AKSARAY ÜNİVERSİTESİ
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ
SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ BÖLÜMÜ
LİSANS MEZUNİYET TEZİ
İttihat Terakki’nin Oluşumu
2 Haziran 1889’da Fransız İhtilali’nin 10. yılını kutlayan Askeri Tıbbiye öğrencisi 5 genç (Ohrili İbrahim Temo, Arapkirli Abdullah Cevdet, Diyarbakırlı İshak Sukuti, Kafkasyalı Mehmet Reşid, Bakülü Hüseyinzade Ali) İstanbul Demirkapı’da (günümüzdeki adı Sirkeci) toplanarak “İttihad-ı Osmani” adında gizli bir örgütü kurmuşlardır. Bağ bekçisi Aluş Ağa’nın başkanlığında, 12 kişinin katılımı ile gerçekleşen bir toplantısında başkanlığa en yaşlı üye olan Ali Rüşdi’yi, sekreterliğe Şerefeddin Mağmumi’yi, saymanlığa Asaf Derviş’i seçti. Bir piknik görüntüsü verilerek gerçekleştirilen bu toplantıya, “İnciraltı Toplantısı” veya “On İkiler Toplantısı” denilir. Cemiyetin İtalyan Karbonari Mason Teşkilatı'nı örnek alarak hücreler halinde yapılanması, her üyeye bir sıra numarası verilmesi bu toplantıda kararlaştırıldı. Cemiyet toplantılarını her Cuma farklı yerlerde sürdürdü. Bu cemiyetin amacı istibdadın kaldırılmasını ve her derde deva görülen anayasa ile parlamentonun yeniden işlerlik kazanmasını amaçlıyordu.
Birkaç yıl gibi kısa bir zamanda Tıbbiye, Mülkiye ve Harbiye öğrencileri arasında dal budak saran bu yeni teşkilatı etkileyen düşünceler, Balkanlar’da yaşayan Hristiyan halkların (Sırp, Bulgar, Arnavut ve Ulah) milliyetçi taleplerle yaptıkları ayaklanmaya duyulan karşı tepkilerden kaynaklanır.[1]
Daha 1892’de, hükümetin hafiyeleri cemiyetin varlığını ortaya çıkarmışlardı, bazı üyeleri tutuklamalarına rağmen, bunlar kısa süre sonra serbest bırakıldı ve ciddi hiçbir önlem alınmadı. Artan baskı havası içerisinde, bu okulların mezunları ve öğretmenleri, genellikle Abdülhamit rejimine etmek ve Avrupa’da öğrenim görmek biçiminde iki amaç taşıyarak ülkeden ayrılmaya başladılar. Orada anayasanın askıya alınmasından beri Paris’te bulunan küçük bir Osmanlı muhalif çevresi buldular.[2]
Kıdemli bir Genç Osmanlı olan Halil Ganem Abdülhamit’e sert eleştiriler yönelttiği Fransızca bir gazete (La Juene Turquie) çıkarıyordu. Çevresine babası Osmanlı parlamentosu üyesi, eski Bursa maarif müdürü ve güçlü kişiliğiyle muhalefet hareketine yaklaşık 20 yıl hâkim olacak olan Ahmet Rıza katıldı. Halil Ganem ile birlikte bir ekip oluşturarak “Meşveret” adlı Türkçe ve Fransızca yayımlanan 15 günlük bir gazete çıkardılar. Gazetede meşrutiyet savunulmuş, kültürün ve halkın politik görev bilincine varabilmesi için eğitim alması gereken bireyin üstünde durulmuştur. Gazetenin şiarı bunu yansıtıyordu: İntizam ve Terakki. Bazı kaynaklara göre gazete, o dönemlerde muhalefet hareketinin resmi yayın organı olmuştur. Ahmet Rıza pozitivist düşünceleri olan biriydi.
Abdülhamit’e karşı muhalefetin öncü isimlerinden biri olarak hayranlık uyandırmıştı, ama gerek pozitivist düşüncüleri (bu düşünceler cemiyetin büyük çoğunluğu tarafından paylaşılmıyordu, gene de Ahmet Rıza tarafından programlarının bir parçası olarak gösteriliyordu), gerek esnek olmayan kişiliği yüzünden pek tutulmuyordu.[3]
Bu nedenledir ki ‘Jön Türk’ hareketi (Avrupa’da kendilerini bu adla adlandırıyorlardı) içinden rakip liderler çıkıyor, sık sık bir araya gelip Ahmet Rıza’nın otoritesine meydan okuyabiliyordu. Jön Türkler düşünce yapısı olarak ideolojik tutarsızlıklar sergiliyordu. Bir yandan Ahmet Rıza’dan dolayı pozitivist düşünceleri ‘popülarist’ biçimde savunuyor, diğer taraftan Osmanlı tebaasının pozitivist düşüncelere ‘kapalı’ olduğunu bildiklerinden ‘Panistlamist’ görüşlerin savunucusu olmuşlardır. Mülkiye Mektebi’nde tarih hocası olarak ünlenmiş olan Murat Bey (Mizancı Murat) de 1895 sonunda Osmanlı başkentinden kaçarak Paris’e gitti. İstanbul’da çıkardığı Mizan Gazetesi’nde yönetime yönelttiği eleştiriler sonucu gazetesi 1890’da kapatılmış; hazırladığı reform teklifi padişahtan ilgi görmemişti. İstanbul’dan kaçıp geldiği Paris’te Ahmet Rıza Bey’den beklediği ilgiyi göremeyince Londra’ya ve ardından Kahire’ye giden Murat Bey, düşüncelerini yaymak üzere Ocak 1896’dan itibaren gazetesi ‘Mizan’ı Kahire’de yayımladı. Anayasanın yürürlüğe konulmasını, İslam dünyasını birleştiren bir meşruti yönetim kurulmasını istiyordu. 1895 yılından itibaren tıbbiyelilerin hapis ve sürgün gibi nedenlerle dağılmasından sonra cemiyetin içinde memur, subay, ulema gibi başka çevrelerden üyeler etkin oldular. 1896’da cemiyetin yurtiçindeki örgütlenmesinin başında Harbiye Nezareti Levazımatı muhasebe müdürlerinden Hacı Ahmet Bey vardı. Kendisi, darbe yanlısı bir kimseydi. Onun önderliğinde yurtiçindeki üyeler II. Abülhamit’i devirip yerine V. Murat’ı tahta geçirmeyi planladılar ancak bu plan uygulamaya konmadan ortaya çıktı. Cemiyetin ileri gelenleri Fizan, Trablus, Akka (İsrail’in kuzeyinde bir şehir), Bingazi gibi uzak yerlere sürgün edildiler. Sultan Abdülhamid darbe girişiminden sonra kendisini garanti altına almak istiyordu, bu nedenle büyük bir tutuklama operasyonu yapıldı. 630 kişi tutuklandı; içlerinden 78 kişi ‘Şeref Vapuru’na bindirilip Fizan’a gönderildiler. 15 Eylül 1897’de Trablusgarp’a indiklerinde valinin de yardımıyla Fizan’a gitmek yerine orada hapsedildiler. Bu sürgün olayı, tarihe “Şeref Kurbanları” olarak geçmiştir ve Abdülhamid’in saltanatındaki en büyük sürgün olayıdır. Bu olaydan sonra İstanbul merkezi çalışamaz hale geldi. Padişah teşkilat liderleri tarafından Cenevre’ye çağırılan Mizancı Murat’ın anahtar kişi olduğunu anladı. Yaveri Ahmet Celalettin Paşa’yı Murat’ı İstanbul’a dönmeye ikna etmesi için Cenevre’ye yolladı. Celalettin Paşa tutuklanmış üyeler için genel af vaadinde bulundu ve padişahın itibarını kaybetmeden gerçekleştirmesi mümkün olduğunu ıslahat yapacağını söyledi. Mizancı Murat herkesi şaşırtan bir karar vererek ülkeye dönmeyi kabul etti ve 1897 yılında Şuraı-yı Devlet üyesi olmak üzere ülkeye geldi.[4] Ancak padişah vaatlerinin hiçbirini yerine getirmeyerek harekete büyük bir darbe indirdi. 1896’da tutuklanan İttihat Terakki kurucularından Abdullah Cevdet ve İshak Sükûti kaçmayı başararak Cenevre’ye gitmiş ve “Osmanlı” adından kendi yayın organlarını çıkarmaya başladılar. Bu organ kaçak olarak ya da imparatorlukta faaliyet gösteren Fransız ve Avusturya postaneleri yoluyla girdiği ve gizli gizli okunduğu Osmanlı İmparatorluğu’nda “Meşveret” i geride bıraktı. Cenevre’ye yeni gelen bu iki ünlü muhalifte 1899’da ülkelerine dönmeye ikna edildi. Abdullah Cevdet Viyana’daki, İshak Sükûti Roma’daki Osmanlı elçiliklerindeki memuriyetleri kabul ettiler.[5] İnatçı kişiliği ile tanınan Ahmet Rıza dönmedi. Jön Türk hareketi bu iki kayıpla bir kez daha ezilmiş oldu. Ahmet Rıza’nın bu tutumundan etkilenen Dr. Bahattin Şakir, Sami Paşazade Sezai gibi gençler cemiyete katıldı.
1. Jön Türk Kongresi
Jön Türk hareketi bu kötü durumdayken, birdenbire hiç beklenmedik bir kaynakla güçlendi: 1899 Aralık ayında padişahın üvey kardeşi ve eniştesi Damat Mahmut Celalettin Paşa, paşanın iki oğlu; Prens Sabahattin ve Lütfullah ile birlikte Fransa’ya kaçtı.[6] Art arda gelen darbelerden sonra bu taze kan bir ölçüde toparlanma sağladı. Paşa, Osmanlı Gazetesi’ni İshak Sükûtiden devralıp Londra’da çıkarmaya başladı. Ahmet Rıza ile Prens Sabahattin arasında siyasi ilkelerden dolayı fikir ayrılıkları vardı. Ahmet Rıza; merkeziyetçi, Müslüman-Osmanlı milliyetçiliğinden yana, her türlü yabancı müdahaleye karşıydı. Prens Sabahattin ise Edmond Demolins’in (Le Play’in öğrencisi) fikirleri etkisinde, âdem-i merkeziyetçi ve özel teşebbüse yer bırakan yönetimden yanaydı. Ticari ve siyasi müdahalelere karşı değildi. Bu farklılık 1.Jön Türk Kongresi’nde ortaya çıktı. Kongre isteğini ilk olarak Tunalı Hilmi icraata döktü. 1898 yılında Mısır’a giderek Kahire merkezini yeniden kurmuştu. Bir kongre düzenleme düşüncesini öne atarak 20 Ekim 1899’da gerçekleşmesini düşündüğü kongreye İttihatçıları davet etti ama olumlu tepkilere rağmen bu planı zamanında gerçekleşmedi. Mısır’da Prens Lütfullah ve Sabahattin, "Umum Osmanlı Vatandaşlara" hitaplı iki beyanname ile Jön Türkler'in bir kongre düzenlemesini önerdiler. Bu çağrı sonucu 4-9 Şubat 1902’de Paris’te “Birinci Osmanlı Liberaller Kongresi” adıyla bir kongre toplandı. Sonradan "I. Jön Türk Kongresi" diye anılan kongre, Fransız senatosu üyesi Lefévre-Pontalis’in evinde 47 kişinin katılımı ile gerçekleştirildi. Kongrede Hınçak ve Taşnak gibi ihtilalci Ermeni örgütleri de dâhil Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bütün milliyetler temsil ediliyordu. Kongrede ortaya çıkan ana bölünme, kongrenin amaçlarını, Abdülhamit’in devrilmesi ve meşrutiyetin ilan edilmesiyle sınırlamak isteyen Ahmet Rıza grubuyla, Ermenilerle birlikte, reformları gerçekleştirmek için yabancı müdahalesinden ve Abdülhamit idaresine karşı şiddet kullanılmasından yana olan Prens Sabahattin grubu arasındaydı.[7] Ahmet Rıza pozitivist düşüncesinden dolayı şiddet kullanılmasına kesinlikle karşıydı. Ayrıca yabancı müdahalesi fikrini kabul etmeyecek kadar milliyetçiydi. Bu nedenle Prens Sabahattin’in kardeşi ile Trablus garnizonunun yardımıyla Abdülhamit’e karşı askeri darbe hazırlığı uygulamaya geçirilemedi. Avrupa’da yapılan bu ilk muhalif kongre, bir beyanname yayınlıyordu: “Türkiye’de icrai faaliyet eden füruku muhtelife tarafından 27, 28, 29 Kânunuevvele müsadif günler zarfında münakit kongre Devlet-i Osmaniye’yi teşkil eden milletler beyninde ittihada muvaffakiyet hâsıl olduğunu resmen ilan eder, o milletler ki padişahı lahık Abdülhamid-i Saniyenin cinayatı gaddaranesi sebebiyle memlekete musallat olup bütün cihana manzarai nefret ve istikrah arz eden idare-i müstebideden müştereken azap çekiyor. Bu cinayetlerden başka Türkiye’nin bütün kuvveti hayatiyesini bittedric mahf ve ifna edici bir siyaset izledi. Milletin ticaretine, idareye maarife müteallik bütün hayati, maddi ve manevisini malul ve muattal kıldı…[8] Aralarında din ve milliyet husumetlerini uyandırmak ve bu husumetleri adeta bililtizam idare etmek suretiyle cümlesini alettevali birbiri üzerine saldı: Türk, Ermeni, Rum, Bulgar, Kürt, Arap, Dürzi, bunların hepsi nefiy, tazyik, katliamlar gördü, öğrendi.
Naşiri efkârı: Terakki İmza: Kongre Rüesası adına,
Malumyan Efendi, Ahmet Rıza Bey, Prens Sabahattin.” Nitekim Abdülhamit’in hafiyelerinden çekindikleri için kongreyi Fransız dostları Mösyö La feuvre Contalis’in özel ikametgâhında yapmışlardır.
60-70 kadar delegenin katıldığı kongre, kesin bir uzlaşmaya varamadı. Ahmet Rıza ve arkadaşları yabancı müdahaleye açıklık fikrine karşı çıktıkları için kongreyi terk ettiler. Prens Sabahattin kongredeki tartışmaları bir uzlaşma havasına sokarak, ikinci bir kongrenin daha olgun cereyan etmesini tavsiye ederek, muhalif gruplara hoşgörülü olmaları salık verildi. Kongreden sonra Ahmet Rıza Bey’in temsilcisi olduğu grup, Terakki ve İttihat Cemiyeti adı altında faaliyetlerini sürdürdü; Mısır’da “Şuray-ı Ümmet” dergisi çıkarıldı. Prens Sabahattin’in temsil ettiği görüşleri savunanlar ise onun liderliğinde kurulan “Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti” çatısı altında faaliyetlerini sürdürdü; yeni cemiyetin yayın organı olarak “Terakki” gazetesini çıkardılar.
2.Jön Türk Kongresi
1905 yılında, 11 Ocak tarihinde Selanikli Mustafa Kemal kurmay yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu. Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, mezuniyetinin ardından merkezi Şam'da bulunan 5.Ordu'ya staj amacıyla gönderildi. Tayinini beklerken, kendisiyle beraber mezun olan birkaç arkadaşıyla birlikte bir daire tuttu. Siyasal olarak faaldi. Faal olmak Namık Kemal ve Genç Osmanlıların yasaklanmış eserlerini, yabancı postaneler aracılığıyla yurtiçine sokulan Jön Türk gazetelerini okumaktı. Padişahın hafiyelerinden Fethi adında biri, onları, askeri okullar başmüfettişi Zülüflü İsmail Paşa’ya ihbar etti. Bir hafta tutuklu kaldılar, sürgüne gönderilmekten ya da en hafifi ordudan atılmaktan korktular. Ali Fuat ile birlikte Avrupa’ya kaçmayı bile düşündüler. Sonunda bu işten bir kınama ile kurtuldular, tayinleri Edirne’deki İkinci Ordu ve Manastır’daki Üçüncü Ordu yerine Erzurum’daki Dördüncü Ordu’ya ve Şam’daki Beşinci Ordu’ya çıktı. Bu girişecekleri herhangi bir faaliyeti tehlikesiz kılacaktı. Yine 1905 yılında Doğu Anadolu'da bağımsız bir Ermeni Devleti kurulmasını isteyen Ermeni Devrimci Federasyonu yanlısı bir grup Ermeni Osmanlı padişahı II. Abdülhamit'i öldürmeyi planladı. Bu amaçla bir atlı arabaya 120 kg miktarında patlayıcı yerleştirerek padişahın Cuma selamlığından sonra Yıldız Hamidiye Camii önündeki yoluna yerleştirdiler. Suikast için padişahın kendi arabasına yürüyüş süresi (1dk 42 saniye) gibi en ince detay dahi hesaplanmıştı. Patlayıcıların içine konduğu arabaya metal parçaları doldurulup bombanın etkisi artırılmıştı. Ancak Şeyhülislam Cemalettin Efendi'nin Sultan Abdulhamit'e bir soru sorarak geciktirmesi üzerine bomba Sultan Abdülhamit'in etki alanı dışındayken patladı ve padişah hiçbir zarar görmeden kurtuldu. 1906 Eylül ayında, Selanik’te 3.Ordu Subayları olan 10 kişi tarafından “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti” kuruldu. Bu 10 kişi:
1 Numaralı üye Bursalı Tahir Bey (Yarbay) Naki Bey (Binbaşı) Edip Servet Bey (Erkan-ı Harp Yüzbaşı) Kazım Nami Bey (Yüzbaşı) Ömer Naci Bey (Yüzbaşı) İsmail Canbolat (Yüzbaşı) Hakkı Baha Bey (Yüzbaşı) Mehmet Talat Bey (Posta ve Telgraf İdaresi Başkâtibi) Rahmi Bey. Mithat Şükrü Bey Bu grubun ilginç bir özelliği bir, iki dışında hepsinin ‘tarikat’ mensubu olmaları ve en önemlisi de “Mason” teşkilatlarına üye olmalarıdır.[9] Cemiyet kurulduğu sıralarda aynı günlerde Mustafa Kemal, Şam'da Beşinci Ordu subayları arasında Vatan ve Hürriyet Cemiyeti adlı örgütü kurmuş ve hemen ardından kısa bir süre için Selanik’e gidip orada bir şube açmıştı.
Osmanlı Hürriyet Cemiyeti önce Vatan ve Hürriyet ile birleşti. Cemiyet adını gizli tutsa da Makedonya’da görev yapan genç subaylar arasında hızla yayılmaktaydı. Bu durum karşısında Terakki ve İttihat cemiyeti önceleri ciddiye almadıkları bu cemiyetle işbirliği yolları aramıştır. Paris Temsilcisi Dr. Nâzım Bey’i göndererek aralarında bir “Birleşme Protokolü” imzalamışlardır. Anlaşmadan sonra, her iki cemiyetin ortak adı “İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC)” adını almıştır.[10] Bu birleşme ile örgüt siyasi niteliğinin yanı sıra askeri bir nitelikte kazandı. 29 Ekim 1907’de Mustafa Kemal de arkadaşı Ali Fethi Bey’in ısrarı ile 322 numaralı üye olarak derneğe girdi. İkinci kongre için, Sabahattin Bey’in Paris’teki Berlin Sokağı’ndaki ofiste hazırlık komitesi toplanır. Birinci kongrede savundukları ‘bağımsızlık’ taleplerinden vazgeçen Ermeniler, tedhişçi eylemlerini bundan böyle sürdürmeyeceklerini, kendi başlarına hareket etmenin mantığı olmadığını söylemişler, Abdülhamit muhaliflerinin ortak bir çatıda bir araya gelmelerini savunmuşlardır. Prensipte anlaşmaya varılmış, Abdülhamit’in devrilmesinde ortak kararlar alınmıştır. Ayrıca idare-i hazıranın esasen tebdili ve usulü meşveret ve meşrutiyetin tesisi kararları alınmıştır. Kongre, toplantıda temsil edilemeyen muhalif gruplara telgraf ve mektuplar göndererek kendilerine destek istemiştir. Kongre sonucunda “Muhtelit Daimi Komite” kurulmuş, Türkçe, Arapça, Kürtçe, Arnavutça, Ermenice, Bulgarca ve Rumca bildiriler imparatorluğun her tarafına dağıtılacaktı. Oluşturulan komitelerin faaliyetleriyle ilgili bilgilerin gizliliği esas alınıyordu.
