ti. Turhan Feyzioğlu, partinin bu politikayı bir an önce terk etmesi gerektiğini savunurken, Kasım Gülek ise partide lider sorununun da yaşandığını vurgulayarak 18 Ekim 1966 yılındaki Kurultay’da İnönü’nün karşısına Genel Başkanlık rakibi olarak çıktı. Delegeler ve parti tabanında algı, yarışın sadece PM kadrosunda olacağı, Genel Başkanlık görevinin yine İnönü’nün elinde kalacağı yönündeydi. Kurultayın ilk günü yapılan Divan Başkanlığı seçimini Ortanın Solu ve Ecevit grubunun adayı olan Muammer Aksoy, 75’ler grubunun adayı olan Sırrı Atalay karşısında 74 oy farkla kazandı. Bu Ortanın Solu fikrinin kurultaydan zaferle ayrılacağının müjdecisiydi. İnönü’nün konuşması aslında tek bir cümle ile özetlenebilirdi: Parti, Ortanın Solu’ndaydı ancak daha ilerisinde bir solda değildi, sosyalist olamazdı. Ecevit ise yaptığı konuşmada Ortanın Solu anlayışının temel özelliklerini, TİP ve AP gibi partilerin olumsuz yönlerine karşı olumlu yönlerini aktardı. “Ecevit, sağ siyaseti sosyal değişime karşı çıkmanın, siyasi pratiği olarak düşünmekte; merkezi determinist ve iradi müdahaleyi yapamaz addetmekte, aşırı solu ise doktriner, değişime kapalı bulmaktadır” (Emre, 2013, s. 98). Ancak bu konuşmasının bir bölümü büyük tepki çekti: “Ortanın solu bu partiyi Atatürk’le birlikte kurmuş olan İnönü’nün CHP’nin ıslahı döneminde uygun bulduğu bir deyimdir. Buna karşı olanların kendilerini Atatürkçülükle vasıflandırmaları bir çelişme olarak gözükmektedir” (Uyar, 2017, s. 234). Ecevit, iktidar olmak için ülkenin felakete sürüklenmesi gerekmediğini, aksine ülkenin felakete sürüklenmemesi için CHP’nin iktidar olması gerektiği inancını taşıdığını aktardığında alkışlar kopuyordu. Bu, Ecevit’e parti içi ilk seçimini kazandıracak destekti. PM grubunu ele geçiren Ortanın Solu, Genel Sekreterlik makamına getirilen Ecevit ile ikinci zaferini kazanarak, partinin politikası olarak belirlenmişti.

Olağanüstü Hadise: 8’ler

Alışık olduğumuz süreçler vardır. Partiler, kurultay/kongre süreçlerini tamamlar, yapılacak olan seçime kadarki zaman diliminde kurultay/kongre kararları doğrultusunda, iç tartışmalardan arınarak seçimlere girer, sonuçlara göre bir tablo ortaya çıkar ve tablonun getirdiği sonuçlar ve yeni atılımlar bir sonraki kurultay/kongre zamanında tartışılarak döngü yeniden başlatılır. CHP’de bu döngü 28 Nisan 1967’de gerçekleştirilmek zorunda kalan “4.Olağanüstü Kurultay” ile bozuldu. 18.Kurultayda konuşulan ve karara bağlanan, yeni seçilen PM tarafından onaylanarak parti politikasına dönüştürülen Ortanın Solu ve önder isimleri yeniden tartışmaya açıldı. Üstelik karşı cephede, yani AP tarafında büyük bir endişe, korku ve panik havası yaşanıyorken. AP yönetimi ve parti ideologları CHP’nin yeni yönetim anlayışından öylesine korku duydular ki, seçmen gözünde karalama ve hayalperestlikle suçlama yoluna gittiler. “Orta sınıfın ve mutedil bir siyasi akımın hâkim olduğu eski CHP yerine, müfrit, sorumsuz ve maceracı elemanların hâkim olduğu bir CHP ile karşı karşıya gelmemiz çok muhtemeldir” (Avcıoğlu, 2017, s. 57). Antiemperyalist tutumuyla bir anda TİP’in solunda heyecanla karşılanan CHP CIA raporlarına dahi giriyor, sol kanatta bir şemsiye görevi görerek birlik oluşturabileceğinden duyulan rahatsızlıklar anlatılıyordu. CHP PM, seçilen yeni Genel Sekreter Ecevit ve MYK üyelerine güvenoyu verdiğini ve yol haritasını çizdiğini belirten bir bildiri ortaya koyduğunda, 8 üye muhalif bir tavır içerisine girdi. Turhan Feyzioğlu, Ferit Melen, Emin Paksüt, Orhan Öztrak, Turan Şahin, Coşkun Kırca, Süreyya Koç ve Fehmi Alpaslan, “8’ler” olarak anılacak bir grup olarak, bildiriye, Ortanın Solu’na, Ecevit’e ve İnönü’ye karşı isyan bayrağı açtılar. Turhan Feyzioğlu’nun suçlamalarında esas hedef Ecevit’ti. Feyzioğlu’na göre Ecevit’in partide yükselişi, Genel Sekreter olarak çıktığı yurt gezileriyle parlayan yıldızı, belki de ileri görüşle, yakın gelecekte partinin başına geçecek bu zatı yenmenin partiyi eski rayına oturtacağını düşündürmüş olabilir. Ecevit’in yurt gezilerine karşılık, Feyzioğlu’da yurt gezilerine başladı ancak bu 8’ler ekibinin sonunun başlangıcıydı. “CHP Adana il binasının önüne geldiklerinde Feyzioğlu ve arkadaşlarının indiği arabalarda CHP bayrağı göremeyen partililerden biri “Nerede bu arabaların altıok bayrakları, CHP’li değil mi bunlar?” diye bağırdı” (Uyar, 2017, s. 265-266). Ortanın Solu, Demokratik Sol’a giden yolda bir duraktı, bu Ecevit’in 1968 yılında yayımladığı “Bu Düzen Değişmelidir” kitabında sosyal, siyasi ve iktisadi boyutlarıyla anlatılmıştı. Feyzioğlu grubuna göre bu değişimler, Atatürkçülükten saparak sosyalizme göz kırpan bir anlayıştı ve kabul edilemezdi. 8’lerin yurt gezilerinde parti örgütlerince tepki alması, yuhalanması, İnönü’nün 28 Nisan 1967 tarihli 4.Olağanüstü Kurultay’da alınan ihraç kararını, tüzük değişikliğinin de desteğiyle kolaylaştırdı. 33 Milletvekili ve 15 senatör CHP’den istifa ederek, kısa bir süre içerisinde partileşmeye gitti ve Genel Başkanlığa Turhan Feyzioğlu’nun getirildiği Güven Partisi’ni kurdular. Parti artık Paşacı ve Ortanın Solu gruplarının tek ses birleştiği, iki kesimin liderlerinin de (İnönü-Ecevit) istifalardan memnun olduğu yeni dinamizme kalmıştı.

Bu Düzen Değişmelidir!