1908 Devrimi
1906-1908 yılları arasında, Osmanlı ordusu içerisinde ciddi biçimde saraya, özellikle Abdülhamit’e başkaldırı hareketleri olmuştur. Bu faaliyetlerinde nedenleri arasında ‘merkez’ olarak ordunun seçilmesi, askerlik süresinin uzun olması, askerlik şartlarının ağır oluşu ve ücretlerinin ödenmesinde gecikmeler yaşanması yer almaktadır. Merkezi Selanik'te bulunan 3. Ordu’nun gerçekleştirdiği 1908 Devrimi'ni Selanik'te bulunan İttihat ve Terakki merkez komitesi organize etti. Bir iddiaya göre ihtilalin, Abdülhamid’in tahta çıkış günü olan 1 Eylül’de yapılması planlanmıştı. 3 Mart 1908’de İngiltere’nin Makedonya sorunu hakkında yayımladığı genelge, yöreye olası bir müdahaleyi engellemek isteyen cemiyet üyesi subayları harekete geçirdi. İttihatçılar, Avrupa Devletleri’nin haksız yere Osmanlı’nın Makedonya’daki topraklarına müdahale ettiklerini, bir muhtıra ile Rus Konsoloslukları hariç, Avrupa sefirliklerine duyuruyordu. Muhtırada, yalnızca Hristiyan halkın çıkarını korumakla, Avrupa’nın Osmanlı’daki Müslümanlara haksızlık yaptıkları yazılıyordu. İttihatçıların “Meşrutiyet Devrimi” için yaptığı ilk hareket İsmail Canbolat Bey’in direktifiyle, Mustafa Necip Bey tarafından, Selanik Merkez Kumandanı Kaymakam Nazım Bey’e yapılan suikasttır. Nazım Bey bu suikasttan yaralı olarak kurtulur. 3 Temmuz 1908 günü Resne’de Kolağası Niyazi Bey’in 200 asker ve 200 sivilden oluşan bir çete ile dağa çıkması ile ihtilal fiilen başladı. Abdülhamid’in dağa çıkanlara karşı aldığı tedbirler, subayların genellikle cemiyet üyesi olması nedeniyle işe yaramadı. Cemiyetin Manastır merkezi, padişaha, Kanuni Esasi’yi yürürlüğe koymasını ve 26 Temmuz’a kadar Meclisi Mebusan’ın açılmasına izin vermesini isteyen bir telgraf çekti. Eyüp Sabri kumandasındaki Ohri Taburu ile Niyazi Bey komutasındaki Resne taburu 22 Temmuz gecesi Manastır’da birleşti ve Manastır Fevkalede Kumandanı olarak görevli bulunan Müşir Fevzi Paşa’yı dağa kaldırdılar. 23 Temmuz günü atılan 21 pare top atışı ile Manastır’da Meşrutiyet yönetimi İttihat ve Terakki tarafından ilan edildi. Durum, Yıldız Sarayı'na telgraflarla bildirildi. 23 Temmuz’u 24 Temmuza bağlayan gece Kanuni Esasi’nin yürürlüğe konmasına karar verildi ve resmi ilan ertesi sabah gazetelerde yayımlandı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin hareketi, çetecilik yoluyla yönetimi ele geçiren ilk hareket olarak tarihe geçti. Meşrutiyetin ilanı İTC için beklenmeyen bir gelişmeydi. Padişah gelişen olaylar karşısında direnmekten vazgeçip “Hürriyetin İlanına” karar vermesi Osmanlı hükümetini ve idari kadroyu çalışamaz duruma getirmişti. İTC doğrudan hükümet kurmaya kalkışmadı, hükümetleri dışarıdan kontrol etmeyi tercih etti. Bürokratlar ve kabine üyeleri inisiyatiflerini kaybetmişlerdi. Konya ve Bursa’da Abdülhamit’in hafiyeleri tutuklanıyor, rüşvetçi ve ehliyetsiz memurların işten el çektirilmesi isteniyordu. Başkent İstanbul’da ise, ‘eski rejimin mensuplarını’ cezalandıracak ve halkı kontrol edebilecek bir otorite yoktu. Yeterli güce sahip tek teşkilat İTC idi. Abdülhamit Sadrazam Sait Paşa’nın tavsiyesine uyarak bütün siyasi suçlular ve sürgünler için genel af ilan etmişti. Gelişen bu durum, isterse İTC’nin rahatlıkla iktidara gelebileceğini göstermekteydi. Cemiyet karşı oldukları hükümete iktidarı bırakarak ‘denetleyici unsur’ olarak kenara çekildi. İTC çizgisi Genç Osmanlıların getirmek istedikleri çözüm yollarından ve bu çözümden ibaret bir çizgidir. Genç Osmanlıların devlet idaresinin bürokratları ve aydınları olmalarına karşın Jön Türkler, yeni kurulan devlet okullarındaki müderrisler, Batı hukuku okumuş avukatlar, gazeteciler, küçük ve ‘batılı anlayışa uygun’ memurlar, harp okullarındaki ikinci görevliler gibi yeni doğmakta olan meslek sınıflarına mensuptular. Bu nedenle Jön Türkler, devamı olduklarını söyledikleri Genç Osmanlılar kadar yetenekli görünmüyordu. Dolayısıyla hiçbir zaman yüksek idari mevkileri ele geçirme derdini taşımadılar. Jön Türk Cemiyeti’nin önemli adamlarından “Tanin” gazetesi başyazarı ve İstanbul mebuslarından olan gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın şunları söyler: “Rütbesiz, nişansız, şan ve şöhretsiz bir gencin Vezaret unvanıyla Sadrazamlığa çıkmasını bu memleketin havsalası alamazdı. Hükümetin başına çıkmayı onların zihinleri alamadığı gibi, memleketinde hazmedebilmesi imkânsızdı. 1908 Temmuz’unda İTC bir posta başkâtibi olan Talat Paşa’yı sadrazam ilan edemezdi. Eğer böyle bir şey olsaydı başarısızlıkla sonuçlanabilir ve kargaşa ortamı çıkabilirdi. İstanbul halkı, ani gelen meşrutiyetle ne yapacağını şaşırdı. Abdülhamit’in sansürü yüzünden Makedonya ve Rumeli’deki olayları net olarak bilmeyen halk için meşrutiyetin ilanı ona, padişahın bir lütfu gibi geldi. Örneğin meşrutiyetin ikinci günü olan 25 Temmuz’da “İkdam” gazetesi “Padişahım çok yaşa” gibi, padişahın taraftar olmadığı bir olayı padişahın isteği gibi göstermeye çalışıyor, halk da akabinde ‘padişah lehine’ sokaklara dökülüyordu. Harbiye ya da ‘okullu’ mekteplilerin önderliğinde, halk Yıldız’a ve başka resmi kurumlara yürüyüş yapıyordu. 26 Temmuz’da Sultanahmet’te toplanan kalabalığın sayısı 100.000’i aşıyordu. 28 Temmuz’da Şeyhülislam Cemaleddin Efendi, İTC yöneticilerini yanına çağırarak, gösterilerin son bulmasını ve padişahın Kanun-i Esasi’yi uygulayacağına dair ‘yemin müzekkeresini’ bildirmişti. Abdülhamit basına uyguladığı sansür yasağını kaldırdığını ilan edip, bugüne kadar olan olayların sorumluları olarak bazı bürokratlarına işten el çektirerek İTC’nin gönlünü almaya çalışıyordu. Sait Paşa’nın Abdülhamit’in emriyle kurduğu kabine siyasi af kararı çıkardı. Sait Paşa’nın kurduğu kabine ile görüşmek üzere, İttihat ve Terakki adına Talat Paşa ve Cavit Bey’ler İstanbul’a gelmişlerdi. Yeni oluşan hükümetle görüşen İttihatçılar, Bahriye ve Harbiye gibi nazırlıkların Padişah tarafından atanması yetkilerine karşı çıktılar. Bu durum hükümetin istifası ile sonuçlandı, sadrazamlığa Kamil Paşa getirildi. Meşrutiyet döneminin önemli devlet adamlarından Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa ilk kabinesini kurduğu tarihlerde 72 yaşındaydı. “İhtiyar Sadr-ı azam” en büyük vezirlerden biriydi. Abdülhamit, meşrutiyet döneminin inişli-çıkışlı sürecinde, Mehmet Sait Paşa ve Kamil Paşa’yı daima el altında bulundurarak ‘ara dönemlerde’ kullanmasını iyi bilmişti. “Eski rejimin devlet adamlarından yararlanan” ittihatçılar; “Sait Paşacı”, ittihatçılara muhalif olanlar “Kamil Paşacı” kesilmişlerdi. Bu nedenle meşrutiyet döneminde iki sadrazam arasında kavga ve çekişme eksik olmamıştır. Meşrutiyet dönemi ilk seçimleri Kamil Paşa kabinesi döneminde yapılmıştır. Bu kabine ‘eski ekol’ dediğimiz nazırlardan kurulur. İttihatçılar bu durumdan memnundur, çünkü kabine üzerindeki ‘denetleme iktidarını’ devam ettireceklerine inanıyorlardı. Kabine kurulduktan 10 gün sonra programını açıklar; program Osmanlı Devleti’ni ‘çağdaş merkezi bir devlet’ anlayışını ortaya koyarak maliye, nezaretler, ordu ve donanmanın yeniden, çağdaş ölçülere göre düzenleneceği, gereksiz memurların görevden alınacağı şeklinde taahhütlerde bulunuyordu. Ayrıca bu dönemde memurların yeniden disipline edilecekleri, yüksek rütbeli subayların yolsuzluklara karıştığı, bu yolsuzlukların önleneceği ve o güne kadar askerlikten muaf tutulan Gayr-ı Müslim’lerinde askere alınacağını duyuruyordu. 6 aydan fazla süren hükümet dışarıda Avusturya-Macaristan’ın Bosna Hersek’i ilhak etmesi, Bulgaristan kethüdasının “Bağımsızlık” ilanı, Girit adası halkının Yunanistan’a bağlı olduğunu açıklaması nedeniyle sarsılıyordu. İçeride ise Kürt ayaklanmalarından biri olan Milli aşiretinin ayaklanması ile uğraşıyor ve yıpranıyordu. Aralık 1908'de seçilen Mebusan Meclisi'nde üyelerin büyük çoğunluğu İTC tarafından desteklenen kişilerdi. Şubat 1909'da Kamil Paşa hükümeti mecliste İTC grubunun verdiği güvensizlik oyuyla düşürüldü. Kullanılan 262 oyun 198’i aleyhte çıktı. Bu, Osmanlı Devleti tarihinde mecliste güvensizlik oyuyla düşürülen ilk ve son hükümet olmuştu. Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti, cemiyetin izni ile kuruldu. Kamil Paşa’nın düşürülmesi, Ahrar Fırkası ve diğer muhalif güçler için ağır bir yenilgidir. İttihatçıların meclisteki sayısal üstünlüğü bu olayla kendini kanıtlamıştı. Bunun üzerine muhalefet İttihatçılar aleyhine yoğun bir propogandaya girişti. İngiliz basını, Kamil Paşa’nın düşürülmesiyle kendi saygınlıklarının da düştüğünün farkındaydı. Levant Herald adlı İngiliz gazeteci İttihatçılara ateş püskürüyordu. İttihatçılar, İngiliz düşmanlığının kendileri için pahalıya mal olacaklarını düşündüklerinden telaşa kapılmışlar, İngiliz makamlarına bundan sonraki kabinelerde kesinlikle İngiliz aleyhtarlığının yapılmayacağı konusunda güvence vermişlerdi. Nitekim Hüseyin Hilmi Paşa kabinesi, dış siyasette İngiliz politikalarına ters düşmeyeceğini beyan etmişlerdi. Muhalefet İttihatçıları ‘samimi olmamakla’ ve ‘askeri siyasete sokmakla’ eleştiriyordu. Tam da bu sırada beklenmedik bir olay gelişir; muhalif gazetelerden biri olan “Serbesti” gazetesi başyazarı Hasan Fehmi, Galata Köprüsü üzerinden geçerken vurulur, katilleri bulunamayınca cinayetin İttihatçılar tarafından işlendiği anti-propagandaya sebep olur. Çok geçmeden Sabahattinciler olarak adlandırılan Adem-i Merkeziyet ve Teşebbüs-ü Şahsi taraftarları ile diğer muhalefet grupları, yoğun politik tartışma ve kavgaların içine sürüklenecektir. Sabahattin’in gittikçe gelişip güçlenmesi, düşüncelerinin ‘ulema’ ve halk arasında gittikçe itibar görmesi İttihatçıları zora sokmaktadır. Sultan Abdülhamit’te İttihatçılara karşı Sabahattin’in yanına yaverlerini göndererek hal hatır sormaktadır. Prens nede olsa padişahın yeğenidir ve İttihatçılara muhaliftir. Diğer bir önemli hadise Mekteb-i Mülkiye-i Şahane’de ortaya çıkar. Hasan Fehmi cinayetini protesto eden öğrenciler, İttihatçı hocaların derslerine girmeyerek kalabalık gruplar halinde önce Bab-ı Ali’ye yürürler sonra Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’ya ve Meclis-i Mebusan Reisi, İttihatçı lider Ahmet Rıza’ya giderek faillerin yakalanmasını isterler. Kalabalığın sayısı 50.000 civarındadır. İttihatçılar bu olayların kendileriyle ilgisinin olmadığını açıklamak zorunda kalsa da bu beyanlara inanan sayısı azdır. Cinayetlerin ve olayların arkası kesilmez. Sabahattin’in grubundan Dr. Hicri Bey’in Diyarbakır’da tutuklanması, Faiz Bey’in silahla öldürülmesi, Sada-yı Millet gazetesi başyazarı Ahmet Samim Bey’in öldürülmesi ile ortalık daha da gerilir. Gazete, İttihatçılar tarafından yönlendirilen “Divan-ı Harbi Örfi’nin ‘gizli işkence yöntemlerini’ belgeleriyle ortaya koymaya çalışır. İttihat Terakki muhalefeti sindirmek için daha çok mason örgütlerinin de örnek aldığı İtalyan Carnobari tipi örgütlenme biçimi olan komitacılık olarak adlandırılan bu sisteme başvurmaktaydı. Sıkı bir hiyerarşi, gizlilik esası ve örgütlenmede vazgeçilmeyen yemin materyalleri silah, kitap ve bayraktı. Komitacılar, ihtilalci bir karaktere sahiptir. Zamanın ihtilalci anlayışının unsurları akıl, cesaret, teşkilat ve silahlı unsurlardı. Bu sıralarda Cemiyet 22 Eylül 1909’da Selanik’te bir gizli kongre daha düzenledi. Mustafa Kemal bu kongreye Trablus delegesi olarak katıldı. Bu kongrede yaptığı konuşmasında partiyi tenkit etti. Cemiyet içinde zabitlerin (subayların) bulunmaması gerektiğini, siyasetle uğraşanların ise askerlik görevini bırakması gerektiğini söyledi. Aksi halde askerî emir-komuta zincirinin, cemiyetin hiyerarşisi ile karışacağını ve askerî disiplinin sekteye uğrayacağını öne sürdü. Ona göre cemiyet, komita hüviyetinden çıkmalı ve partileşmeliydi. Birçok parti yöneticisi Mustafa Kemal'in görüşlerine katılmadı. Sadece daha önceki kongrede aynı fikri savunmuş olan Kâzım Karabekir destekledi.
31 Mart Vakası
İttihatçılar arka arkaya işlenen siyasi cinayetlerin izahını yapmakta güçlük çeker. Muhalefet grupları harekete geçer, olayların faillerinin yakalanması için Meclis-i Mebusan’da ardı arkası kesilmeyen soru önergeleri verilir. Başta Rıza Nur olmak üzere muhalefet mebuslarının verdiği soru önergeleri karşısında İttihatçılar, zor durumda kalırlar ve kendilerinin savunacak delilleri bulmakta güçlük çekerler. 31 Mart gerici ve şeriatçı ayaklanmasının temel nedeni muhalefetin ve İTC’ye karşı muhalif durumda bulunan gazetelerin halkı kışkırtması yüzünden yaşanmıştır. Derviş Vahdeti’nin Volkan gazetesi ve İttihad-ı Muhammedi Fırkası’nın örgütlenmesi ile cereyan etmiştir. Bu ayaklanmayı meşru bir zemine oturtmak için İttihatçıların işlediği siyasi cinayetlere tepki yürüyüşleri görüşünü ileri sürmektedirler. Sultanahmet Meydanı’nda 13 Nisan 1909 tarihinde yaklaşık 6.000 muhalif asker, silah sesleriyle İstanbul halkının dikkatlerini üzerine çekmiştir. İttihat kadrolarına askeri cunta kuruyorlar eleştirilerini yapanların askerler ile halkı korkutması büyük bir çelişkidir. Bu çelişkiler yumağı bu kadar ile bitmez. Aynı grup İttihatçılara tepki olarak Meclis-i Mebusan-ı işgal etmiştir. İttihatçılara duydukları öfkeden olsa gerek, Ahmet Rıza zannettikleri Adliye Nazırı Nazım Paşa’yı ve Lazkiye Mebusu Arslan Bey’i, Hüseyin Cahit Yalçın zannederek öldürmüşlerdir. 31 Mart Vakası toplamda 11 gün sürmüş, olayın gerçekleşeceğini önceden haber alan İttihatçı kadrolar meclise gitmemiştir. İstanbul’a ‘neferler ve alaylılar’ hâkim olmuştur.[11] Harbiye ya da İttihatçı yanlısı askeri tıp ve mülkiye öğrencileri olaylara katılmadılar. Muhalefet grupları, İttihatçıların yayın organları olan “Tanin” ve “Şura-yı Ümmet” gazetelerinin yayınladığı matbaaları imha etmişlerdir. İstanbul’da, muhalefetin İttihatçılara karşı geliştirdikleri bu eylemlere karşılık, İttihatçılar da boş durmayarak karşı bir hareket geliştirmişlerdir. Selanik’te önce büyük bir miting tertipleyen İttihatçılar, bir “Hareket Ordusu” kurarak İstanbul’daki muhalif hareketi bastırmak için harekete geçmiştir. Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Selanik’ten yola çıkan bu orduda “ kurmay başkanlığı” görevini Mustafa Kemal üstlenmişti. Hareket ordusu İstanbul’daki ayaklanmayı bastırarak düzeni sağladı. Bu arada İstanbul’daki ayaklanmayı bastıran “ Hareket Ordusu’na” bu adı Mustafa Kemal vermiştir. Olayların yatıştırılmasından sonra kurulan “Divan-ı Harp” mahkemelerinde geniş ölçüde idam cezaları verilmiş, başta Beyazıt Meydanı olmak üzere değişik yerlerde kurulan idam sehpalarında yüzlerce insan infaz edilmiştir. Derhal “Örf-i İdare” ilan edilmiş, muhalif siyasi partilerin çoğunluğu ve dernekler kapatılmışlardır.[12] Olaylardan ötürü aydınlar üzgündü, olayın patlak vermesi Meşrutiyet’i tehlikeye düşürmüş, halk büyük ölçüde İstanbul’u terk etmiş, Harbiyeli öğrenciler, isyancı askerlere müdahale etmek için sorumlu bir makam bulamıyordu. Olayların üzerine Hüseyin Hilmi Paşa kabinesi istifa ederek yerine Tevfik Paşa getirilmiştir. Mebusan Meclisi’nin açık olması, yeni hükümetin meclis üyeleriyle temas edebilmesi, basında Mizan ve Serbesti gazetelerinin halkı sükûnete çağıran beyanları güven verici gelişmeler sayılırdı. 31 Mart Vakası Sultan Abdülhamit’in tahttan indirilerek yerine V.Mehmet Reşat Paşa’nın gelmesini sağlamıştır. Sultan Reşat, İttihatçıların baskıcı tutumlarından bunalan Hüseyin Hilmi Paşa ve Cavit Bey’in istifalarını kabul etmiştir. Öte yandan “LYNCH İmtiyazı” meselesinde İngiltere’ye verilen imtiyaz konusunda özellikle Arap mebusların muhalif tavırları günden güne büyüyordu. İmtiyaz hakkının İngiltere’ye verilmesi onların Irak’ta yayılmasını beraberinde getirecekti. Bu konu daha mecliste konuşulurken, Bağdat’ta Araplar, yoğun bir protesto gösterisinde bulunmuşlardı. Irak’ın Bağdat ve Musul şehirlerindeki bu protesto gösterileri İstanbul’da ciddi endişeye sebep olmuş ve Hakkı Paşa kabinesi getirilmişti. İbrahim Hakkı Paşa’nın birkaç yabancı dil bilmesi, iyi bir eğitim görmüş olması ona Bab-ı Ali’nin kapılarını açmasına vesile olmuştu. Daha önce nazırlık ve İtalyan Sefareti görevlerini yapmış olması ona bir deneyim kazandırmıştır. Ayrıca masonluğu da oldukça eskiye dayalıdır. Hakkı Paşa ilk icraat olarak Hareket Ordusu Komutanı Mahmut Paşa’yı Harbiye Nazırlığı’na getirdi. Böylelikle Örf-i İdare Komutanı ve üç genel müfettişin kabine dışında kalmalarını önlemek istedi. Ancak Mahmut Şevket Paşa’nın kabineye girmesi muhalefetin geniş tepkisine neden oldu. Dışarıda olumlu bir hava esiyordu. Yabancı devletlerin Girit sorunu hariç nispeten baskıları azalmıştı. Hakkı Paşa’nın karşısında hem İttihatçı grup hem muhalif olan bir grup vardı, askerlerle politikacılar arasında çekişme günden güne büyüyordu. Prens Sabahattin’in etrafındaki grup onun Bebek’teki evinin bahçesinde bir araya gelerek, İttihatçıların karşısına bir güç olarak çıkmak istemekteydi. Bu nedenle kurulacak bir fırka ile genel seçimlere hazırlanıyorlardı. Fırkanın programlarını Ferruh Bey yazmıştı. Kurulacak olan Ahrar Fırkası’nın programı bir bakıma, İngiliz Siyasal Partileri’nin programları örnek alınarak yazılmıştı. Bu fırka Meşrutiyet’in ilk siyasal partisi olarak tarihe geçse de yapılan genel seçimlere İstanbul’dan katılan fırka bir tane mebus bile çıkaramamıştır. Ermeni ve Rum cemiyetleri seçimlerde hile olduğunu iddia ederek protesto gösterileri yapmıştır. İttihat Terakki listelerinden aday olarak giren, Prens Sabahattin’in de Paris’ten dostları olan Kozmidi Efendi, Konstandinidi Efendi, Zöhrap ve Hallaçyan Efendiler meclise girmeyi başarabilmişlerdi. Bu seçimden ağır bir yenilgi almasına rağmen Ahrar Fırkası giderek güçlenen bir muhalefete dönüşmüş, zamanları bazı mebusları kendi fırkalarına katmayı becerebilmiştir. Örneğin Dr. Rıza Nur ve Zöhrap mebuslar. Ahrar Fırkası mensupları, savundukları teorik tezlerinin bir argümanı olarak, Osmanlı’da yaşayan ‘etnik’ unsurlara eşitliği savunuyordu. Prens Sabahattin’in görüşleri doğrultusunda haber yapan “İkdam”, “Sabah”, “Sada-yı Millet”, “Serbesti”, “Servet-i Fünun” gibi gazeteler İttihat Terakki karşıtlığı yapıyordu. Bazı araştırmacılara göre Prens Sabahattin 31 Mart Vakası’nda İttihatçılara karşı gerici, şeriatçı grubu desteklemiştir. Fırka liberalizm, kişisel girişimcilik ve adem-i merkeziyetçilik fikirlerini savunurken, İttihatçı kadrolar bu fikirleri bölücü ve kozmopolit buluyordu.
Sopalı Seçimler ve Bâb-ı Âli Baskını
1909 yılında, Hakkı Paşa kabinesi döneminde yapılan bazı ıslahatçı yenilikler umut verici görünmekteydi. Hakkı Paşa’nın maliyede getirdiği kimi yenilikler, İngiliz Düyun-u Umumiye Reisi Sir Adam Block tarafından övülüyordu. Oysa yapılan tüm iyileştirmelere rağmen ne bütçe açığı kapanabiliyordu ne de önemli ıslahatlar yapılabiliyordu. Cemiyet zamanla içinde birliği sağlamakta güçlük çekmeye başladı ve 1911’de meclis içinde yeni muhalif partiler ortaya çıktı. Eylül 1911’deki kongreden sonra 21 Kasım 1911’de kurulan Hürriyet ve İtilaf Fırkası, en büyük rakipti. Kuruları arasında önemli isimlerden İsmail Hakkı Paşa (Amasya mebusu), Dr. Rıza Nur (Sinop mebusu), Damat Ferit ve Müşir Fuat Paşa yer alıyordu. Başta Mutedil Hürriyetperveran ve Osmanlı Ahali Fırkası olmak üzere Rum, Bulgar, Arnavut, Arap, Kürt ve Ermeni mebuslarının büyük çoğunluğu bu fırkaya katılarak İttihatçılara karşı birlik oluşturmuştu. Hakkı Paşa kabinesi, İngiliz, Fransız ve Alman devletlerinin rekabetleri karşısında güç durumda kalıyordu. “Asya’yı bölüşme” politikaları arasında sıkışıyor, ne yapacağını bilemez duruma geliyordu. Bütçe açığını kapatmak ve yeni krediler bulmak için Maliye Nazırı Cavit Bey’i yurtdışına göndermiştir. İttihatçılar, yeni muhalefete karşı güçlenmenin yolu olarak ‘orduyu güçlendirme’ politikası izlemiştir. 28 Eylül 1911 yılında İtalya, Osmanlı devletine bir ültimatom göndererek Trablusgarp’ta yaşayan vatandaşların hayatlarının tehlikede olduğunu, Osmanlı Hükümeti’ni bu konuda ikaz etmelerine rağmen olanlara seyirci kalmalarını sert bir dille ifade etmişti. Osmanlı Devleti’ne 24 saat mühlet verilmesi hükümeti ve mebusları hem şaşırtmış hem de zorda bırakmıştır. İtalya’nın Kuzey Afrika’ya ilişkin sömürge planları daha Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinden beri var olan ve giderek şiddetlenen bir sorundu. Nitekim İtalya, Osmanlı’ya savaş açtığını ilan etti, Hakkı Paşa kendisini sorumlu tutarak istifa etti. İttihatçılar Kamil Paşa’ya Sadrazamlığı önerdiler, İttihatçıların siyasete müdahale etmeyeceklerinin güvencesinin verilmesi halinde kabul edilebileceği yanıtını aldılar. Padişah V. Mehmet Reşat Paşa, Sadrazamlığa Sait Paşa’yı atadı. Sait Paşa, Abdülhamit döneminde 7 kez sadrazamlık yapmış, kariyerini Abdülhamit’e borçlu bir isimdi. Bu gelişmeler yaşanırken Selanik’te İttihat Terakki’nin üçüncü büyük kongresi yapılmış, kongre Trablusgarp olayı nedeniyle olağan gündeminden vazgeçmiş, alınan bir kararla kendilerine “Müdafaa-i Milliye Cemiyeti” adını vermişlerdir. Ayrıca burada Trablusgarp’a gitmek üzere ‘gönüllü’ kampanyası başlatılmıştı. Halkın tepkisini yönlendirmek için İttihatçılar, önceden Avusturya’ya uyguladıkları ‘ekonomik boykot’ eylemini, İtalya içinde uygulama kararı aldı. Adliye Nezareti, İtalyanların kapitülasyon ayrıcalıklarının kaldırıldığını ilan etti. Boykot eylemi pek bir işe yaramamış, halk çaresizdi. Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa ve bazı subaylar, gizli yollardan Trablusgarp’a geçerek çete savaşlarına başladılar. Aciz bir şekilde eli kolu bağlı olan Osmanlı’yı kurtaracak olan, gelecekteki Kuva-yi Milliye ruhunun ilk ortaya çıkış noktası bu olay sayılabilir. Mustafa Kemal ve Enver Paşa Bedevileri örgütleyerek, İtalyan birliklerine zor zamanlar yaşatsa da Osmanlı deniz kuvvetleri güçlü olan İtalya karşısında cepheye asker ve mühimmat gönderemiyordu. İtalyanlar, 1912 baharında Osmanlı’ya ait adaları işgal edince koalisyon hükümeti kurulma düşüncesi taşıyan İttihatçı şefler, Prens Sabahattin tarafından ret cevabı aldı. Çünkü Prens Sabahattin ülke menfaatinden çok İttihatçıların alacağı zararı hesabı katıyordu. Aralık ayındaki İstanbul Ara Seçimlerine giren Hürriyet ve İtilaf Fırkası bu seçimi kazanarak önemli bir başarı elde etti. Bu arada Mecliste de İttihat ve Terakkiye karşı muhalefet güçlenmeye başlamıştı. Gelişmelerden kaygı duyan İttihat ve Terakki Fırkası ise meclisin yenilenmesi için Anayasanın 35.maddesinde bir düzenlemeyi gündeme getirdi. Madde Meclisi Mebusan tarafından kabul edilmemiş olsa da Sultan Mehmet Reşad Anayasanın 7.Maddesine göre üç ay içerisinde yeni seçimlerin yapılması şartıyla meclisi feshetti. Şubat 1912'de yapılan meclis seçimleri, yaşanan şiddet olayları nedeniyle tarihe "Sopalı seçim" olarak geçti ve hemen her yerde İTC adayları kazandı. Adil Bey, İttihat Terakki Cemiyeti sekreterliğinden istifa ederek Dâhiliye Nazırlığına atandı, Talat Paşa Posta ve Telgraf Nazırı oldu ve Ahmet Rıza Ayan Meclisi’ne girdi. Bunun üzerine muhalefet seçim sonuçlarını gayrimeşru ilan ederken; ordu içinde Halâskâr Zabitan adıyla, İTC iktidarına son vermeyi hedefleyen bir örgüt ortaya çıktı. Muhalefet, seçimlere hile karıştırıldığını ileri sürerek “İttihatçılardan hesap sorulacağını” dillendirmekte, kurtuluşun İngiliz desteğiyle olacağını, İttihatçıların ‘Almancı’ olduğunu dillendirmekteydi. Kabinede yapılan değişiklik üzerine, mali sorunlarla baş edemeyeceğini anlayan Halil Bey’in yerine Hüseyin Cahit Yalçın atanmıştı. Edirne düşmek üzereydi, Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa, Londra Büyük Elçimiz Tevfik Paşa’ya telgraf göndererek “Edirne’nin düşmesine 5-10 gün kalmıştır” tespitinde bulunur. Muhalefetin geniş ölçüde rağbet ettiği Hürriyet ve İtilaf Fırkası bu durumdan yararlanmak ister. İçerisinde homojen olmayan, tutucu ve liberalleri barındıran bir fırkadır. İtalya, Almanya taraftarı olduğundan Osmanlı Meclisi’nde “İngiliz hayranlığı” canlılık kazanmaya başlar. Halâskâr Zabitan grubunun muhtırası üzerine Sait Paşa başkanlığındaki İTC kabinesi istifa etmek zorunda kaldı. Gazi Ahmet Muhtar Paşa 73 yaşında Sadrazamlığa getirildi. Oğlunu Harbiye Nezareti’ne getirmek istemesi, sadrazamlığa yakışmayan, ‘tuhaf’ hareketlerde bulunması ‘bunamış’ olduğu söylentilerine yol açar. Ahmet Muhtar Paşa, İTC egemenliğine son vermeyi hedefliyordu. Ancak 4 ay 8 gün gibi kısa süren iktidarının ilk günlerinde oğlunun oyuncağı olduğu ve başarısız bir hükümet yönetimi sergilediği ortadadır. Bu nedendir ki kabinesine “Baba-oğul Kabinesi” denmiştir. Kabine kurulur kurulmaz, şiddeti bir numaralı araç olarak kullanacağını Mebusan Reisi, İttihatçı Halil Bey’i “ölümle tehdit” ederek göstermiştir. Devlet dairelerindeki deneyimli bürokratların yerini Halaskâran hareketine mensup memurlar alıyordu. Mebusan Reisi Halil Bey, Halaskâran hareketinin hakkında derhal soruşturma açılmasını istemekteydi. Meclis Kâtibi Halit Ziya Uşaklıgil Bey’in Halaskâran hareketinin baskıcı tutumu sonucu istifa etmesi ile İttihatçılarla muhafelet arasındaki polemikleri kızıştırdı. Yöntem olarak, Halaskâran hareketi ve muhalefet grupları, İttihatçıları eleştirdikleri ne var ise aynısını uyguluyordu. Askeri siyasete sokuyor, insanları ölüm ile tehdit ediyor, suikastlere adı karışıyor, meclisi zor durumda bırakıyordu. Sonuç itibariyle Gazi Ahmet Muhtar Paşa “Meclis’in feshi” kararını okumuş ve meclis süresiz tatile girmişti. Sultan Reşad kararı kabul etmeyerek bu oylamanın “Hükümet’in gıyabında” yapıldığını belirtmişti. Muhtar Paşa kabinesi döneminde Trablusgarp elden çıktı, Balkan Harbi’nden önceki Arnavut isyanları sık sık yaşandı. Muhtar Paşa Kabinesi aldığı kararlarla isyan çıkartan Arnavutlara karşı ‘bastırma’ politikasından vazgeçtiğini söylüyor, uzlaşma yolu arıyordu. Arnavutlar taleplerini kabineye kabul ettirince Balkan halkları da Arnavutlara tanınan hakların kendilerine verilmesini istedi. İlk icraat olarak diplomatik yollara başvurdular, Avrupa Devletleri ve Rusya desteğini arkalarına aldılar. Osmanlı Devleti’ne Berlin Anlaşmasıyla Makedonya halklarına tanınan hakların Balkan halklarına da tanınması için azami 6 ay süre tanındı. 15 Ekim’de Balkanlar’la ilişkiler kesilince 17 Ekim’de Bulgaristan ve Sırbistan Osmanlı Devleti’ne savaş açtıklarını resmen bildirdiler. Bulgarlarla yapılan savaşta Kırklareli ve Lüleburgaz yenilgileri, Sırplarla yapılan savaşta Kosova yenilgisi, neredeyse tüm Makedon şehir ve kasabalarının düşmesine sebep oldu. Üsküp, Selanik ve Manastır gibi önemli bölgelerde hiç direnilmeden buraların düşmanların eline geçmesi, Osmanlı’nın içinde bulunduğu durumu ve muhalefetin başarısız kabinesini açıkça izah etmektedir. Burada değinmemiz gerek bir konu da Mustafa Kemal’in Trablusgarp’a gitmeden bir gece önce arkadaşlarına “Selanik’te kalmayı tercih ederdim, bu gidişle Selanik’i de kaybedeceğiz” diye ifade ettiği ileri görüşlülüğüdür. Balkanlar’dan Anadolu’ya büyük bir göç başlamıştır. Bu gelişmeler üzerine, İttihat ve Terakki Fırkası, Sultanahmet Meydanı’nda büyük bir miting düzenleyerek fırkadan önemli kişileri konuşturmuştur. Konuşmacılar Avrupa’nın Osmanlı’ya haksızlık yaptıklarını, Muhtar Paşa Kabinesi’nin büyük bir aymazlık içerisinde olduklarını söylemişlerdir. Toplanan binlerce genç öğrenci ve asker Bab-ı Ali üzerine yürümeye başladı. Kalabalığa rehberlik edenler, kabinenin harp ilan etmesini istediler. “Kahrolsun hainler” sloganlarıyla Sadaret kapısına geldiler. Merkez Komutanlığı, kalabalığın içeriye girmemesi için her türlü tedbiri almıştı. Kalabalığın karşısına çıkan Ahmet Muhtar Paşa yaptığı konuşmada askeri başarılarından bahsederek kalabalığı yatıştırdı. Ertesi gün Karadağ Elçiliği’nin kapısındaki armanın sökülmesi üzerine Karadağ Devleti ilan-ı harp notasını Osmanlı Devleti’ne bildirdi. Aynı şekilde Bulgaristan ve Sırbistan’da bu yönetimi kullandı, Yunanistan ise bu devletlerle iş birliği yaparak ele geçirilebilecek topraklardan pay istemekteydi. Müttefikler tarafından işgal edilen Makedonya topraklarında savaşın ağır faturası, tüm zalimane hareketler ve kırımların suçluları, Sırp, Bulgar, Karadağ ve Yunanlılar camileri tahrip etmiş, Müslüman köylerini yakmış, kadınlara tecavüz etmiştir. Bu trajik olayların arkasında Emperyalist Avrupa Devletleri yer almaktadır. Gazi Paşa kabinesi acizlik içinde gerekçelerini sıralamaktaydı: “1-Seçimlere memurların kanunsuz bir biçimde karışmaları. 2-Memuriyet atamalarında nizamlara uyulmamış olması. 3-Asker ve sivil memurların siyasi topluluklara katılması. 4-Kanun-i Esasi’ye ve kanunlara aykırı işlemlerin yapılması.” Bu gerekçeler ile Gazi Muhtar Paşa kabinesi istifa etmiş, yerine 70’lik yaşlı Kamil Paşa yeniden göreve getirilmiştir. Devlet, emperyalist güçlerin saldırıları ile uğraşırken göreve gelen Kamil Paşa’nın tek derdi İttihatçılar idi. Kabinesine, Halaskâranların çok beğendiği “Başkumandan vekili ve Harbiye Nazırı” makamına Nazım Paşa’yı atadı. Kurulan yeni kabine Hürriyet ve İtilaf Fırkası etkisinde kalmıştır. İttihatçılar, baş düşman olarak gördükleri Kamil Paşa’nın politikalarını ‘teslimiyetçi’ buluyordu. Müttefiklerin Çatalca önlerine kadar gelmeleri halkın moralini bozuyor, umutsuzluğa itiyordu. Kamil Paşa, Balkan sorununu Avrupa’ya taşıyor, Hariciye Nazırı Reşit Bey, Osmanlı’nın yeni barış teklifini Londra Konferansı’na açıklıyordu. Ana hatlarıyla şunlardı: 1-Edirne’nin batısında kalan tüm işgal edilmiş topraklar boşaltılacak yalnızca ‘otonom’ Arnavutluk’un durumu ve sınırları hakkında karar verme yetkisi büyük devletlerde kalacak
2-Edirne, Osmanlı’da kalacak ve Bulgaristan ile Osmanlı görüşerek ‘sınır’ mutabakatına varacaklardı. 3-Osmanlı, Ege Denizi’ndeki adaları bırakmayacak, gerekirse büyük devletlerle müzakere edecekti.
4-Büyük devletler, Girit meselesinde Osmanlı’nın kararlarına saygı duyacaktı.
Bu teklif kabul edilmedi ve 17 Ocak’ta Bab-ı Ali’ye cevabi bir nota gönderildi. Bab-ı Ali’nin bu şartlara uymaması halinde savaş ilan edilebileceği dile getiriliyordu. Devletin durumu, masada ve savaşta kaybedilen topraklar nedeniyle İttihatçılar, genç Harbiye ve Tıbbiye öğrencileri huzursuzdu. İttihatçılara göre, Edirne’nin kurtulması için hemen harekete geçilmeliydi. Harbiye Nazırlığına atamak istedikleri, ancak araları iyi olmadığı halde ülke çıkarlarını korumak için Mahmut Şevket Paşa’ya teklif yapıldı. Kamil Paşa bu teklifi reddedince, İttihatçılar kabineyi devirmek için harekete geçti. İttihatçı liderlerden Talat Paşa, teklifi Mahmut Şevket Paşa’ya iletti. Paşa, hasta olduğunu ve teklifi kabul edemeyeceğini bildirdi. Tanin gazetesinden çıkan, gerçeği yansıtmayan bir haberden sonra, İttihatçılar hakkında kovuşturma çıkınca Hüseyin Cahit Yalçın ve Babanzade İsmail Hakkı gibi liderler Avrupa’ya kaçtı. Talat Paşa, Brüksel’deki arkadaşlarına yazdığı bir mektupta Nazım Paşa ile görüşüleceğini, düşmanlarla savaşmak için Enver, Fethi, Cemal Paşalar gibi’ kudretli’ subayları her zaman kullanması salık verilecekti. Görüşmede önerilen teklifin olumlu karşılanmayacağını önceden bilmişti. Kamil Paşa, kendisine ‘komplo’ kuracağını düşündüğü kim varsa yakalatıp, Örf-i İdare’de yargılatıyordu. İttihatçılar hakkında ‘gıyabı tutuklama’ kararı çıkarıldı. Kamil Paşa, İttihatçılara karşı “Saltanat Şurası’nın” toplanmasını gerekli gördü ve Edirne’nin terk edilmesi sorumluluğunu tek başına yüklenmek istemedi. İş bununla da kalmayıp, İttihat Terakki Fırkası’nın kapısına kilit vuruldu. Bakanlar Kurulu’nun cevabi notaya karşı toplandıkları gün, Sait Halim Paşa’nın yalısında Enver Paşa, Cemal Paşa, Fethi Bey gibi İttihat Terakki’nin Umum-i Merkezi’ndeki şahıslar, hükümeti devirme planlarını yapmışlardı. 23 Ocak 1913 tarihinde, İttihatçılar Meserret Oteli’nin altında kalabalığa hitap ederek, Edirne’nin bile bile teslim edildiğini bildirdiler, hükümet ve saray aleyhine bildiriler dağıttılar. Bab-ı Ali’deki Komiserlik Binası İttihatçılar tarafından ele geçirildi. Enver Bey, yanındakilerle beraber Sadaret’in kapısından girerken Şeyhül-İslam’ın yaveri olan Nafiz Bey vurularak öldürüldü, Nazım Paşa’nın yaveri Kıbrıslı Tevfik Bey müdahale etmek isterken kendisine isabet eden kurşunlarla yere devrildi. Harbiye Nazırı Nazım Paşa, silah sesleri üzerine silahına davranarak, olayın cereyan ettiği yere geldiğinde Enver Bey ve arkadaşlarını gördü. Enver Bey ile gelen Yakup Cemil, silahını ateşleyerek Nazım Paşa’yı sağ şakağından vurarak öldürdü. Yapılması gereken Sadrazam Kamil Paşa’nın istifasını almaktı. Kamil Paşa’nın odasına gittiklerinde Paşa, ‘istifa mazbatasını’ zarfa koyarak Enver Bey’e uzattı. Şimdi istikamet Dolmabahçe Sarayı idi. Sultan Reşat, yanına gelen İttihatçıları karşılayıp istifayı onadı ve Mahmut Şevket Paşa’yı Sadrazamlığa getirdi.