“CHP, ortanın solunda olduğunu söyleyerek 1965 seçimlerine girmiştir. Uğradığı seçim yenilgisi üstüne bu sözden dönerse, kendisine bilinçli olarak bağlanan veya umut bağlayanlardan büyük bir kısmı üzerindeki inandırıcılığını yitirir” (Ecevit, 2009). Ortanın Solu kitabında yazdığı bu cümle, Ecevit’in ileri görüşlü bir lider olduğunu 73 yılında kanıtlayacaktı. 19.Kurultay yaklaşırken parti içi muhalif kesimin partiden ayrılması, politikanın doğruluğunu konusunda varılan görüş birliği ve yaklaşan 1969 seçimleriyle beraber parti çalışmaları hız kazanmaya başladı. 15 Şubat 1968 tarihinde, Ecevit’in 68 bütçesini eleştiren konuşması, Ortanın Solu hareketine akademik bir bakış açısıyla bilimsel destek veren araştırmacıların -başta Besim Üstünel- “Bu Düzen Değişmelidir” başlığıyla kitaplaştırıldı. Ecevit, 81 ili gezen ilk ve tek Genel Sekreter olarak artık partide İnönü’den çok öne çıkan, kendisi siyasi bakımdan inşa etmenin zirve noktalarına yaklaşan bir politikacı olarak siyaset ve söylem üretiyordu. “Toprak Reformu” vurgusu bu konuşmada büyük bir yer tutmuş, “Toprak işleyenindir” sözü, toprak adaletinin ve ona bağlı olarak ülke adaletinin olup olmadığının göstergesidir. “Bülent Ecevit, yapılacak toprak reformunu, toprak mülkiyetinin yaygınlaşması sayesinde köylünün, ağanın kulu olmak yerine devletin kulu olmayı seçmesini yani komünizme meyletmesini engelleyecek bir formül olarak öne çıkarmıştır” (Uçkan, 2017, s. 458). Mart başında, AP, Seçim Kanunu’nda, kendi lehinde bir düzenlemeye giderek “Milli Bakiye Sistemi” uygulamasını kaldırdı. Siyasi gerilimi arttıran sadece bu olay olmadı. Ecevit, iktidarı gerici bir ihtilalin hayalperestliği peşinde koştuğu konusunda eleştiriyordu. Türkiye’de seçim çalışmaları sürerken, Dünya’da yükselen sol eylemler ve ideoloji kendini Fransa’da göstermeye başladı. Türk Basını tarafından da yakından takip edildi. Türkiye’de de benzer bir eylemler dönemi başlamıştı, 67-69 yılları arasında, özellikle üniversitelerdeki sağ-sol görüş ayrılıkları, kavgalı karşılaşmalar, sol görüşlü öğrencilerin “6.Filo” eylemleri ülke siyasetinin tansiyonunu yükseltiyordu. “24 Haziran’da gerçekleştirilen Meclis oturumunda söz alan milletvekilleri, üniversitelerdeki sorunları dile getiren konuşmalar yaparlar; özellikle TİP milletvekilleri öğrencileri desteklemektedirler. CHP’nin tavrı TİP kadar net ve örgütsel değilse de, onlar da öğrencileri destekleyen, iktidarı suçlayan açıklamalarda bulunurlar” (Kaynar, 2017, s. 29). 19.Kurultay’ın açılış konuşması, İnönü tarafından dış politika ağırlıklı olarak başladı. NATO tartışmalarındaki tavrını, konjonktürel havada NATO bünyesinde kalınmasından yana aldı. Hemen ardından en önemli konulardan olan Toprak Reformu hakkında nedenleri ve gerekliliğine dair bir konuşma yaptı. Ecevit’in parti içindeki ağırlığının giderek arttığını gözlemleyen ve dengeleri eşit seviyede tutmanın önemli olduğunu düşünen İnönü, Ecevit’in partilileri aktif üyeler olarak çalışmalara katılmaya teşvik etmesini dikkatle dinledi. İlk kez Ecevit tarafından dillendirilen önemli bir detay; Ecevit’in Genel Başkan İnönü ile zaman zaman fikir ayrılıkları yaşadığını ancak dış politikada İnönü’nün düşüncelerine koşulsuz katıldığını beyan etmesi, sonraki 3 sene içerisinde yaşanacak anlaşmazlıkların ve yarışın habercisiydi. Rakipsiz olarak yeniden Genel Başkan seçilen İnönü’den sonra parti laiklik hakkında bir bildiri yayınlayarak, laiklik karşıtı tavır sergileyen iktidara eleştirilerde bulundu. Listesinden 35 kişiyi PM’ye sokan Ecevit 1094 oy olarak en çok oy alan kişi oldu. Yeni MYK ise, iç siyasette yaşanan, öğrenci hareketlerinin işgal ve boykotlarının sona erdirilmesini istedi. Seçim bildirgesinin ilk kısmı ağustos ayında “İnsanca Bir Düzen Kurmak İçin Halktan Yetki İstiyoruz, CHP’nin Düzen Değişikliği Programı” adıyla çıktı. Bildirgenin birinci kısmı, “Toprak işleyenin, su kullananındır” cümlesinin de bulunduğu, köylüye ve onun sorunlarına çözüm önerileriyle ilgiliydi. Bu bölümü “Bağımsız Sanayi” programının yer aldığı kısım izledi. Köylü ve kentli, kırsalın önemi, kentlinin sanayisi olarak bildirgede temsil edildi.