İktidar partisi olarak İttihat ve Terakki Fırkası
“31 Mart Vakası” yaşandığında ayaklanmayı bastırmasıyla ünlenen Paşa, Sadrazam olarak halka tanıtılırken hastalıklı ve kır sakallı sarı yüzüyle halkın çeşitli kesimlerinde endişe verici olarak nitelendi. İttihatçılar, olası bir karşı darbeye karşı, muhaliflerle uzlaşma yolu aradı. 14 Şubat 1913’te ‘af yasası’ çıkararak keyfi tutuklamaların son bulduğunu ve tutukluların serbest bırakılacağını söyledi. Kabinede daha ılımlı kişiler görev alıyor, kötü imaj temizleniyordu.[13] Bulgarların artan saldırılarıyla Enver Bey ve arkadaşları bir an evvel karşı saldırının yapılması gerektiğini düşünüyordu. Fakat Mahmut Şevket Paşa ve İzzet Paşa, bunun rizikolu olduğunu biliyordu. Alınan karar neticesinde, Bulgarlar arkadan çevrelenecek, Şarköy ve denizden bir çıkarma yapılacaktı. Bu zorlu görevi yapabilecek birkaç isim vardı. Akla ilk gelen askeri taktik yeteneği yüksek olan, 1.Kolordunun kurmayı olan Mustafa Kemal ve yine 1.Kolordunun kurmayı Fethi Okyar Bey’di. Savaşacak olan birliğe, 10.Kolordu’ya bağlı gemiler ikmal işini geciktirince ilk saldırı başarısız oldu. Mahmut Şevket Paşa, üstü örtülü laflarla, Edirne’nin verilmesi gerektiğini ve uzlaşmaya gidilmesini ifade ediyordu. Bu dönemde, kimin çıkardığı bilinmeyen, ‘sahte zafer’ haberleri kulaktan kulağa yayılmaya başladı. 1.Balkan Savaşı devam ederken, 26 Mart’ta Edirne’nin düştüğü haberi, halkta ve kabinede şok etkisi yaratıyor, kabine üyeleri arasında karşılıklı suçlamalara neden oluyordu. Bu haberin şoku atlatılmadan, İstanbul Polis Müdürlüğü “İttihatçıları ortadan kaldıracak bir komplo” kurulduğunu ve bunun ortaya çıkarıldığını açıkladı. Komplonun başında olan isim ise Prens Sabahattin’di. 11 Haziran 1913'te Mahmut Şevket Paşa'nın bir suikaste kurban gitmesi üzerine oklar İtilafçı grubu işaret ediyordu. Düzenlenen kongrede artık hükümeti denetleyen bir örgüt değil, iktidar partisine dönüşmeye karar verildi. Fırka reisi Sait Halim Paşa sadrazamlığında kötü giden talihe dur denilmeye çalışıldı. Yeni kabinede İttihatçıların politik ağırlığı söz konusu oldu. İlk icraat, Edirne’ye saldırı yapılmasıydı. Kendisi de Edirneli olan Talat Paşa ve Enver Paşa’nın, Osmanlı birlikleriyle Edirne’yi geri alması makûs talihe karşı ilk adımdı. Kabine ikiye bölündü; büyük devletlerden çekinenler Edirne’yi bırakmak isterken, diğer grup bu fikre tamamen karşı çıkmaktaydı. Edirne, Meriç Nehri ve Kırklareli’nin alınmasında en büyük rol Teşkilât-ı Mahsusa’nındır. Teşkilât-ı Mahsusa; İttihat ve Terakki Cemiyeti bünyesinde Enver Paşa'ya bağlı olarak kurulan gizli teşkilattır. İttihat ve Terakki'nin Türkçü ve İslamcı siyasi görüşleri doğrultusunda, yurt içi ve yurt dışında, karşı-istihbarat, propaganda, örgütlenme, suikast eylemlerinde bulunmuştur. Çeşitli tanık ifadelerine göre 1911'den itibaren etkin olmuştur. Bu bölgeyi ele geçiren Teşkilât-ı Mahsusa Süleyman Askeri Bey komutasında yer alıyordu. Avrupa Devletleri, Osmanlı’yı sert bir dille uyarsa da Sait Halim Paşa Hükümeti bildiğini okumaya devam edince, Bulgaristan Hükümeti, Osmanlı Hükümeti ile antlaşma şartlarını devreye soktu. Böylece Meriç Nehri sınır olmuş, Batı Trakya ise Bulgarlara verilmişti. 20 Eylül 1913 günü, İttihat ve Terakki Fırkası (İTF) 5.Olağan Kongresinde yeni ‘ıslahat’ programları üzerinde durulmuştur. Eğitimin çağdaşlaşması, hukukun laikleşmesi için çalışıldı. Türk Ocağı gibi milliyetçi kültür derneklerinin kurulması ve girişimcilik, kooperatifçilik desteklendi. Balkan Savaşları’nın sona ermesiyle İTF genel seçimlerin yapılmasını istedi. 1914 seçimlerini çoğunlukla kazanan parti, Almanya ile askeri bir yakınlaşma başlattı. Enver Paşa’nın Alman hayranlığı fırkanın siyasetini etkiledi. Özellikler Ermeniler ve Rumlar, temsil edilmediklerini, Sait Halim Paşa Hükümeti’nin ‘ırkçı’ olduğunu ileri sürüyordu. Ancak ‘ırkçı’ dedikleri hükümet uzlaşma yoluna giderek, Ermeniler İstanbul’da 16, Rumlar 3 temsilci ile temsil edildiler. Kabine, Balkanlardaki yenilgilerden İngiltere’yi ve onun yanlılarını sorumlu tuttu. Osmanlı ordusunda yeniden ‘dizayn’ ve ‘modernleşme’ hareketine başladılar. Almanya’dan Liman Von Sanders başkanlığında bir heyet geldi, ordunun gençleştirilmesi gerektiğini söyledi. Tuğgeneralliğe yükselmiş olan Enver Paşa’da Harbiye Nazırlığı’na getirildi. Sultan, daha 3.gün “Makedonya’daki yenilgilerden sorumlu olan, 55 yaşını aşmış subay ve komutanların emekli olacaklarını” bildirdi. Duyun-u Umumiye’de askeri harcamalardan ötürü borçlar artıyor, kabineye Çar Nikola’dan davet geliyordu. Balkanlardaki toprak paylaşımı kavgalarının ve çıkar çatışmaların sonu gelmiyor, giderek büyüyordu. Saray-Bosna’yı ziyaret eden Avusturya Veliahdının bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesiyle 1.Dünya Savaşı resmen başladı.
1.Dünya Savaşı Yıllarında İttihat Terakki
Cemiyetin üst yönetimi ile Almanya arasında 2 Ağustos 1914'te hükümete ve padişaha haber vermeden imzalanan ittifak antlaşması sonucunda Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı'na Almanya safında katıldı. Bu olay cemiyet içinde eleştirilere ve bölünmeye yol açtı. Cavit Bey, Ahmet İzzet Paşa, Çürüksulu Mahmut Paşa gibi önemli İttihatçılar hükümetten ve askeri görevlerinden ayrıldılar. Fethi Bey, Rauf Bey, Mustafa Kemal gibi bazıları da görevde kalmakla birlikte Enver Paşa başkanlığındaki cemiyet yönetimine karşı çeşitli derecelerde tavır aldılar. Almanların safında savaşa katılmamızın tek nedeni elbette ki bu değildir. Makedonya topraklarımızın elden çıkmasında, İngiltere, Fransa ve Rusya sorumluydu. Fransa ile bir sürü görüşme yapılmış, gerekli olan destek alınamamıştır. Almanya, sadece Türk Ordusu’na fiili komutanlık yapmakla kalmıyor, aynı zamanda maliyede, eğitimde alt yapı yatırımlarında da yetkililerdi. Saray-Bosna’yı ziyaret eden Avusturya Veliahdının bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesiyle 1.Dünya Savaşı resmen başladı. Savaş sırasında yapılan seçimle Meclis Başkanlığı’na seçilen Halil Menteşe Bey “harbin umumileştiğini’ söyledi.[14] Seferberlik ilanından sonra halk cepheye koşmuş, elinde ne var ne yok ise orduya vermiştir. Savaşın en önemli iki cephesinden biri olan Kafkas Cephesi büyük bir felakete uğrayacaktı. 6 Aralık'ta Enver Paşa ve Otto von Feldmann Yavuz Zırhlısına binerek Trabzon üzerinden Erzurum'a yola çıktı. Burada 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa ile görüşmüştür. Planın amacı Ruslara süratle bir darbe indirmekti. Enver Paşa, Rus Kafkas ordusunun zayıf ve özellikle çevirme manevralarına karşı çok hassas olduğunu düşünmektedir. Osmanlı birliklerinin bu zayıflığı kullanmasını amaçlamaktaydı. Tamamen karlarla kaplı, çok yüksek dağlık ve yolsuz bir arazide o günün koşulları altında kış donatımından yoksun yaya ve atlı birliklerle yapılan bu harekât çok riskli idi ama Enver Paşa, başarıldığında Rusların bu cephede varlıklarının yok olmasının bu riske değeceğini hesaplamıştı. Ancak harekât başarılı olmak bir yana tamamlanamadı. 90.000 asker yazlık askeri kıyafetlerle Kars-Sarıkamış’ta açlıktan ve donarak can verdi.[15] Bu sırada Almanya art arda yenilgiler alıyor, müttefiki olan Osmanlı’yı zor durumda bırakıyordu. Çanakkale Cephesi’nde ise hem savaşı kazanacak hem de ülkeyi kurtaracak bir lider, askeri dehasını sergilemekteydi. Yavuz ve Midilli’nin de içinde bulunduğu onbir parça gemiden oluşan bir Osmanlı filosunun Amiral Souchon komutasında 29 Ekim 1914 günü Karadeniz'e açılması, Osmanlı'nın fiilen savaşa girmesi sonucunu doğurmuştur. Bu gemiler İstanbul Boğazı açıklarındaki Rus gemilerine ateş açtıktan sonra Karadeniz'in kuzey kıyılarındaki Odessa, Sivastopol, (29-30 Ekim gecesi) Norvosiski ve Feodosya limanlarını bombalamışlardır. Bu taarruz, Enver Paşa'nın 25 Ekimde Amiral'e verdiği yazılı emre dayanmaktadır. Birleşik Krallık Donanma Bakanı Winston Churchill, 1914 yılı Eylül ayında Çanakkale Boğazı'nın donanmayla geçilerek İstanbul'un işgalini öngören bir planı Başbakan Herbert Asquith'e vermiştir. Plan, çeşitli evrelerden geçerek uygulamaya kondu ve Birleşik Krallık ve Fransa gemilerinden oluşan bir donanmanın Boğaz'a geniş çaplı saldırıları 1915 Şubat ayında başlatıldı. En güçlü saldırı ise 18 Mart 1915 günü uygulamaya konuldu. Ancak Mustafa Kemal’in öngörüleri doğrultusunda hazırlanan stratejik plan başarıya ulaştı, Birleşik Donanma ağır kayıplara uğradı ve deniz harekâtından vazgeçmek zorunda kalındı. Deniz harekâtıyla İstanbul'a ulaşılamayacağı anlaşılınca bir kara harekâtıyla Çanakkale Boğazı'ndaki Osmanlı sahil topçu bataryalarını ele geçirmek planı gündeme getirilmiştir. Bu plan çerçevesinde hazırlanan İngiliz ve Fransız kuvvetleri 25 Nisan 1915 şafağında Gelibolu Yarımadası'nın güneyinde beş noktada karaya çıkarılmıştır. İngiliz ve Fransız çıkarma kuvvetleri her ne kadar Seddülbahir ve Arıburnu sahillerinde köprübaşları oluşturmayı başardılarsa da Osmanlı kuvvetlerinin inatçı savunmaları ve zaman zaman giriştikleri karşı taarruzlar sonucunda Gelibolu Yarımadası'nı işgalde başarılı olamadılar. Bunun üzerine sahildeki kuvvetler takviye edilmek için Arıburnu'nun kuzeyinde Suvla Koyu'na 6 Ağustos 1915 tarihinde yeni kuvvetlerle bir üçüncü çıkarma yapılmıştır. Ancak 9 Ağustos'ta Kurmay Albay Mustafa Kemal'in Birinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen karşı taarruzunda İngiliz Komutanlığı ihtiyat tümenini ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı ve düşmanı püskürtmeyi başarabilmiştir. Mustafa Kemal ertesi gün Kocaçimentepe – Conk Bayırı hattında yeni bir karşı taarruz gerçekleştirmişti, bu hattaki Anzak birliklerini de geri atmıştır. İngiliz ve Anzak kuvvetlerinin İkinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen genel taarruzları ise Osmanlı savunmasını aşamamıştır. Tüm bu gelişmelerin sonrasında İngiliz, Anzak ve Fransız kuvvetleri Gelibolu Yarımadasını 1915 yılı Aralık ayı içinde tahliye etmiştir. Irak Cephesi’nde ise 1915'te İttihat ve Terakki fedaisi ve Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olan Binbaşı Süleyman Askerî Bey komutasında düzensiz bir birlik İngiliz kuvvetlerine karşı akınlar ve sabotaj eylemleri düzenledi. Bunun üzerine Mayıs ayında General Townshend kumandasındaki İngiliz ordusu Bağdat'ı ele geçirmek üzere hareket etti. 24 Temmuz'da Nasıriye, 29 Eylül'de Kut-ül Amare düştü. 22 Kasım'da Selmanpak Muharebesi'nde Mareşal von der Goltz komutasındaki Türk ordusu bir zafer kazandı; Kut'ül Ammare Kuşatması'na daha fazla dayanamayan General Townshend komutasındaki İngiliz Ordusu 29 Nisan 1916'da teslim oldu. Sina ve Filistin Cephesi’nde Cemal Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu, İngiliz idaresinde olan Mısır'ı fethetmek amacıyla 28 Ocak 1915'te Süveyş Kanalı'na saldırdı. Saldırı hezimetle sonuçlandı. 27 Haziran 1916'da Mekke Şerifi Hüseyin Osmanlılara karşı isyan ederek Hicaz Krallığı'nı ilan etti. Ürdün, Suriye ve Filistin Araplarının büyük bir kısmı açık veya gizli şekilde Hüseyin ve oğulları Faysal ve Abdullah'ın isyanına katıldı. Yıldırım Orduları Kumandanı Alman Mareşal Otto Liman von Sanders 1918 yılının Mart ayında Osmanlı 7. ve 8. ordularınının durumunu anılarında anlatır. “Orduda Cephane, ayakkabı, yazlık giysi yoktu. Topçu bataryaları atacak mermi bile bulamıyordu. Askerler, kışlık yün giysiler ile 55-60 derece sıcakta ayakkabısız olarak savaşıyordu. Cephe gerisinde ihtiyat birlikleri yoktu onun yerine 200 km uzunluğunda bir boşluk vardı. Atlar ve yük taşıyan hayvanlara bile birkaç aydan beri ne yeterli yiyecek ne de su veriliyordu” diyerek durumu özetliyordu. 22 Eylül'de yerli halkın ayaklanarak Türk karargâhına saldırdığı Şam, 1 Ekim'da İngiliz işgaline girdi. 23 Eylül 1918'de istifa eden Liman von Sanders'in yerine, Yaver-i Fahri Hazret-i Şehriyari unvanı da verilen Mirliva Mustafa Kemal Paşa atandı. 6 Ekim'de Humus, 27 Ekim'de Halep şehirleri de İngiliz kuvvetleri tarafından işgal edildi. Mustafa Kemal askeri yetenekleriyle savaş boyunca birçok cephede yer almıştır. Hicaz-Yemen Cephesi’nde, I. Dünya Savaşı boyunca Osmanlı İmparatorluğu 4 Tümenlik bir kuvvetle Arabistan'daki kutsal İslam şehirlerini korumaya çalıştı. 7. Kolordu'nun birer tümeni Hicaz, Asir, San'a ve Hudeybe'de konuşlandırılmıştı. Uzaklık sebebiyle bu tümenlere yeni asker, malzeme ve silah desteği sağlanamıyordu. 1916 yılında İngilizlerin kışkırtmasıyla, Araplar kendilerini koruyan Osmanlı Kuvvetlerine karşı ayaklandı. Mekke Emiri Şerif Hüseyin, bağımsızlığını ilan etti. Yemen'de İmam Yahya Osmanlılara bağlı kalırken Asir'de Seyyid İdris de ayaklanmaya katıldı. 1917 Şubatında Hicaz Seferi Kuvvetler Komutanlığı'na atanmak üzere, Şam'a gelen Mustafa Kemal Paşa, Hicaz'ın boşuna savunulmayıp boşaltılmasını istedi. Manevi sebeplerden dolayı bu istek Fahrettin Pasa tarafindan uygulanmadı. Komutanlık ataması da yapılmadı. Bin bir güçlükle Medine'yi, Yemen'i, Asir'in kuzeyini I. Dünya Savaşı sonuna kadar savunan 7. Kolordu Mondros Mütarekesi'nden bir müddet sonra, 23 Ocak 1919'da teslim oldu.
İttihat Terakki’nin Sonu
Cephelerden gelen bozgun haberleri üzerine 5 Ekim'de Talat Paşa hükümeti Wilson Prensipleri çerçevesinde ateşkes isteminde bulundu. 8 Ekim'de İttihat ve Terakki hükümeti istifa etti. 14 Ekim'de Ferik (General) Ahmet İzzet Paşa yönetiminde "partilerüstü" geçiş hükümeti kuruldu. 24 Ekim'de İngiltere ateşkes teklifini kabul ederek bir Türk murahhasının Limni Adası'ndaki Mondros (Moudros) limanına gönderilmesini önerdi. Vahidettin, 24 Ekim 1918'de Mondros'ta yapılacak mütareke görüşmelerine Ferit Paşa'nın murahhas olarak gönderilmesini önerdi. Ancak bu öneri İzzet Paşa kabinesince reddedildi. Rauf Orbay'a göre padişahın bu teklifinin nedeni, mütareke anlaşmasının Bulgaristan, Avusturya ve Almanya'da olduğu gibi bir saltanat değişikliğiyle sonuçlanmasından çekinmesi ve Ferit Paşa'nın kendisine sadık olacağına inanmasıydı. Mondros'a giden eski Bahriye Nazırı Rauf Bey 30 Ekim'de savaşın fiili bölümünü sona erdiren Mondros Mütarekesi'ni imzaladı. İstanbul kamuoyu anlaşma hükümlerini ağır buldu, ancak genel bir iyimserlikle karşıladı. 1 ve 2 Kasım tarihli İstanbul gazeteleri daha çok İstanbul'da savaş ihtimalinin ortadan kalkmış olduğunu vurguladılar. (Bulgaristan'ı işgal eden İtilaf ordularının o günlerde İstanbul'a yönelik taarruzu bekleniyordu.) Mustafa Kemal Paşa'nın görüşlerini yansıtan Minber gazetesi 1 Kasım'da, "Bir devletin küçülmüş bile olsa her hâlde bir siyasi mevcudiyet ve milli birlik muhafaza ederek böyle bir badireden kurtulabilmiş olması en büyük siyasi başarı sayılmalıdır." yazıyordu. 13 Kasım 1918'de İtilaf donanmalarına mensup bir filo, bırakışmanın 1. maddesi uyarınca Çanakkale ve İstanbul boğazlarındaki askeri bölgesine girmesini kendi çıkarlarına yönelik bir tehdit sayarak protesto etti. İtalya 22 Mart 1919'da anlaşmanın 7. maddesini gerekçe göstererek tek taraflı olarak Antalya'yı işgal etti. Bu olay Paris'teki barış konferansında diplomatik bir krize yol açtı. Nisan ayında İtalya bir ay süreyle barış konferansını terk etti. Bu olaylar dışında anlaşmanın ilk altı ayı önemli gerilimler olmadan geçti. İstanbul'daki İtilaf temsilcileri ile Türk hükûmeti arasındaki en ciddi sorunlar, eski İttihat ve Terakki yöneticilerinin savaş ve tehcir suçları nedeniyle yargılanması ve tutuklanması konusundan doğdu. 1 Kasım'da yapılan olağanüstü kongrede İTC kendini feshederek "Teceddüd Fırkası" (Yenilenme Partisi) adıyla yeni bir parti kurulmasına karar verdi. Enver, Talat ve Cemal Paşalar; 1 Kasım 1918'i 2 Kasım'a bağlayan gece Alman torpidobotu 'R-1' ile İstanbul'dan ayrılarak 3 Kasım 1918'de Sivastopol'a ulaştılar. 9 Kasım’da fırka resmen kuruldu. 21 kişilik Merkez Komitede dikkat çeken husus Yahudi Sason Efendi, İstanbul Mebusu Rum Orfanidis ve Ermeni Barsamyan Efendi’nin yer alışı oldu. Bu tutum, Müttefik Devletlerin üzerinde durdukları ‘azınlık haklarına saygı’ hususunun yerine getirildiği mesajını vermekti. Ancak bu son manevra başarılı olmadı.
İttihat ve Terakki’den Karakol Cemiyeti’ne
İttihat ve Terakki’nin kendini hukuken feshetmesi, siyasetten çekilmesi anlamına gelmiyordu çünkü halen güçlü bir örgütü vardı. Alman Generali Von Bronzard’ın yardımıyla, 8 Kasım gecesi, İttihatçı liderlerden Enver, Talat, Cemal Paşa’lar, Dr. Nazım, Dr. Bahaeddin Şakir, Haydar ve İbrahim Bey’ler ülkeyi terk ettiler. İttihat ve Terakki’nin savaştan hemen sonra ülkeyi terkederek Avrupa’ya giden önemli isimleri Ermeniler tarafından girişilen ve Yunan mitolojisinin intikam tanrıçası Nemesis’in isminin verildiği bir operasyon çerçevesinde 1920 Haziran’ı ile 1922 Temmuz’u arasında katledildiler.[16] Aynı gün Sadrazam Ahmet İzzet Paşa kabinesi istifa etti, yerine 11 Kasım günü Ahmet Tevfik Paşa Sadrazam tayin edildi. İngiliz ve Fransız dostu olan Ahrar Fırkası ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası, kaybedilen savaşlardan ve toprak kayıplarından İttihatçıları sorumlu tutma çelişkisi içine düşmüşlerdir. I. Dünya Savaşı'ndan sonra Mondros Mütarekesi’ni imzalayan Ahmet İzzet Paşa'nın istifası üzerine 11 Kasım 1918’de Ahmet Tevfik Paşa ikinci kez sadrazamlığa getirildi. Sadrazam oluşunun ikinci günü İtilâf devletleri donanması İstanbul'a girerek şehri işgal etti. Mustafa Kemal, İTC’nin yönetici kadrolarında o güne dek bulunmamış, hatta yaptığı eleştiriler nedeniyle, kendisini İttihatçı gören muhalif grupların dışında, İTC’den de düşmanlar edinmişti. Bu dönem İttihatçıların yargılanma dönemidir. Meclis-i Mebusan’a, Divaniye mebusu Fuat Bey tarafından, 10 maddelik bir önerge verilir ve bu önerge Meclis tarafından kabul edilir. Önergede, 1.Dünya Savaşı’na giriş nedenleri, hükümetlerin parlamentoya yanlış ve yalan beyanatları, savaşın iç ve dış yönetimi, savaştan zengin olanlar, tehcir sorunu, bu dönemlerde kabinede Sadrazamlık ve Nazırlık yapanların Divan-ı Ali’de yargılanmak üzere sorguya çekilmeleri istenir. Sanıkların ifadelerinde her şeyin sorumlusu olarak Enver Paşa görülüyordu. Damat Ferit Paşa, mecliste yaptığı konuşmada, İttihatçıların ‘olağanüstü’ mahkemelerde yargılanmasını istedi. Bu soruşturmalar, Talat Paşa ve arkadaşlarının yurt dışına gitmelerinden 4 gün sonra yapılmaktaydı. 21 Aralık’ta Meclisin feshedileceği güne kadar geçen sürede İngiltere, Fransa ve Yunanistan savaş gemilerinden oluşan bir filo İstanbul’un önüne demirledi. 12 Kasım günü İskenderun, 13 Kasım günü İstanbul işgal edildi. 15 Kasım’da, Osmanlı ordusu Bakü’den çekildi. 1 Aralık’ta ileride yapılacak barış anlaşmasında Osmanlı Devleti Türk-Müslüman halkının haklarını savunmak üzere ilk Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri İzmir, Trakya ve Doğu Anadolu vilayetlerinde kuruldu. İlerleyen günlerde Fransa, Antakya, Mersin ve Adana’yı işgal etti. Padişah Vahdettin, müttefiklerin baskısı ile 21 Aralık 1918’de meclisi feshetti ve ardından kısa bir süre için Tevfik Paşa hükümeti dağıldı. Tevfik Paşa, 12 Ocak 1919’da yeniden hükümet kurdu ancak işgalcilerin zorlamasıyla 3 Mart 1919’da istifa etti. Osmanlı’nın bu duruma düşmesinin bir etkeni İttihatçılar ise diğer nedeni muhalif grupların dış ülkelerden yana izledikleri politikadır. Ferit Paşa, Tevfik Paşa kabinesinin 3 Mart 1919’da istifası üzerine ilk defa sadarete getirildi. İhtiyar Tevfik Paşa'nın savaş sonrasında kurulan kabinesi galip devletlerin çeşitli baskıları karşısında etkisiz kalmış ve yalpalamıştı. Kabine değişimine yol açan kriz, savaş suçluları ve "tehcir ve katliam" sorumlularının yargılanması için kurulacak olan Âliye Divan-ı Harb-i Örfi'nin, İtilaf Devletleri'nin ısrarına rağmen kurulamayışı idi. Fransız Generali Franchet d'Esperey'in yaşlı sadrazama yönelik sert çıkışı, hükumet değişikliğinin dolaysız nedeni oldu. Enver ve Talat Paşa gibi İttihatçıların yıldızı sönerken, ülkenin içinde bulunduğu durumda kurtuluş için tek yol olarak görülen Mustafa Kemal’in yıldızı parlamaktaydı. Mustafa Kemal’in direnişi örgütleyeceği bu yolda kendisine yardım etmekle görevli olacak komitalar yer almaktaydı. Bunlardan en önemlisi Karakol Cemiyeti idi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin vurucu gücünü oluşturan Manastır Şubesi,1908 İhtilali’nden önce, eski dönemin hafiyelerini kaba kuvvetle ya da yasal olmayan yollarla tasfiye etmek amacıyla Serez’de gizli bir örgüt kurmuştu.[17] İttihat Terakki iktidara gelince Teşkilat-ı Mahsusa adını alan, “Serez Çetesi”, Enver Paşa tarafından 1914 yılında kurulmuştu. Bütün fedailer bir çatı altında toplanmış, çete savaşı, casusluk, propaganda faaliyetlerinde bulunan istihbarat servisi niteliğindeydi. Teşkilat-ı Mahsusa’nın yönetici kadrolarında Kuşçubaşı Eşref, Ömer Naci, Nuri Paşa, Eyüp Sabri, Kara Kemal gibi isimler yer almış, Mehmet Akif gibi İslamcı düşünürler de faal görev almıştır. Birinci Dünya Savaşı ile örgütün niteliği değişmiş, yurt çapında örgütlenip, Harbiye Nezareti içinde yarı resmi bir statü kazandı. Örgüt mensuplarına rütbeler verilmiş, bu Cumhuriyet yıllarına kadar devam etmiştir. Örneğin Topal Osman’a Mustafa Kemal subay (Yarbay) rütbesi vermiştir. 1916 yılında Enver Paşa örgütü kapatmıştır. Etrafa dağılmış bir şekilde komitacılık yapmaya devam eden Teşkilat-ı Mahsusa fedaileri düşmanlardan kendilerini korumak ve Anadolu’da bir direniş başlatmak için gizli olarak Sebat-ı Milli, Fethiye Grubu, Yıldırım Grubu gibi isimlerle örgütleniyorlardı. Teşkilat-ı Mahsusa’nın son başkanı Hüsamettin Bey’in de içerisinde bulunduğu Karakol Cemiyeti diğerlerine göre farklılıklar barındırıyordu. Kuruluş kararı, kendi iradelerince değil, yurt dışına kaçmak zorunda kalan Talat Paşa’nın emriyle olmasıdır. Anadolu’daki hareketin liderliği konusunda, İttihatçıları defalarca sert bir biçimde eleştiren, yönetici organlara hata yaptıklarını söyleyerek katılmayan Mustafa Kemal Paşa’yı destekleyen Talat Paşa, Karakol Cemiyeti’nin kurulması için İaşe Nazırı Kara Kemal ve Kara Vasıf isimlerini bizzat görevlendirdi. “Karakol” kelimesi bir paroladır ve Kara Kemal ile Kara Vasıf’ın isimlerinin başında bulunan “Kara” lakabından gelmektedir. Karakol Cemiyeti sayesinde Yenibahçeli Şükrü, Yavuz Fehmi, Çerkez Ethem, Kel Ali gibi Teşkilat-ı Mahsusacılar Milli Mücadele saflarına katılmıştır. Talat Paşa, Teşkilat-ı Mahsusa mensuplarına yazdığı mektupta şunları söylemektedir: “Vaktiyle Enver Paşa’yı kendinize bayrak yaptınız; şimdi hepinize düşen vazife Mustafa Kemal Paşa’nın arkasından gitmek ve memleketi kurtarmaktır.”
Karakol Cemiyeti bu emirle birlikte 5 Şubat 1919’da kuruldu. Cemiyete Halide Edip, Bekir Sami, Ali Rıza, İpsiz Recep, Ali Şükrü Bey, Rauf Bey gibi önemli isimler de katıldı. Örgütün kuruluş amacı, ülkenin kurtuluşu için, Anadolu’ya kaçışı tertip etmek ve silah kaçakçılığıydı. Çok gizli bir örgütlenme modelini benimsediler, bütün üyelerden bu koşula uymaları istendi. Üyeliğe kabul edilen kişi hakkında önceden sıkı bir soruşturma yapılır, bağlılık andı içerek örgüte kabul edilirdi. Üstelik Anadolu’nun ihtiyacı olan örgütçüler de Yenibahçeli Şükrü Bey tarafından gönderilmiştir. Bunlar arasında daha sonra Mustafa Kemal’in Muhafız Birliği komutanı olan İsmail Hakkı Tekçe de vardı.
Milli Mücadele Dönemi
Mustafa Kemal, Mondros ile ülkenin felakete sürüklendiğini görmekte ve emperyalist güçlerin işgaline dur demek için harekete geçmekteydi. Daha fazla yetki alabilmek için birçok yol denediyse de başarılı olamadı. 15 Ocak günü İngilizler Antep’i işgal etti. Paris Barış Konferansı, I. Dünya Savaşı'nı sona erdiren antlaşmaların hazırlandığı uluslararası bir konferanstır. Müttefik, kısmen müttefik ve ortak devlet gibi farklı gruplara ayrılmış 32 devletin temsilcileri katılmıştır. Bu devletler, İttifak Devletleri ile savaşmış veya onlara savaş ilan etmiş devletlerdi. Konferans 18 Ocak 1919'da, yani Alman İmparatorluğu'nun kuruluşunun yıldönümü günü açıldı. Fransızlara Urfa, Antep ve Maraş verildi. Batı Anadolu başta İzmir'in işgali olmak üzere Yunan işgaline maruz kalmıştır. Konferansın kararlarına hâkim olan devletler; İngiltere, Fransa, ABD ve İtalya ise Macaristan ile 4 Haziran 1920 tarihinde Trianon Antlaşması imzalanmıştır. Konferansta savaş sırasında imzalanmış olan gizli antlaşmaların uygulanması karara bağlanmış, İngiltere ve Fransa Wilson İlkeleri'ne tamamen ters düşmemek için “savaş tazminatı” yerine “savaş onarımı”, “sömürgeciliğin” yerine ise “manda-himaye sistemini “ gündeme getirerek uygulanmasını sağlamışlardır. 10 Mart günü Damat Ferit Paşa, ilk defa sadarete getirildi. Ferit Paşa hükümeti, İzmir'in Yunanlarca işgali üzerine 15 Mayıs'ta istifa etti. Ancak aynı gün Ferit Paşa tekrar kabineyi kurmakla görevlendirildi. İzmir işgal edilince gazeteci Hasan Tahsin, İzmir'e çıkartma yapan, seçkin askerlerden oluşan Yunan Efzon Alayı işgal askerine, Kordonboyu'ndan ilk kurşunu sıkarak Türk direnişinin fitilini ateşleyen isim olmuştur. İşgal kararı esasen Mondros Mütarekesi şartlarına aykırı idi. Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’ya giderek kurtuluşu başlatmak için bir fırsat bekliyordu. Harbiye Nazırlığı, Karadeniz’deki olayları araştırması için görevlendirdi. Mülki ve askeri yetkilerle donatılmak koşuluyla kabul etti. Bazı çevrelerce, Samsun'a hareket etmeden önce kendisini ziyarete gelen Mustafa Kemal Paşa'ya "Paşa Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir, tarihe geçmiştir. Bunları unutun, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!" dediği iddia edilse de, ne Nutuk'ta ne de saray mabeyincilerinin kayıtlarında böyle yahut buna benzer bir görüşmeden bahsedilmemektedir. O günlerde İstanbul’daki bir istihbarat subayı Londra’ya, İstanbul’dan uzaklaştırılması gereken kişilerin bulunduğu bir kara liste yolladı. O listede Mustafa Kemal Paşa’nın da ismi vardı. Anadolu’ya gidişi Mustafa Kemal’in hayatında bir dönüm noktasıydı. Biten bir imparatorluktan, tam bağımsız bir Cumhuriyet kurmak için yola çıktı. 16 Mayıs 1919’da, 9.Ordu Müfettişi olarak Samsun’a hareket etti. Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919'da Refet Bey (Bele), Kâzım Bey (Dirik), 'Ayıcı' Mehmet Arif Bey, Hüsrev Bey (Gerede) ile beraber Samsun'a çıktı. Damat Ferit Paşa'nın İzmir'in işgali nedeniyle dağıtılmış olan kabinenin yerine ilk sadaretinin ikinci kabinesini kurdu. Sultanahmet Mitingleri, 15 Mayıs 1919'da İzmir'in İşgali üzerine yapılan Türk Ocağı ve Karakol Cemiyeti tarafından düzenlenen mitinglerdir. Bundan önce yine İstanbul'da işgali kınamak ve direnişi yaymak için Fatih, Üsküdar–Doğancılar, Kadıköy mitingleri yapılmıştı. Sultanahmet Mitingleri, 23 Mayıs 1919, 30 Mayıs 1919, 10 Ekim 1919, 13 Ocak 1920 tarihlerinde dört kez yapıldı. Her birine yaklaşık 150-200 bin kişinin katıldığı mitinglerde; Mehmet Emin Yurdakul, Halide Edip Adıvar, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Rıza Nur, Selim Sırrı Tarcan, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Fahreddin Hayri Bey, Kemal Mithat, Şükûfe Nihal Başar, Madam Jeannine gibi birçok tanınan kişi katıldı. İşgallere karşı kati halk direnişini savunan konuşmalar yaptı. Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyeti Osmaniyesi'nin bildirileri okundu. İtilaf Devletleri temsilcilerine muhtıralar verildi. Asıl önemlisi yurt çapında milli bilinç ve Kuva-yi Milliye hisleri uyanıp örgütlenmeye vesile oldu. Mitinglerin yankıları Anadolu'da camilerde yapılan hutbelere kadar vardı. Kurtuluş Savaşı’nda ilk cepheler Yunanların işgal ettiği bölgelerde kuruldu. Bunlardan ilki Ayvalık Cephesi’ydi. 172. Alay komutanı Yarbay Ali Bey (Çetinkaya), halkı da silahlandırarak 29 Mayıs 1919’da Ayvalık’ı işgal eden Yunanlara karşı direnişe geçti. Bu arada Yörük Ali Efe gibi çete reisleri de zaman zaman Yunanlara karşı baskınlar düzenliyordu. Aydın Cephesi’ndeki Kuva-yi Milliye, 28 Haziran 1919’da Yunan askerlerine saldırıya geçti ve üç gün süren kanlı çatışmalardan sonra işgalcileri Aydın’dan çıkarmayı başardı. Ne var ki Yunanlar kısa bir süre sonra kenti yeniden işgal ettiler. Bu bölgede faaliyet gösteren Çerkez Ethem Bey ise Salihli Cephesi’ni oluşturmuştu. 22 Haziran 1919'da Rauf Bey (Orbay), Kâzım Karabekir Paşa, Refet Bey (Bele) ve Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ile birlikte Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını" ilan etti. Maddenin yorumu Kurtuluş Savaşı'nın amacı ve yönetim şeklinin halk tarafından yapılması ve seçilmesidir. Mustafa Kemal kendisinin hazırladığı Amasya Genelgesi'ni, 9. Ordu Müfettişi sıfatı ile imzalamıştır. Mustafa Kemal tarafından Cevat Abbas Bey’e yazdırılan temel esaslar şunlardır:
1-Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir.
2-İstanbul hükumeti aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gösteriyor.
3-Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
4-Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine getirmek ve haklarını gür sesle cihana duyurmak için, her türlü baskı ve kontrolden uzak milli bir heyetin varlığı zaruridir.
5-Anadolu’nun her bakımdan en güvenilir yeri olan Sivas’ta hemen milli bir kongre toplanması kararlaştırılmıştır.
6-Bunun için bütün illerin her sancağından milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin mümkün olan en kısa zamanda yetişmek üzere yola çıkılması gerekmektedir.
7-Her ihtimale karşı bu mesele milli bir sır olarak tutulmalı ve temsilciler gereğinde yolculuklarını kendilerini tanıtmadan yapmalıdırlar.
8-Doğu illeri adına 10 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre toplanacaktır. O tarihe kadar öteki illerin temsilcileri de Sivas’a gelebilirlerse Erzurum Kongresi'nin üyeleri de Sivas genel kongresine katılmak üzere hareket ederler.