12 Ekim 1969 Genel Seçim Sonuçları:

- AP: %46,6

- CHP: %27,3

- GP: %6,5

- Bağımsızlar: %5,6

- MP: %3,2

- MHP: %3,0

- BP: %2,8

- TİP: %2,6

- YTP: %2,1

Askeri Müdahaleye Karşı Açıkça Tavır Almak

70’li yıllara geldiğimizde, Türkiye’de iktidar 1959’daki iktidar kadar yıpranmış durumdaydı. 1969 Ekim’inde yapılan seçimleri kazanmış olsada, özellikle üniversite öğrencileri tarafından sağ-sol görüş ayrılıklarının yaşandığı, kargaşa ortamının hâkim olduğu, siyasi çatışmaların, şiddet kullanımına dönüştüğü, ekonomik sorunların arttığı ve fabrikaların çalışamaz duruma geldiği bir coğrafyada iktidar çöküşe sürükleniyordu. CHP ise, bizzat Ecevit tarafından örgütlere gönderilen talimatla, iktidarın yaşadığı çöküşe karşı, yapılacak olan ilk seçimlerde iktidarı almaya hazırlık yapmaya başlamıştı. İlk Hedefler Beyannamesi ile iktidara yürüyen CHP’nin hayalleri, askeri müdahale sonucu nasıl son bulduysa yine böyle bir durumlar bütün hesaplar alt üst olacaktı. 12 Mart 1971 öncesinde gerçekleşecek olan 20.Kurultay’a hazırlanırken İnönü, parti içerisinde bir bölünmenin yaşanmasından korkuyor, genç milletvekilleriyle sık sık bir araya gelerek, fevri ve duygusal hareketlerden uzak durulması gerektiğini anlatıyordu. Ecevit ise özellikle Sosyal Demokrasi Dernekleri Federasyonu (SDFF) içinde konuşmalar yaparak ülke genelinde yayılan ve sayıları giderek artan gençler arası çatışmaların dikta heveslilerince bilerek kışkırtıldığını anlatıyordu. Aynı zamanda 69 seçimlerinde yaşanan oy kaybının sorumluluğunu da kendi üstüne alarak, partide “Göbekçiler” olarak tarif edilen gruba karşı fikirlerini savunmaya devam ediyordu. Kurultay, Ecevit ile Kemal Satır’ın PM savaşı ile öne çıktı. İlginçtir ki her iki isimde birbirlerinin adını kendi listelerine yazmışlardı. İnönü ise her iki listeye de saygı duyduğunu ve tarafsız olduğunu belirtti. Sonuçlara göre Kemal Satır ve koyu Satır’cı Kemal Demir, Ecevit’in kazanan PM listesinden girmişlerdi ancak bu duruma istifa ederek cevap verdiler. İnönü ise son kez Genel Başkan seçildiğinden habersizdi. 12 Mart 1971 tarihinde, Genelkurmay Başkanı ve beş kuvvet komutanı, AP iktidarının ve onun hükümetinin faaliyetlerine karşı bir muhtıra yayınladılar. Cumhuriyet’in geleceğinin tehlikeye girdiğini, reformlar yapılabilmesi için partiler üstü bir hükümet kurulması gerektiğini, aksi takdirde kanunların verdiği yetkiye dayanarak idareyi üstleneceklerini bildirdiler. Nihat Erim başkanlığında kurulan “Teknokratlar Kabinesi” için bakan verilmesi istendiğinde, Ecevit buna şiddetle karşı çıktı. 60 İhtilali’nden sonra partisinin adını bir daha ordu ile yan yana gelmesini istemeyen Ecevit, ordu müdahalesini açıkça karşısına aldı. Ecevit’in bu çıkışı, İnönü’nün Ortanın Solu grubu ve Ecevit’i dengede tutmak açısından Erim’i desteklemesine ve ılımlı davranmasına sebep oldu. Ecevit ise daha açıkça bir meydan okumayla “Muhtıra bana karşı verildi” sözünü söyleyerek, Erim kabinesine karşı tek başına savaş açtı. Bu riskli bir kumardı. Ancak en büyük risk; ordu müdahalesinin CHP ile birlikte anılması diye düşünen Ecevit, kendisinin bu çıkışına anlam veremeyen ve hatta kendisini bu çıkışla bitirdiğini söyleyen insanlara karşı da yalnızdı. 12 Mart gerçekleştikten bir hafta sonra, artık gemileri yakan Ecevit, Genel Sekreterlik görevinden istifa ederek, ekibini oluşturmaya başlamış, il kongrelerinde kendi adaylarının kazanmasıyla parti tabanını ve örgüt desteğini arkasına almıştı.