8 Temmuz gecesi Erzurum Postanesi’ne gelen Mustafa Kemal, Padişah tarafından kendisine gönderilen telgrafta, kendisinin derhal İstanbul’a dönmesini istiyordu. Bu kararı reddederek gemileri yaktı, görevinden istifa ettiğini bildirdi. Şark vilayetleri kumandanı Kazım Karabekir bir bölük subay ile Mustafa Kemal’in yanına geldi. Karabekir, kendisine İstanbul’dan gelen, Mustafa Kemal Paşa'yı tutuklamasını” emreden telgrafa rağmen o “Ben ve kolordum emrinizdedir Paşam!” Diyerek, destek ve moral vermiştir. Ardından Erzurum Kongresi'nin düzenlenebilmesi için büyük gayret gösterdi ve askeri güvenliği sağladı. Mustafa Kemal’in emriyle toplanan Erzurum Kongresi, ilk muhalif saldırıların da başlangıcıydı. Erzurum Kongresi’nin tarihi 23 Temmuz’dur. Sebebi, Fransız İhtilali’nin yıl dönümü olmasıdır. 20 Temmuz 1919’da Mustafa Kemal ve Rauf Bey’in kongreye delege olarak katılacağı diğer delegeler tarafından öğrenildi ve tepkiyle karşılandı. Özellikle Trabzon delegeleri askeri siyasete karıştırmak, Avrupa’nın gözünde kongrenin demokratik niteliğine zarar vermek istememekteydi. Ancak bu işin sadece kılıfıydı. Çünkü Mustafa Kemal 12 gün önce askeri görevinden istifa etmişti. Trabzon delegeleri Kazım Karabekir tarafından ikna edildi ve Mustafa Kemal kongre başlamadan hemen önce güvence vermek adına yemin etti. Ancak tepkiler bununla sınırla kalmadı. Mustafa Kemal’in kongreye askeri üniforma ve padişah yaveri kordonuyla gelip, konuşma yapmak üzere kürsüye yöneldiğini gören delegeler itiraz etmiştir. Trabzon delegesi Zeki Bey, Mustafa Kemal’e ilk uyarıyı yapanın kendisi olduğunu iddia eder. Mustafa Kemal’e “Paşa, evvela üniforma ve kordonunu sırtından çıkar, ondan sonra kürsüye gel! Ta ki milli kuvvet askeri tahakküm şekline girmesin” şeklinde eleştiride bulunduğunu söylemiştir.[18] Mustafa Kemal, eleştirilerden sıyrılıp, delegeleri asıl konu olan Milli Mücadele’ye yöneltmek adına üniformasını çıkarır ve sivil bir elbise ile katılır. Kazım Karabekir, bölgesel kurtuluştan yana iken Mustafa Kemal ulusal bir kurtuluştan yanadır. Kongrede alınan kararlar şunlardır: 1-Vatan bir bütündür, parçalanamaz.
2-Her türlü yabancı işgaline ve müdahalesine karşı millet hep birlikte direniş ve savunmaya geçecektir.
3-İstanbul Hükûmeti vatanın bağımsızlığını sağlayamazsa geçici bir hükûmet kurulacaktır. Bu hükûmet milli kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplanmamış ise, bu seçimi Temsilciler Kurulu yapacaktır.
4-Kuva-yi Milliye'yi etkili, milli iradeyi hâkim kılmak esastır.
5-Azınlıklara siyasi hâkimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez. Ancak bu vatandaşların canları, malları ve ırzları her türlü saldırıdan korunacaktır.
6-Manda ve himaye kabul olunamaz.
7-Milli irade ve toplanan ulusal güçler padişahlık ve halifelik makamını kurtaracaktır.
8-Mebuslar Meclisi'nin derhal toplanmasına ve hükûmetin yaptığı işlerin milletçe kontrolüne çalışılacaktır.
9-Sömürgecilik amacı taşımayan devletlerden teknik, sanayi ve ekonomik yardım kabul edilebilir.
Sivas Kongresi, beklenenden az delegenin (38) katılımı ile başladı. Erzurum’da kurtuluşa isyan bayrağı açan delegelerin katılmaması üzerine, Mustafa Kemal, başta Giresun olmak üzere Karadeniz bölgesinde Topal Osman’ı görevlendirmiştir. Damat Ferit sertleşme politikalarına başlamış, ittihatçılara basın yoluyla saldırılarda bulunmuş, telgraf haberleşmelerini yasaklamıştır. Özellikle doğu bölgesinde bulunan valileri değiştirmeye çalışmıştır. Karakol Cemiyeti durumu müdahale etmiş, yeni valilerin göreve başlamasını engellemiştir. Birçok vali İngiliz gemileriyle yurt dışına kaçmıştır. Ali Galip’e Sivas Kongresi’ni basma emri veriliyor, bu suikastı engelleyen yine Karakol Cemiyeti oluyordu. Kongre 11 Eylül tarihine kadar sürmektedir. Başkanının Mustafa Kemal olduğu, yeni bir Heyet-i Temsiliye 16 kişi ile kuruluyor. Bu kongrede, işgal başladığından bu yana kurulan “Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri” üyeleri yer almaktadır. 7 Eylül günü Mondros Mütarekesi'nden sonra Anadolu'nun ve Rumeli'nin çeşitli şehirlerinde, işgallere karşı kurulan milli cemiyetler birleştirilerek “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adını almıştır. Bu cemiyet ileride önce “Halk Fırkası” ismini alacak, daha sonra günümüz Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin köklerini bu ulusal direniş cemiyeti oluşturacaktır.[19] Sivas Kongresi’nde alınan kararlar şöyledir: 1-Milli sınırları içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz.
2-Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet top yekûn kendisini savunacak ve direnecektir.
3-İstanbul Hükümeti, harici bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk mecburiyetinde kalırsa, vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek her türlü tedbir ve karar alınmıştır.
4-Kuvay-ı Milliye'yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hâkim kılmak temel esastır.
5-Manda ve himaye kabul edilemez.
6-Milli iradeyi temsil etmek üzere, Meclis-i Mebusan'ın derhal toplanması mecburidir.
7-Aynı gaye ile milli vicdandan doğan cemiyetler, "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında genel bir teşkilat olarak birleştirilmiştir.
8-Genel teşkilatı idare ve alınan kararları yürütmek için kongre tarafından Temsil Heyeti seçilmiştir. 22 Eylül 1919 tarihli The Times Gazetesi kongreden “Sivas’taki Anadolu Cumhuriyeti” diye bahsetmeyi ihmal etmemiştir.[20] ‘Kongre Beyannamesi’ yayınlanarak, akıllıca bir taktikle padişaha hükümet şikâyet ediliyor ve Anadolucu Ali Rıza Paşa kabinesi kuruluyor. “Sütçü İmam” olayı yaşanıyor, ülkede hemen her bölgede işgalcilere karşı direnişler başlıyordu. Mustafa Kemal Ankara’ya gideceği için Osmanlı Mebusan Meclisi’ne (Son) gidecek olan mebuslardan başkanının kendisi olduğu bir grup kurulmasını, üyelerinin vatan sınırları olan bir haritada yemin etmesini söylüyor. Bu sınır “Misak-ı Milli” sınırlarıdır, grubun başında Rauf Orbay vardır. 27 Aralık’ta küçük bir kasaba olan Ankara’ya giden Mustafa Kemal ve arkadaşları Ziraat Mektebi’ne karargâhını kurdu. 16 Mart günü İstanbul resmen işgal edildi. Mustafa Kemal, İstanbul’da işgal ordusunun yönetime resmen el koyduğu haberini alınca yayınladığı bildiri ile 700 senelik Osmanlı İmparatorluğu’na son verildiğini duyurdu. Bütün vilayetlerden temsilcilerin Ankara’daki yeni meclise katılmalarını istedi. Ali Rıza Paşa ve Hulusi Salih Paşa hükümetleri yıkılmış, yine Damat Ferit Paşa hükümeti kurulmuştu. Anadolu’yu kurtarmak gayretinde olanlara saldırı için hiç gecikmedi. Vahdettin Mustafa Kemal ve arkadaşları hakkında ölüm fermanı çıkarttı. Ferman şu şekildedir: “Kuva-yı Milliye adı altında çıkardıkları fitne ve fesatla, anayasaya aykırı olarak halktan zorla para toplamak, asker almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek şehirleri yakıp yıkmaya kalkmak suretiyle iç güvenliği bozanların tertipçisi oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan, Üçüncü Ordu Müfettişliğinden alınarak askerlik mesleğinden çıkartılmış bulunan Selanikli Mustafa Kemal Efendi, Eski yirmi yedinci fırka kumandan miralaylıktan emekli İstanbullu Kara Vasıf Bey, Eski yirminci kolordu kumandan Mirliva Salacaklı Fuat Paşa ile Eski Vashington (Washington) elçisi ve Ankara milletvekili Midillili Alfred Rüstem ve sıhhiye eski müdürü İstanbullu Doktor Adnan Bey ile Üniversite Batı Edebiyatı eski öğretmeni Halide Edip Hanımın, ayrıntıları 11 Mayıs 1336 (1920) tarihli ve 20 numaralı karar tutanağında yazılı olduğu üzere, Mülkiye Ceza Yasası’nın kırk beşinci maddesinin birinci fıkrası delaletiyle elli beşinci maddesinin dördüncü fıkrası ve elli altıncı maddesi uyarınca, sahip oldukları askeri ve mülki rütbe ve nişanlarla, her türlü resmi unvanlarının kaldırılmasına ve idamlarına, halen firarda bulunmaları dolayısıyla yasa hükümleri gereğince mallarının haczedilerek, usulüne göre yönetilmesine ilişkin İstanbul bir numaralı sıkıyönetim mahkemesi tarafından gıyaben verilen hüküm ve karar, ele geçirildiklerinde tekrar yargılanmak üzere onaylanmıştır. Bu Padişah Buyruğu’nu yürütmeye Harbiye Nazırı görevlidir. 24 Mayıs 1336 (1920) Sadrazam ve Harbiye Nazır Vekili Damat Ferit.”
Şeyhülislam’ın çağrısı ile hilafet bayrakları ucunda Mustafa Kemal’in idam fermanını taşıyan isyancılar Ankara’ya dayanmıştı. Bu çıkmazdan bir fırsat yaratmayı başarmanın yolu öncelikle Şeyhülislam’ın ‘dinsiz’ suçlamasını ortadan kaldırmaktı. Bu nedenle Perşembe gününe gelen Meclis’in açılışını, 23 Nisan Cuma gününe kaydırdı. Allah’ın lütfuyla meclisin Cuma günü, Cuma namazından sonra açılacağını, açılıştan önce Hacı Bayram’da namaz kılınacağını, sonra Sakal-ı Şerif ile Meclis’e yürüneceğini, kapıda kurban kesilip dua edileceğini, minarelerden Sala verileceğini ve vilayette hatim indirileceğini söyledi. Meclis açıldı, Mustafa Kemal başkan seçildi. İtilâf Devletleri 18 Nisan 1920'de San Remo Konferansı'nda Osmanlı İmparatorluğu'na uygulanacak barış antlaşmasının şartlarını hazırladılar. 22 Nisan'da Osmanlı hükümetini Paris'te toplanacak barış konferansına davet ettiler. Padişah, eski sadrazam Ahmet Tevfik Paşa'nın başkanlığında bir heyeti Paris'e gönderdi. Ertesi günü Ankara'da toplanan Büyük Millet Meclisi, 30 Nisan günü taraf devletlerin dışişleri bakanlıklarına gönderdiği bir yazıyla İstanbul'dan ayrı bir hükümetin kurulduğunu bildirdi. Paris'te barış şartlarını öğrenen Ahmet Tevfik Paşa, İstanbul'a gönderdiği telgrafta barış şartlarının "devlet mefhumu ile kabil-i telif olmadığını" (devlet kavramı ile bağdaşmadığını) bildirerek görüşmelerden çekildi. Bunun üzerine 21 Haziran'da İtilaf Devletleri Türk milletinin direnişini kırmak için, İzmir'de bulunan Yunan kuvvetlerini Anadolu içlerine sürmeye karar verdi. Balıkesir, Bursa, Uşak ve Trakya kısa sürede Yunan ordusu tarafından işgal edildi. Ege'deki işgaller üzerine 22 Haziran'da İstanbul'da toplanan Saltanat Şurası, Paris'e Sadrazam Damat Ferit Paşa başkanlığında ikinci bir heyet göndermeye karar verdi. Eski Maarif Nazırı (milli eğitim bakanı) Bağdatlı Mehmed Hadi Paşa, eski Şura-yı Devlet (Danıştay) reisi Rıza Tevfik Bey ve Bern Sefiri Reşat Halis Bey'den oluşan bu heyet, 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması'nı imzaladı. Ankara'daki Büyük Millet Meclisi antlaşmayı sert bir bildiri ile kınadı. Antlaşmayı imzalayanları vatan haini ilan etti. Meclis’in yaptığı ilk kanun Hıyanet-i Vataniye kanunudur, kanunun çıkarılma sebebi ise asker kaçaklarını yakalamak ve çıkartılan isyanları bastırmaktır. Olağanüstü dönemlerin, olağanüstü koşullarla üstesinden gelinebileceği bir zamanda meclis kuvvetler birliğini elinde bulundurdu. Meclis ikiye bölünmüş durumdaydı; bir tarafta Mustafa Kemal, diğer tarafta Ali Şükrü Bey ve taraftarları yer alıyordu. Mustafa Kemal, Emperyalist güçlere karşı Sovyet kartını oynayarak, Lenin ile birlik olabileceğini söylüyordu. Aynı gün Lenin’e bir mektup yazarak para, cephane ve silah istemiştir. Kısa zamanda Bolşeviklerden 3 sandık içerisinde 500 kilo altın geldi ve ilk silahlar Karadeniz’e ulaşmaya başladı. Mustafa Kemal komünist veya Bolşevik değildi, ancak bu stratejisi onun zor durumlarla nasıl baş edebildiğinin bir göstergesidir. Taraftarı olmadan Komünist Fırkası’nı hemen arkasında Yeşil Ordu Cemiyeti’ni kurdurmuştur. Bu ilişkilerde, Komünist olan Mustafa Suphi’nin katkısı fazladır. Kuva-yi Milliye güçleri Anadolu’da direnişe geçmiş, birçok bölgede düşmanı topraklarından arındırmaya başlamıştı. 15. kolordu Komutanlığı "Doğu Cephesi Komutanlığı" olarak adlandırıldı ve Kazım Karabekir Paşa komutanlığa atandı. Ülke hem içindeki hem de dışarıdan yapılan saldırılarla güçsüzleştirilmeye çalışılıyor, Yunan işgali Anadolu’ya yayılırken, Hilafet Ordusu yer yer ayaklanmalar çıkarıyordu. 20 Eylül 1920’de Kazım Karabekir Doğu cephesinin başına geçti ve Misak-ı Milli sınırları içinde olan Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin, Batum ve Iğdır'ı alıp, Gümrü'yü de işgal edilince, Ermenistan Taşnak Hükümeti ile barış görüşmeleri 22 Kasım 1920'de Gümrü'de başladı. Antlaşmanın 10. maddesiyle Ermenistan, Doğu Anadolu'da bir miktar toprağın Ermenilere verilmesini öngören Sevr Antlaşması'nı yok sayacağını kabul etti. Bu Antlaşma TBMM'nin uluslararası alanda imzaladığı ilk antlaşmadır. 6 Ocak 1921 günü 1.İnönü, ardından 23 Mart’ta 2.İnönü savaşları İsmet İnönü komutasında zaferle sonuçlandı. 10 Temmuz-21Temmuz Kütahya-Eskişehir savaşları yaşanmış, Mustafa Kemal Paşa, ordunun tamamen yok olmaması için Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilme emrini verdi. Bu savaşlar Meclis’in kurmaya çalıştığı düzenli ordunun ilk savaşlarıdır. Mustafa Kemal Paşa, 2 yıl önce veda ettiği askeri üniformasını yeniden giyerek, 40 yaşında “Başkomutan” oldu. Sakarya Meydan Muharebesi Kurtuluş Savaşı'nın dönüm noktası sayılır. İsmail Habip Sevük Sakarya Meydan Muharebesinin önemini, "13 Eylül 1683 günü Viyana'da başlayan çekilme, 238 sene sonra Sakarya'da durdurulmuştur." sözüyle tasvir etmiştir. Mustafa Kemal Paşa, "Hatt-ı müdafaa yoktur; sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz." emrini vererek muharebeyi geniş bir alana yaydı. Böylece Yunan kuvvetleri de karargâhlarından uzaklaşıp bölünmüş olacaktı. TBMM, 3 Ağustos 1921'de Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa'yı azlederek, aynı zamanda Başvekil ve Milli Müdafaa Vekili de olan Fevzi Paşa'yı bu makama da atadı. 4 Ağustos günü “Başkumandanlık Kanunu” çıkarılmış, halk elinde ne varsa kayıt ile orduya vermekteydi. Sakarya Nehri’nin batısına atılan Yunanlılar, çekildikleri Eskişehir-Afyon’da savunma hattı oluşturdu. Mustafa Kemal Paşa artık Mareşal ve Gazi idi. Savaş, 22 gün ve gece sürerek 100 km uzunluğunda bir alanda cereyan etti. Yunan Ordusu Ankara'nın 50 km kadar yakınından geri çekildi. Başkomutan, saldırı için 1 yıl önce, Yunan Taarruzunun başladığı gün olan 26 Ağustos’u seçti. Yunanlıların en güçlü olduğu yer Afyon’du ve Başkomutan düşmana en güçlü olduğu yerde saldıracaktı. Askeri liseden beri öğrendiği, kitaplarda okuduğu, Picardie’de ve Sofia’da gördüğü tüm askeri bilgisini yurdunu kurtarmak için kullanacaktı. Kartacalı Anibal’ın ‘Kan Harbi’nde’ Romalıları dize getirirken uyguladığı taktiği düşmana uygulayacaktı. Dostlarına “Taaruzdan 15 gün sonra İzmir’deyiz” diyerek kararlılığını vurguluyordu. Kocatepe’de, güneş doğmadan hemen önce Gazi saatine baktı ve “Vakit tamam, İnşallah zafer bizimdir, hayırlı olsun” dedi. Savaş Dumlupınar’da 30 Ağustos Meydan Muharebesi ile kazanıldı. İşgal askerleri İzmir’e doğru kaçarken, Gazi 1 Eylül günü “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emrini verdi. Ordu 14 gün sonra İzmir’e girdiğinde, Paşa “15 gün sonra İzmir’deyiz” dediği arkadaşlarına “1 gün yanılmışım ama kusur bende değil, düşmanda” dedi. 3 Ekim günü Mudanya Mütarekesi’nin görüşmelerine başlandı. Görüşmelerde TBMM hükümetini Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa temsil ederken, Fevzi Paşa ve Refet Paşa da görüşmeler boyunca Mudanya’da bulundular. İngiltere’yi General Harington, Fransa’yı General Charpy ve İtalya’yı da General Mombelli’nin temsil ettiği Mudanya görüşmelerinde, ateşkesle doğrudan ilgili durumda bulunan Yunanistan, General Mazarakis ve Albay Sariyanis’i görevlendirmesine karşın, Yunan delegeler görüşmelere doğrudan doğruya katılmayıp Mudanya açıklarında bir İngiliz gemisinde beklediler. Zaman zaman gergin anların yaşandığı, hatta görüşmelerin kesilmesi tehlikesinin doğduğu ve Türk ordusunun yeniden harekât hazırlıklarına giriştiği mütareke görüşmeleri 11 Ekim 1922 tarihinde uzlaşmayla sonuçlanmıştır. Mudanya Mütarekesi’nin imzalanması ile savaş fiilen sona ermiştir. 1 Kasım günü, saltanat muhafazakâr mebuslarında isteğiyle, 1 muhalif oy nedeniyle oybirliği ile değil oy çokluğu ile kaldırıldı. Vahdettin'in adı hutbelerden kaldırıldı. Bunun sonucunda Sultan Vahdettin 17 Kasım 1922 Cuma günü Dolmabahçe Sarayı'ndan İngiliz Malaya harp gemisi tarafından alınıp Malta Adası’na götürüldü. Oradan Melik Hüseyin’in daveti üzerine Mekke'ye oradan da İtalya'daki San Remo şehrine giderek bu şehirde ikamet etti. İzmir İktisat Kongresi veya I. İktisat Kongresi (17 Şubat-4 Mart 1923), İzmir'de Banka-Han binasında toplanan 1135 delege ile yeni Türkiye'nin ekonomik sorunları tartışıldığı bir kongredir. Dönemin Türkiye yönetici kadrosu Kurtuluş Savaşı ile kazanılan zaferden sonra prensip olarak siyasi ve ekonomik bağımsızlığı öngörmüştü. TBMM'nin bu dönemde başlıca uğraşı yurdu işgalden kurtarmak olsa da, öngörülen bu ekonomik bağımsızlık hedefinin nasıl gerçekleştirileceğine dair bir kongre yapıldı. 17 Şubat - 4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir'de toplanan Türkiye İktisat Kongresinin en önemli kararlarını şöyle sıralamak mümkündür: 1-Hammaddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dalları kurulması gerekmektedir.
2-El işçiliğinden ve küçük imalattan süratle fabrikaya veya büyük işletmeye geçilmelidir.
3-Devlet yavaş yavaş iktisadi görüşleri de olan bir organ haline gelmeli ve özel sektörler tarafından kurulamayan teşebbüsler devletçe ele alınmalıdır.
4-Özel teşebbüslere kredi sağlayacak bir Devlet Bankası kurulmalıdır.
5-Dış rekabete dayanabilmek için sanayinin toplu ve bütün olarak kurulması gerekir.
6-Yabancıların kurdukları tekellerden kaçınılmalıdır.
7-Sanayinin teşviki ve milli bankaların kurulması sağlanmalıdır.
8-Demiryolu inşaat programına bağlanmalıdır.
9-İş erbabına amele değil, işçi denmelidir.
10-Sendika hakkı tanınmalıdır.
Lozan Antlaşması’nın görüşmelerine tek başlı olarak gidilmiştir. Osmanlı borçları, Türk - Yunan sınırı, boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde uzun görüşmeler yapılmıştır. Ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul'un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağlanamamıştır. Temel konularda tarafların tavize yanaşmaması ve önemli görüş ayrılıkları çıkması üzerine 4 Şubat 1923'te görüşmelerin kesilmesi savaş ihtimalini yeniden gündeme getirmiştir. Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusu'na savaş hazırlıklarının başlamasını emretmiştir. Sovyetler Birliği eğer tekrar savaş çıkarsa bu sefer Türkiye'nin yanında savaşa gireceğini duyurmuştur. Haim Nahum Efendi öncülüğündeki azınlık temsilcileri de Türkiye'yi destekleyerek arabulucu olmuşlardır. Yeni bir savaşı ve kendi kamuoyunun tepkisini göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerini tekrar başlatmak için Türkiye'yi tekrar Lozan'a çağırmıştır. Bu dönemde Rauf Orbay Başbakan, İsmet İnönü Dış İşleri Bakanı sıfatını taşımaktadır. Açıkça, "Doğu Meselesi" bütün konferansın ağırlık merkezini oluşturuyordu. Barış Konferansı, 20 Kasım 1922 Salı günü saat 16'da Lozan şehrinin Mont Benon Gazinosu'nda toplandı. Tarafsız İsviçre Konfederasyonunun Başkanı Habab'ın konuşması ile açıldı. Lord Curzon'dan sonra söz alan İsmet Paşa (İnönü), daha ilk andan itibaren istiklal ve hâkimiyet davasını önemle belirtmiş, "Bütün medeni milletler gibi hürriyet ve istiklal istiyoruz" diyerek sesini duyurmuştur. Konferans, 4 Şubat'ta anlaşmazlık yüzünden kesilmiş, 23 Nisan 1923'te ikinci defa toplanarak, 24 Temmuz 1923'te Barış Antlaşması imza edilmiştir. Lozan Barışı sekiz aylık çetin ve uzun bir müzakere devresinden sonra, Lozan Üniversitesi'nin tören salonunda imzalanmıştır. Lozan'da imzalanan belgeler, esas Barış Antlaşması, 16 adet sözleşme, protokol, beyanname ile bir de nihai senetten ibarettir. Lozan'da imzalanan bu belgelerle, sadece bir barış Antlaşması yapılmamış, aynı zamanda Türkiye ile Batı devletlerinin siyasi, hukuki, iktisadi ve sosyal ilişkileri yeni baştan düzenlenmiştir. Lozan Barış Antlaşması önsözünde, devletlerin istiklal ve hâkimiyetine saygı gösterilmesi ilkesine yer vermiştir. Bu ilke, yeni Türkiye'nin 1. Dünya Savaşı'nın galipleri ile eşit şartlar altında, Lozan'da siyasi bir mücadeleye giriştiğini gösteren bir hükümdür. Türk istiklal ve hâkimiyetinin tanınması bakımından da önem arz eder. Esas Barış Antlaşması, bir önsöz ve 5 bölümden oluşan 143 maddedir. Kapitülasyonlar, adli, mali ve idari sahada yabancılara tanınan imtiyaz ve muafiyetlerdir. Antlaşmanın 28.maddesiyle, kapitülasyonlar bütün sonuçları ile birlikte kaldırılmış ve yeni Türkiye, yüzyıllardan beri çekilen bir beladan sonsuza dek kurtulmuştur. İsmet İnönü ve ekibinin başarılı ve kararlı diplomatik tutumu neticesinde 23 Ağustos günü işgal kuvvetleri İstanbul’dan ayrılmaya başlamıştır.
Halk Fırkası’nın Kuruluşu
2.Meclis toplanıyor, amaç radikal reformlara başlamak olarak belirleniyor. Meclis Başkanı Mustafa Kemal, Başbakan Ali Fethi, Dış İşleri Bakanı İsmet İnönü oluyor. Mustafa Kemal’e göre Meclis, zorlu bir harbi başarıyla tamamlamış, bunu yaparken yıpranmıştı. Ülkeyi işgalden kurtaran bu kadro, artık siyasi bir fırkaya dönüşmeli, yapacağı siyasi ve sosyal devrimleri bu fırka ile gerçekleştirmeliydi. Gazi “Halk Fırkası” ismini ilk kez Aralık 1922 tarihinde Hâkimiyet-i Milliye, Yenigün ve Öğüt gazetelerinde verdiği “Sulhun istikrarını müteakip halkçılık esası üzerine müstenit ve Halk Fırkası namıyla siyasi bir fırka teşkil etmek niyetindeyim” beyanatıyla duyurmuştu. Fırkanın programı ile ilgili olarak şunları söylemiştir: “Başka memleketlerde müteşekkil bu gibi fırkaların programlarını gözden geçirmiş isem de, bunların tamamıyla memleket ve milletimizin hakiki ihtiyaçlarını tatmine kâfi bulmadım. Bu sebeple şimdiden böyle bir programın esaslarını tespit eylemek üzere bilcümle vatanperveranın, erbabı ilim ve fennin müzaheret ve müşareketine müracaatı vazife addeyledim. Köylülerimizi ve halkı ezen ve fakir düşüren adaletsiz vergilerin ne suretle ıslahı lazım geleceğine ve ticaret ve ziraat ve sanayimizi inkişaf ettirecek maddi, iktisadi tedabire ve orma ve maadin gibi tabii servetlerimizden menafii umumiye namına daha kolaylıkla istifadiye temin için ne gibi ıslahatı kanuniye yapılması lazım geleceğine ve ticaret ve emlake temellük hususunda herkes için daha emniyetbahş tadilatı kanuniye yapılması lazım gelip gelmeyeceğine, evkaf umurunun ne suretle şayanı ıslah bulunduğuna ve memlekette hangi nikatı nazardan ne gibi ameliyat ve inşaatı nafia yapılabileceğine ve avamilin sureti izalesine müteallik erbabı ihtisasın gönderecekleri mütaleat kemali ehemmiyetle nazarı itiraba alınacaktır.”
Bu beyanatını 15 Ocak 1923’te Eskişehir’de, 16 ve 18 Ocak’ta İzmit’te, 30 Ocak İzmir’de ve 7 Ocak’ta Balıkesir’de yaptığı konuşmalarda benzer açıklamalarla dile getirmiştir.[21] Ayrıca 29 Ocak 1923’te Latife Hanım ile evlenerek yurt gezilerine birlikte çıkmıştır. Nutuk’ta ise Halk Fırkası’nın kuruluş sürecini şöyle anlatmaktadır: “Saygıdeğer efendiler, her yerde, siyasi parti kurma konusunda da halkla uzun sohbetler yaptım. 7 Aralık 1922’de, Ankara basını vasıtasıyla, halkçılık ilkesine dayanan ve Halk Fırkası adını taşıyan siyasi bir parti kurmak niyetinde olduğumu açıklayarak bu partinin nasıl bir program yapması gerekeceği konusunda, bütün vatanseverlerin ilim ve fen adamlarının yardım ve işbirliğine başvurmuştum.”
Tanin ve Vakit gazeteleri, Mustafa Kemal’in partiler üstü, tarafsız bir lider olarak kalmasını isteyerek, parti kurmasına karşı çıkmış, Rauf Orbay, Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy’da parti kurmasını ve başına geçmesini istememiştir. Aydın Mebusu Esad Efendi ile 120 arkadaşı tarafından 1 Nisan 1923 tarihinde verilen önerge ile seçimlerin yenilenmesi talep edilmişti. 369 oy neticesinde, oybirliği ile karar alındı. 3 Nisan 1923 tarihli birleşimde “İntihabı Mebusan Kanunu Muvakkatinin Bazı Mevaddını Muhadil Kanun” kabul edildi ve seçim süreci başlamış oldu. Bir hafta sonra Gazi, Meclisteki grubunun Halk Fırkası’na dönüşeceğini açıklayan “Dokuz Umde” bildirisini yayımladı. Yapılacak olan seçimlerle “Müdafaa-i Hukuk” un Halk Fırkası’na dönüşümüyle birlikte fırka programı millet tarafından onaylanmış oluyordu. “Millet” kavramı yerine ezilen yoksul tabakaları çağrıştırmak ve sol kimliğe vurgu yapmak adına “Halk” kavramı kullanıldı.[22] Gazi ve ekibinin (Kurucu grup) seçimlerde başarı kazanmasını izleyen aylarda, yeni milletvekillerinin katılımıyla, 1923 yılının Ağustos ayında toplantılara başlandı. Toplantıya katılanlara, tüzük tasarı dağıtıldı ve parti tüzüğünün hazırlanması sürecine girildi. Mustafa Kemal tüzüğü dağıtarak, demokrasi adımlarına bir yenisini ekledi. Fırkayı sadece kendi grubuna değil, muhalefet olan kişilere de dağıtarak onların eleştirilerini dinledi. 9 Eylül 1923 tarihinde yapılan genel bir toplantıda “Halk Fırkası Nizannamesi” kabul edildi ve bu tarih Halk Fırkası’nın (CHP) kuruluş tarihi olarak benimsendi. Kuruluş yeri Ankara olan fırkanın kurucuları ise Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti namzedi olarak seçilen Türkiye Büyük Millet Meclisi, İkinci Dönem Mebusları ve onlar namına ilk Umumi İdare Heyeti Azaları olarak yer aldı. Buradaki ayrım çok önemlidir. Halk Fırkası’nın İttihat Terakki ile hiçbir bağlantısı bulunmamaktadır. İttihat Terakki döneminde yer alan Mustafa Kemal ve birkaç isim İttihat Terakki’nin politikalarını defalarca eleştirmiş, askeri kanadında yer almış, Halk Fırkası’nda ise Anadolu’yu işgalci Emperyalistlerden kurtarma gayretiyle çabalayan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (ARMHC) üyelerine yer vermiştir. İTC’nin yanlış politikaları, adının karıştığı cinayetler ve iktidar kavgaları ne Halk Fırkası’na ne de Mustafa Kemal’e mâl edilemez. İTC’nin içerisinde ARMHC’ye geçen şahısların tek amacı vatan savunmasıdır. Kula kulluk eden imparatorluktan, modern, çağdaş bir hukuk devleti yaratmaya çalışan Mustafa Kemal ve Halk Fırkası tüzüğünü bile tüm görüşlerle ortak hazırlayarak demokratik çizgisini kuruluşundan belli etmiştir. Elbette ki hiçbir devrim çiçekli bahçelerde yürünerek yapılamaz. Fırkanın tüzüğü 6 kısım, 104 maddeden oluşur, fırkanın kurucusu Mustafa Kemal’dir. 13 Ekim 1923'te TBMM'de kabul edilen tek maddelik bir yasa ile Ankara, yeni devletin başkenti olmuş ve böylece devlet merkezinin İstanbul olacağı yolundaki çekişmelere son verildiği gibi, Cumhuriyetin ilanı için de bir adım atılmıştır. Bu aynı zamanda Milli Mücadele'nin başından beri uygulanan Ankara'nın İstanbul'a hâkim olacağı esasının bir sonucu idi. Mustafa Kemal’in tavsiyesi ile 27 Ekim 1923'te Ali Fethi Okyar Bey başkanlığındaki hükümet istifa etti. Cumhuriyet Halk Fırkası grubunun yeni hükûmet listesi üstünde anlaşmaya varamaması üzerine Mustafa Kemal Atatürk, 28 Ekim gecesi arkadaşlarını toplayarak sorunun gerçek çözümüyle ilgili düşüncesini açıkladı. İsmet İnönü'yle o gece, devletin niteliğinin Cumhuriyet olduğunu öngören bir yasa tasarısı hazırlandı. O gece Çankaya’da Sami ve Halit Paşalar, Milli Savunma Bakanı Kazım Karabekir, Rize Milletvekili Fuat ve Afyonkarahisar Milletvekili Ruşen Eşref Beyler de bulunmaktaydı. Mustafa Kemal “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz dedim. Orada bulunan arkadaşlar hemen düşüncemi benimsediler.” diyerek o geceyi Nutuk’a aktarmıştır. 29 Ekim 1923’te ülkenin yönetim şekli resmen “Cumhuriyet” olarak ilan edildi. Bu devrim, Ankara’ya ilk gelişinden hemen önce Mazhar Müfit’e not ettirdiği beş aşamalı programının ilkiydi. Mustafa Kemal Paşa, oybirliğiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Türkiye’nin yazgısını değiştirecek ve onu çağdaş ülkeler düzeyine ulaştıracak toplumsal ve ekonomik devrimleri gerçekleştirme görevi, devrimin lokomotifi rolünü üstlenmiş Halk Fırkası’nındı.
Mustafa Kemal Atatürk Dönemi
Anayasa gereğince cumhurbaşkanlığı dört yılda bir yenilenecekti. İlk kabine 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” temelleri üzerinde azim ve kararlılıkla yükselmeye başladı. Tarihçi Toktamış Ateş, Türk Devrim Tarihi adlı eserinde şunları yazıyor:
"Kemalist Devrim'in özü, felsefe olarak Tanrı egemenliğine dayanan bir monarşiden, halk egemenliğine dayanan bir cumhuriyete geçilmesi; iç siyaset amacı olarak monarşik iktidarın 'kaderci kulları' yerine çağdaş bir cumhuriyetin 'onurlu vatandaşlarını' oluşturmak; dış siyaset amacı olarak da 'tam bağımsızlıktan kesinlikle ödün vermeden', karşılıklı çıkar temeline dayanan eşitlikçi ilişkiler kurmaktı. Tüm Kemalist devrimler aslında bu amaçlara yöneliktir." Türk Seyyahın Cemiyeti adı ile turizm ve otomobil alanında çalışma yapacak olan kurum 5 Kasım 1923'te kuruldu. Türk Kadınlar Birliği, 7 Şubat 1924 tarihinde kuruldu. Kurucuları arasında, Nezihe Muhittin, Latife Bekir (Çeyrekbaşı) ve Sabiha Zekeriye (Sertel) de bulunmaktadır. Şükufe Nihal aktif üyelerden birisidir. Derneğin, Atatürk’ün eşi Latife Hanım da yer almakadır. 600 yıllık saltanatın ardında 3 Mart 1924 günü halifelik kaldırıldı. Medreselere kilit vurularak eğitimde laikleşmeye gidildi. İlköğretim zorunlu hale getirildi. Halifeliğin kaldırıldığı gün, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 430 kanun numarası ile kabul edilmiş olan ve ülkedeki bütün eğitim kurumlarının Maarif Vekâleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı’na) bağlanmasını öngören yasa çıkarıldı. Yine aynı gün İslam dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli kurum olan Diyanet İşleri kuruldu. Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle 429 sayılı kanunla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı bir teşkilat olarak kurulmuştur. Anayasanın 136. maddesinde; "Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir." hükmü yer almaktadır. 6 Mart 1924 günü, Başbakan İsmet İnönü ikinci hükümetini kurarak, hükümeti yenileme çalışmalarında bulundu. Cumhurbaşkanlığı Orkestrası, 11 Mart 1924’te TBMM'nin karşısındaki binada Ankara’daki ilk konserini verdi. Yeni hükümetin önünde ilk sınavını böylece veren orkestra, 27 Nisan 1924 tarihinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in emri ile Ankara’ya taşındı. Zeki Bey’in yönetiminde çalışmalarına devam eden orkestra, Türk Ocağı’ndaki konserlerin yanı sıra radyo konserlerine önem verdi.