50.Senenin Aydın Kişisi Doğuyor

12 Mart müdahalesine karşı İnönü’nün yumuşak ve destekçi tavrı, ilerleyen yaşı, yaz ayında geçirdiği katarakt ameliyatı, Ortanın Solu grubuyla yaşadığı fikir ayrılıkları, parti içerisinde kendini iyice göstermeye başlamıştı. Genel Sekreterlik görevinden istifa eden Ecevit’in Genel Başkanlık yarışına gireceği dedikoduları partiyi hareketlendirdi. Parti içerisindeki bu kutuplaşma; İnönü’ye göre hem kendisinin hem Ecevit’in birlikte görev almasıyla çözülemezdi. 5 Mayıs 1972 tarihinde 5.Olağanüstü Kurultay kılıçların çekildiği bir kurultay oldu. Ecevit’in PM listesi, yapılan güven oylamasında İnönü’ye karşı zafer elde etti. Kurultayın ikinci günü, İnönü’nün önergesi de reddedilince, kurultay süresinin bitiminden hemen bir gün sonra, 8 Mayıs 1972’de Atatürk’ün kendisine emanet ettiği CHP’nin Genel Başkanlık görevinden istifa ettiğini açıkladı. Genel Başkanlık Seçimi Kurultayı’nın, PM tarafından 14 Mayıs 1972 tarihinde yapılması üzere kararlaştırıldı. “İnönü’nün “Ya beni ya Ecevit!” resti, kurultay sonunda başka bir sözü akılda bırakır: “Alkışlar İnönü’ye, oylar Ecevit’e” (Uçkan, 2017, s. 479). Delegelerin tavrı, Atatürk’ün yanında, cepheden cepheye koşan, Cumhuriyet’in ve CHP’nin “2.Adamı” olan, çok partili hayata geçişin kahramanı İsmet İnönü’ye minnet ve teşekkür etmek, partiyi geleceğe, umuda ve iktidara taşıyacak olan Ecevit’e oy vermek, oldu. 913 delegeden 826’sı Bülent Ecevit’i Genel Başkan yaparak partideki değişimi tamamladı. Ecevit’in günümüz CHP delegelerine ders niteliğindeki sözüyle hem kurultayı hem de bu çalışmayı bitirmek isterim. “Demokratik bir partinin kanunlara saygılı özgür üyeleri mi olacağız? Yoksa kapıkulları mı? Vereceğiniz karar budur” (Can Dündar, 2015, s. 86).

SONUÇ

Cumhuriyet Halk Partisi, çok partili hayata geçişi tamamladıktan ve iktidarı devrettikten sonra, politikalar üretme konusunda yaşadığı bunalımı ve dönemin iktidarı tarafından kendisine karşı devlet gücü de kullanılarak gerçekleştirilen saldırıları göğüsleyememiştir. 1960 ihtilali öncesi hazırladığı İlk Hedefler Beyannamesi; üzerine çalışılmış, partinin üstündeki pası attığı, samimi olarak iktidarı isteyen bir partinin eseri olarak karşımıza çıkmıştır. Askeri müdahale ve sonrasında geçirilen koalisyon yılları, aynı zamanda yükselen sol ideoloji ve buna bağlı olarak partide yaşanan kimlik arayışı kendini Ortanın Solu olarak bulmuştur. Parti içi tartışmalar, kaybedilen seçimlere rağmen, fikrin doğruluğuna inananlar tarafından ısrarla savunulması, inandırıcılığı ve samimiyetini arttırmıştır. Merkez sağ iktidarların ülkeyi getirdiği durum karşısında, iktidarı devralmaya hazırlanan CHP’nin 71 Muhtırası ile planları bozulsa da, önceki askeri müdahale döneminden edinilen tecrübe ile Ecevit’in darbeyi partiden uzak tutma arzusu ileride başarıyı getirmiştir. Ortanın Solu, uç siyasi akımlara kapılmadan, siyasi yelpaze içerisindeki konumunu doğru tespit eden, örgütsel gücü arkasına alarak, zaman içerisinde büyük halk kitlelerinin desteğini kazanan, bir döneme damgasını vurmuş önemli bir kavramdır. Günümüz CHP’si de 1959-1972 arasındaki CHP gibi bir kimlik arayışına girmeli, partide örgütsel anlamda ve lider bazında değişikliğe gitmeli, etkisi Ecevit’ten sonra kaybolan Genel Sekreterlik makamını yeniden güçlendirerek, bölge ayırmadan yurt gezilerine çıkmadıkça iktidara ulaşmak için daha çok beklemesi gerekecektir. Kurtuluşta, kuruluşta ve devrimde sloganına “Gelecekte” vizyonunu eklemiş bir Cumhuriyet Halk Partisi görmek dileğiyle.

Kaynakça

Al Jazeera. (2014, 03 12). Cumhuriyet Halk Partisi (CHP). 01 05, 2018 tarihinde http://www.aljazeera.com.tr/dosya/cumhuriyet-halk-partisi-chp: http://www.aljazeera.com.tr/dosya/cumhuriyet-halk-partisi-chp adresinden alındı

Avcıoğlu, D. (2017). Rejim ve Devrim. İstanbul: Tekin Yayınevi. 01 07, 2018 tarihinde alındı

Balcı, M. (2015). Sıradışı Bir Siyasetçi: Kasım Gülek. İstanbul: Yeditepe Yayınları. 01 03, 2018 tarihinde alındı

Bora, T. (2017). Cereyanlar. İstanbul: İletişim Yayınları. 01 07, 2018 tarihinde alındı

Can Dündar, R. A. (2015). Karaoğlan. İstanbul: Can Sanat Yayınları. 01 07, 2018 tarihinde alındı

Cılızoğlu, T. (2017). Kamıl Kırıkoğlu İnönü ve Ecevit'i Anlatıyor. İstanbul: Tarihçi Kitabevi. 01 03, 2018 tarihinde alındı

Çolak, M. (2016). Bülent Ecevit Karaoğlan. İstanbul: İletişim Yayınları. 01 03, 2018 tarihinde alındı

Ecevit, B. (2009). Ortanın Solu. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 01 07, 2018 tarihinde alındı

Emre, Y. (2013). CHP, Sosyal Demokrasi ve Sol. İstanbul: İletişim Yayınları. 01 07, 2018 tarihinde alındı

Esmer, G. T. (2008). Propaganda, Söylem ve Sloganlarla Ortanın Solu. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10(3). 01 07, 2018 tarihinde alındı

Kaynar, M. K. (2017). Türkiye'nin 1960'lı Yılları. İstanbul: İletişim Yayınları. 01 07, 2018 tarihinde alındı

Öymen, A. (2013). ...Ve İhtilal. İstanbul: Doğan Kitap. 01 03, 2018 tarihinde alındı

Tuğluoğlu, F. (2017). CHP'nin 14.Kurultayı ve İlk Hedefler Beyannamesi. Atatürk Yolu Dergisi(60), 289. 01 03, 2018 tarihinde alındı

Uçkan, R. (2017). Türkiye'nin 1960'lı Yılları. İstanbul: İletişim Yayıncılık. 01 07, 2018 tarihinde alındı

Uyar, H. (2017). İki Darbe Arasında CHP 1960-1971. İstanbul: Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş. 01 03, 2018 tarihinde alındı

308 görüntüleme0 yorum
bottom of page