Cumhuriyet dönemindeki ilk yurtdışı turne 1926’da gerçekleşti. 23 Mart 1916’ta çıkarılan Ziraat Bankası Kanunu’ndan sonra Milli Mücadele döneminde yer alan Ziraat Bankası ile ilgili çalışmalar yapıldı. Kaynaklarını günlük ihtiyaçlara harcayan hükümetlerin siyasi etkisinden kurtarmak, gerçek sahipleri olan çiftçilerin eline ve yönetimine teslim etmek ve tarımsal kredilerle sınırlanmış olan faaliyetlerini genişletmek amacıyla; TBMM'de 19 Mart 1924 yılında, 444 sayılı Bütçe Kanunu kabul edildi. Mustafa Kemal’in önerisiyle, ismini de verdiği Cumhuriyet Gazetesi 7 Mayıs 1924’te yayına başladı. Ayrıca, daha Cumhuriyet kurulmadan, kimsesizlerin kimsesi olmak adına Ankara Himaye-i Etfal Cemiyeti, 30 Haziran 1921'de Ankara'da, Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi'nin bir odasında kurulmuştu. Günümüzde dernek statüsünden çıkarak "devlet kurumu" haline gelmiştir. Başbakanlığa bağlı iken 2011 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulmasından sonra bu bakanlığa devredilen kurumun faaliyetleri günümüzde Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü adıyla sürdürülür. "Vatanı kurtaracak ve yükseltecek tedbirlerin başında olarak halkın doğrudan itibar ve itimadından doğup meydana gelen tam manasıyla modern ve milli bir banka kurulması…"sözleriyle beraber Mustafa Kemal, Cumhuriyet Dönemi’nin ilk ulusal bankası olan İş Bankası’nı kurdu. Musiki Muallim Mektebi, orta dereceli okullara müzik öğretmeni yetiştirmek amacıyla 1 Eylül 1924 tarihinde kuruldu ve Cebeci’de bulunan üç kerpiç evden oluşan bir otel binasında 1 Kasım 1924’te hizmete girdi. 1924-25 yılı okulun deneme yılıydı, okulun talimatnamesi 29 Temmuz 1925’te yayınlandı ve 1925-1926 öğretim dönemi başında gerçek anlamda müzik öğretmeni yetiştiren bir kurum haline geldi. İstanbul - Ankara arasında ilk yolcu uçağı seferi yapıldı. Ankara ilk planlı şehir olarak tanzim edildi. Türkiye Tütüncüler Bankası A.Ş. adıyla 17 Eylül 1924 tarihinde Akhisar ve civarında 250 ortak tarafından Yaşarbank kuruldu. İlk milli sigorta Anadolu Sigorta faaliyete geçti. Milli Sahne Ankara'da ilk tiyatro olarak kuruldu. Topkapı Sarayı müze olarak ziyarete açıldı. Türkiye Cumhuriyeti yazılı ilk madeni para tedavüle çıktı. Devrimler ardı ardına gelirken, bu hareketli günlerde Halk Fırkası’nın adı “Cumhuriyet Halk Fırkası” olarak değiştirildi. 2.Dönem TBMM'de muhalif milletvekillerinin sayısının azaltılması gibi bazı hususlardan rahatsız olan, Millî Mücadele'nin lider ve aydın kadrosundakiler hazırlık içerisine girdiler. Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Adnan Adıvar, Ali Fuat Cebesoy, Hüseyin Avni, Cafer Tayyar Eğilmez, Refet Bele, Lutfi Polatoğlu, Bekir Sami ve Hüseyin Cahit Yalçın gibi bazı milletvekilleri mecliste ayrı bir grup oluşturdular ve 17 Kasım 1924'de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı (TCF) kurdular. Parti tüzüğünde cumhuriyet ilkesinin, liberalizmin ve demokrasinin benimsendiği belirtilirken aynı zamanda dini inançlara da saygılı olunduğu açıklanmıştır. Bu durum Mustafa Kemal’in Nutuk eserinde bahsettiği üzere dini siyasi çıkarlar doğrultusunda kullanmaktır. TCF, kuruluşu ve parti tüzüğü, o dönem yeniden iktidarı ele geçirmek için örgütlenmeye çalışan İTC’nin yapısına çok benzer. TCF üzerine en ciddi ve kapsamlı araştırmanın yazarı olan Erik-Jan Zürcher, partinin programını, "içinde belirgin bir Batı Avrupa çeşnisi taşıyan bir liberalizm programı" olarak tanımlar. İTC’nin programındaki ilk madde olan “İTC bütün hürriyetlere taraftar, radikal bir siyasi fırkadır” açıklaması yer almaktadır. Kaba çizgileriyle bu program TCF’nin programına benzer. Bu durum bize ikinci kez İttihat ve Terakki’nin, Cumhuriyet Halk Fırkası/Partisi ile bağlantılı olmadığını, İTC’nin tek amacının iktidara sahip olmak olduğunun bir göstergesidir. İTC’nin, kendisini devamlı eleştiren Mustafa Kemal ile ortak hareket ettiği tek konu Milli Mücadele Dönemi denebilir. Rauf Orbay ve Kazım Karabekir parti kurulmadan önce Cumhuriyet rejimini hedef alan açıklamalarda bulunmuş, daha sonra isminde Cumhuriyet olan, dini duyguların propaganda aracı olarak kullanıldığı partide görev almıştır. 1925 yılında, Danıştay, Türk Tayyare Cemiyeti kuruldu, Aşar Vergisi kaldırıldı. Devrimleri baltalamak isteyen, şeriatçı ve gerici bir hareket olan, Güney Doğu Anadolu'da merkezi yönetime karşı girişilen geniş çaplı Zaza-Kürt aşiretlerinden oluşan Şeyh Said ayaklanması yaşandı. İstedikleri şey Hilafet idi. Kürt İstiklal Komitesi’nin çalışmaları sonucunda çıkan bu ayaklanma ile bağımsız olarak belirledikleri bir Kürdistan hayalinin temellerini atmak istediler. 21 Şubat’ta hükümet doğu vilayetlerinde sıkıyönetim ilan etti. Mart başında Şeyh Said'in emrindeki yaklaşık 10.000 kişilik bir kuvvet Diyarbakır'a saldırdı ve kuşatma altına aldı. Kuşatanlar takviye alıyordu ve kuşatma Şeyh Said tarafından bizzat yönetiliyordu. Mürsel Paşa komutasındaki garnizon günlerce süren saldırıları geri püskürtmeyi başardı. Fakat bir gece bir grup şehrin Kürt sakinlerinin yardımıyla Diyarbakır içine girebilmeyi başardı. Hükümet, bir taraftan ayaklanma ile uğraşırken diğer taraftan ülkeyi kalkındıracak kurumları kurmaya devam ediyordu. Ankara'nın batısında, kendisine armağan edilmiş arazi üstünde Atatürk'ün talimatı ile kurulan ve Türk tarımına öncülük eden Atatürk Orman Çiftliği kuruldu. İlk Cumhuriyet altını basıldı. Ayaklanma olayının başlangıcında Mustafa Kemal ciddiyeti anlayıp, Heybeliada'da rahatsızlığı nedeniyle dinlenen İsmet İnönü'yü acilen Ankara'ya çağırdı. İsmet Paşa'ya "Doğuda din elden gidiyor bahanesiyle İngiliz destekli provokatif ama ciddi bir ayaklanmanın başladığını" söyledi. İsmet Paşa'nın Ankara'ya gelmesi dedikoduların başlamasına neden oldu. Ali Fethi Bey'in görevden ayrılacağı, yeni hükümeti İsmet İnönü'nün kuracağı ve önlemleri onun alacağı konuşulmaya başlanmıştı. Ayrıca Ali Fethi Okyar ile İsmet İnönü'nün arası açıktı. Ali Fethi Bey olayı isyan olarak tanımlamamıştı ve sıkıyönetimle durdurulacağına inanıyordu. Ancak, olayların hızla tırmanması karşısında Başbakan Ali Fethi Okyar'ın istifasını isteyen Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart'ta İsmet İnönü'yü yeni bir hükümet kurmakla görevlendirdi. Bir gün sonra TBMM hemen Takrir-i Sükûn Kanunu'nu kabul ederek hükümete olağanüstü hal yetkileri tanıdı. Ayrıca Ankara ve Diyarbakır'da İstiklal Mahkemeleri kurulması kararlaştırıldı. Bu sırada Diyarbakır'ı kuşatma altına alan Şeyh Said kuvvetleri, hükümet kuvvetleri tarafından püskürtülerek geri çekilmeye başladı. 15 Nisan 1925 günü, başarılı bir operasyon ile Şeyh Said ele geçirildi. Diyarbakır'daki Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said ve 47 ayaklanma yöneticisi hakkında da ölüm cezası verdi (28 Haziran). Cezalar, başta Şeyh Said olmak üzere, ertesi gün infaz edildi. Ayaklanmalara el altından destek veren veya ülkedeki bu kargaşa ortamına sessiz kalan TCF yöneticileri nedeniyle parti 5 Haziran günü kapatıldı ve çok partili hayat denemesi kesintiye uğradı. Bu olayın sıcaklığı geçmeden, 21 gün sonra İzmir Suikastı planı ortaya çıktı. Suikastın İzmir'in Kemeraltı semtinde yapılması planlanmıştı. Buradaki kavşakta dönmek için yavaşlayacak olan Mustafa Kemal Paşa'nın otomobiline; Ziya Hurşit Bey'in kaldığı Gaffarzâde Oteli ve "Gürcü" Yusuf ile "Laz" İsmail'in bulunduğu otelin altındaki berber dükkânından ateş edilecek ve bomba atılacaktı. Bu sırada yan sokaktaki otomobilde bekleyecek olan "Çopur" Hilmi ve "Giritli" Şevki ile birlikte olay yerinden kaçılması ve daha sonra bir motorla Sakız Adası'na geçilmesi planlanmıştı. Ancak 14 Haziran günü İzmir Valisi Kâzım Bey tarafından Mustafa Kemal Paşa'ya çekilen telgraf sonrasında kendisinin İzmir'e seyahatini ertelemesi üzerine plan gün yüzüne çıkarıldı. 15 Haziran 1926'da "Giritli" Şevki'nin İzmir Valiliğine yazdığı mektupta ise suikastın kimler tarafından düzenleneceği bilgisi yer aldı. Kısa bir müddet sonra dört kişi yakalandı ve suçlarını itiraf etti. Yıllarca tartışılan bu konuda Mustafa Kemal Paşa’nın karşı hamlesi iftirası atılırken, bu iftirayı atanların, suikastı planlayan kişilerin itiraf beyanını görmezden gelmesi, niyetlerini açıkça belli etmektedir. Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşa gibi İstiklal Savaşı'na katılanlar Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ‘özel affı’ ile idamdan kurtulmuştur. 1926 yılında Türk Telsiz Telefon Şirketi, Haddehane, İlk şeker fabrikası Alpullu Şeker Fabrikası ve Eskişehir Uçak Bakım İşletmesi kuruldu. Kayseri Uçak ve Motor Fabrikası açıldı. (1950'li yıllarda Adnan Menderes hükümetince kapatılana kadar bu fabrikada toplam 112 savaş uçağı üretildi.) Günümüzde hala tüm parçaları Türk yapımı uçak üretememekteyiz. Üretilen Türk yapımı uçakların parçalarının tamamı yabancı ülkelerin yapımıdır. 15 Ekim 1927’deki İkinci Kurultay'da Gazi Mustafa Kemal Büyük Nutuk'unu okudu. Kurultayda kabul edilen tüzüğe CHP'nin cumhuriyetçi, halkçı, milliyetçi siyasi bir cemiyet olduğu, fırkanın değişmez Umumi Reisinin Gazi Mustafa Kemal olduğu yazıldı. Başvekil İsmet İnönü, Umumi Reis yardımcılığına atandı. 27 yılında ülke çapında demir ağlarla örme işlemi başlandı denebilir. Ankara-Kayseri ve Samsun-Havza-Amasya demir yolları açıldı. Emlak ve Eytam Bankaları kuruldu. Bursa Dokumacılık Fabrikası açıldı, Ankara Arkeoloji Müzesi ve Sivas Müzesi ardından İzmir Müzesi kuruldu. İlk basketbol ligi düzenlendi. Okullarda karma eğitime geçiş sağlandı. Cumhuriyet tarihimizin en önemli eğitim yuvalarından Köy Öğretmen Okulları’ndan ilki Kayseri'de açıldı. İlk düzenli radyo yayını İstanbul’da gerçekleştirildi. 1928 yılında Laiklik Cumhuriyetin temel ilkesi olarak kabul edildi. Yine 1928 yılında Anadolu Demir yolu Şirketi yabancılardan satın alındı. Haydarpaşa-Eskişehir-Konya ve Yenice-Mersin Demiryolları yabancılardan satın alındı. Türk Halkına okuma-yazma öğretmek için Millet Mektepleri açıldı. 1936'ya kadar 16-45 yaş arası yaklaşık 3 milyon kişiye temel eğitim verildi. Ankara Numune Hastanesi açıldı. İstanbul Bomonti'de Türk Mensucat Fabrikası hizmete girdi. En önemli adımlardan olan Türk Vatandaşlığı Yasası kabul ve Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki hakkındaki kanun kabul edildi. İlk defa Kadınlar Mahkemelerde Avukat olarak görev aldılar. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımının ardından Türkiye, devletçi ekonomik kalkınma politikasına başvurdu. Önemli yatırımların devlet eliyle yapılması kararlaştırıldı. Bu hamle ile Dünya Ekonomik Buhranı yaşanabilecek en az zararla atlatılmaya çalışıldı. Ankara ile İstanbul arasında telefon konuşmaları başladı. Mersin- Adana demir yolu ve Anadolu-Bağdat, Mersin- Tarsus demir yolları yabancılardan satın alındı. Yeni Türk harfleriyle ilk posta pulları basıldı. 1930 yılında ilk adım olarak Kadınlara Belediyelerde seçme ve seçilme hakkı kazandırıldı. İstanbul Galata Köprüsü'nden 70 yıldan beri alınan köprü geçiş ücreti kaldırıldı. Türkiye Gazeteciler Birliği ve Ankara Ziraat Enstitüsü kuruldu. 1930 yılında ekonomik krizin derinleşerek sürmesi üzerine Mustafa Kemal, yakın arkadaşı olan Fethi Bey'i bir muhalefet partisi kurmakla görevlendirdi. 1930 yılı Ağustos ayı başında Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. İlk etapta CHF'den 15 milletvekili SCF'ye geçti. Yeni parti ülke çapında büyük heyecanla karşılandı. 5 Eylül'de yapılan İzmir Mitingi, Ege Bölgesi'nde rejime karşı genel bir ayaklanmaya dönüşme eğilimi gösterdi. Mustafa Kemal’in çok partili yaşamı desteklediği ve kurulmasına izin verdiği fırkaların şeriatçı, gerici ayaklanmalar faaliyetleri göstermesi, Mustafa Kemal’in ne kadar büyük bir lider olduğunun göstergesidir. Şeyh Esat’ın Manisa’da Nakşibendi tarikatını yaymakla görevlendirdiği Laz İbrahim tarafından yönlendirilen, Manisa tarafından gelen çember sakallı, sarıklı ve cübbeli dördü silahlı 6 kişi, 23 Aralık 1930'da sabah namazından sonra camiden aldıkları Yeşil Sancağı yola dikerek silah zoruyla etraflarına adam toplamaya çalışırlar. Elebaşılar arasında, Giritli Derviş Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet Emin, Nalıncı Hasan, Küçük Hasan vardı. Derviş Mehmet camide namaz kılanlara kendini "Mehdi" olarak tanıttı ve dini korumaya geldiklerini söyledi. Arkalarında 70 bin kişilik Halife ordusu olduğunu, öğle saatlerine kadar şeriat bayrağı altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceğini söylediler. Camideki yeşil bayrağı alıp uzun bir sopaya taktılar ve Menemen şehir meydanında kazdıkları bir çukura diktiler. Bayrağın çevresinde dönmeye, tekbir getirmeye, zikretmeye ve "Şapka giyen kâfirdir! Yakında yine şeriata dönülecektir." diyerek bir isyan hareketi başlatmak isterler. Bayrağın altından ahaliden bazı kişileri (bir fabrikada çalışan Hayimoğlu Jozef de dâhil) geçirdiler. Kasabaya halife ordusunun geleceği iddiası halkı korkuttu. Olayların ilçedeki askeri birlikte duyulmasıyla, bir bilgiye göre; alay komutanı, yedeksubay Kubilay'ı olay yerine gönderdi. Kubilay bu hareketi bastırmak için bir manga askerle olay yerine geldi. Askerlerin yanından ayrılarak tek başına onların arasına girip teslim olmalarını istedi. Onlardan biri ateş ederek Kubilay’ı yaraladı. Karşıdan bunu gören askerler ateş açtılar. Fakat tüfeklerinde öldürücü etkisi olmayan manevra fişekleri vardır. Derviş Mehmet "bana kurşun işlemiyor” diyerek halkı kandırmaya çalıştı. Kubilay yaralı halde cami avlusuna sığındıysa da, Derviş Mehmet ve arkadaşları peşi sıra geldiler. Derviş Mehmet, çantasını açıp testere ağızlı bağ bıçağını çıkardı ve yaralı Asteğmen Kubilay'ın başını kesti. Kesik başı yeşil bayrağın sopasına dikmeye çalıştılar ancak başaramadılar. Birisi ip getirdi ve Kubilay'ın başı yeşil bayrağın dikili olduğu sopaya iple bağlandı. Olay yerine yetişen Bekçi Hasan ateş edip gruptan birini yaraladı. Ancak açılan ateş sonucu o da öldü. Arkadaşının yardımına koşan Bekçi Şevki de açılan ateş sonucu öldü. Bu aşamada askeri birlik yetişir. Komutan "Teslim olun!" diye bağırır. Ancak olay çatışmaya dönüşür ve askeri birlik ateş eder. Göstericilerden Derviş Mehmet de dâhil bazıları ölürken, bazıları kaçar. Daha sonra hepsi birden yakalanır. Devlet sert tepki gösterdi. 27 Aralık 1930 günü Dolmabahçe Sarayı’nda Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında bu konuda bir toplantı yapıldı. Kaynakların ifadesine göre, Atatürk, Kubilay Olayına çok kızmıştı. Daha birkaç yıl önce Yunan İşgalinin acısını tatmış bir muhitte bu olayın meydana gelmesi üzerine, Mustafa Kemal Paşa “Menemen’i yakın” talimatı vererek, o bölgede bu cinayete ve halkı infiale sürükleyen kim varsa hepsinin bulunmasını istemiştir. 31 Aralık 1930 günü Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir’in merkez ilçelerinde 1 Ocak 1931’den itibaren 1 ay süre ile Fahrettin Altay komutasında sıkıyönetim ilan edilmiş ve 1. Kolordu Komutan Vekili General Mustafa Muğlalı başkanlığında bir Divanı Harp kurulmuştur, 105 sanık yargılanmıştır. Menemen olayı neticesinde SCF kendini feshetmiştir. SCF deneyinin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra CHF'nin tek parti yönetimi kökleşti. 15 Mayıs 1931 yılından toplanan Üçüncü Kurultay'da tüzük yenilendi ve partinin programı belirlendi. Bu kurultayda, Cumhuriyetçilik, Laiklik, Milliyetçilik, Devletçilik, Halkçılık ve İnkılapçılıktan oluşan altı ilke partinin ana programı olarak belirlendi. 1931 yılında bu gelişmeler dışında 10 ilde Bölge Sanat Okulları açıldı. Çocuk Esirgeme Kurumu, Tekel Genel Müdürlüğü, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ve Türk Tarih Kurum kuruldu. Uluslararası ölçü birimleri kabul edildi. 1932 yılında ise Devlet Sanayi Ofisi (DSO) kuruldu. Sanayi Teşvik Kanunu ile toplam 1473 işletme teşvikten yararlandırıldı. Samsun - Sivas, Kütahya - Balıkesir, Ulukışla – Niğde demiryolları açıldı. Toplumun eğitimde, kültür ve sanatta gelişmesi adına çok önemli bir adım atılarak Halkevleri açıldı. (1951'de Demokrat Parti-Adnan Menderes hükümetince kapatıldıklarında 478 Halkevi, 4322 Halk Odası vardı). Toplumların hayatta kalmasını belirleyen en önemli etken olan dilin korunması ve geliştirilmesi için Türk Dil Kurumu kuruldu. Türkiye Milletler Cemiyetine üye oldu. CHP'nin altı ilkesini simgeleyen Altı oklu amblem, İsmail Hakkı Tonguç tarafından tasarlandı ve 1933 yılında kullanılmaya başlandı. Günümüzde çarpıtılan ve gericiler tarafından yıpratılmaya çalışılan amblemin gerçek hikâyesi şu şekildedir: 1933 yılına gelindiğinde Cumhuriyet 10. yaşını kutlamaktadır. Mustafa Kemal, 10.yılın yurt çapında kutlanmasını isterken, vatandaşların yakasına takacakları bir parti bayrağının hazırlanmasını istemişti. Çünkü o döneme kadar CHP’nin herhangi bir bayrağı, rozeti, amblemi bulunmamaktadır. Kutlamaların ana merkezi doğal olarak Başkent Ankara idi. Ankara’da kutlama organizasyonu o dönemki adıyla Gazi Terbiye Enstitüsüne verilmişti. Gazi Terbiye Enstitüsü’nde resim-iş bölümünde cumhuriyet öğretmeni, Köy Enstitüleri’nin uygulayıcısı ve yaratıcısı İsmail Hakkı Tonguç görev yapmaktaydı. Okların esin kaynağı, Topkapı Sarayı’nda sergilenen ve Türklerin tarih boyunca kullandıkları oklar temel alındı. Oklar enstitüye getirilerek özenle seçildi ve grafik tasarımı yapıldı. İsmail Hakkı Tonguç, Almanya’da grafik konusunda eğitim almıştı. Dönemin Cumhuriyet Gazetesi, bu gelişmeleri okuyucularına şöyle duyurmuştu: “Cumhuriyet Halk Fırkası milli inkılabımızla beraber doğan ve beraber büyüyen bu altı milli prensibini şimdi bir kırmızı zemin üzerinde altı beyaz ok taşıyan bir bayrak haline koymuştur. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın bu bayrağı yüce Türk bayrağının etrafında, onun daha ziyade yücelmesi için fikir ve hareket birliği yapan inkılapçı neslin işareti olarak yükselecek ve dalgalanacaktır. … Talimatnamede fırka bayrağının elde taşınma, balkondan sarkıtılma veya balkona asılma, göğse takılma yahut büyük direklere çekilme ihtiyacına göre ebadı, şekilleri ve kullanış tarzları resimler, krokilerle çizilmiştir.”
İsmail Hakkı Tonguç tarafından amblemin tasarlandığını 1960 yılına kadar Türkiye’de kimse bilmiyordu denebilecek kadar az kişi biliyordu. Yaşamı boyunca ailesine dahi anlatmamıştı. 1960 yılında vefat ettiğinde bu bilgiyi Gazi Eğitim Enstitüsü’nde kamuoyuyla paylaşan isim Faik Reşit Unat’tır. Ok simgesi ilginçtir; çünkü ok ilerlemeyi, değişimi, açılımı ve yücelmeyi anlatır. Bir kaynaktan çıkmışçasına yelpaze gibi açılan, uçları yan yukarıya dönük değişik uzunluktaki oklar Cumhuriyet’in ulaşmak istediği hedeflerdir. Birinci ok: Cumhuriyetçilik İlkesi İkinci ok: Halkçılık İlkesi Üçüncü ok: Milliyetçilik İlkesi Dördüncü ok: Devletçilik İlkesi Dipçe: 4.Okun altındaki çentik Sovyet sistemindeki gibi katı müdahaleci bir sistem olmadığını ve karma ekonomik sisteme dayandığını işaret etmek amacıyladır. Beşinci ok: Laiklik İlkesi Altıncı ok: İnkılapçılık – Devrimcilik Dipçe: Devrimcilik okunun en altta bulunmasının sebebi; her şeyin devrimin üzerine inşa edilebileceğinin vurgusudur.
Mustafa Kemal Atatürk, uçları aşağı doğru bakan altı oklu rozetiyle ilk kez 29 Ekim 1933’te, Ankara’daki resmigeçit törenine katılmış, CHP Genel Merkezi ilk kez o gün altı ok ile ışıklandırılmıştır.
İstanbul - Ankara arasında düzenli uçak seferleri başladı. Adana-Fevzipaşa, Ulukışla – Kayseri demiryolu hattı açıldı, Samsun- Çarşamba demiryolu hattı yabancılardan satın alındı. Yerel Yönetimlere finansal yardım için İller Bankası ve İstanbul Üniversitesi kuruldu. Halk Bankası, Zonguldak Yatırım Bankası ve Kayseri Milli İktisat Bankası kuruldu. 1934 yılında ülkenin kalkınması adına Birinci Beş Yıllık Plan devreye sokuldu. Devlet eliyle ağır sanayinin kurulmasını öngören plan için gereken parasal kaynak, büyük ölçüde Sovyet kredilerinden sağlandı. Kadınlar birçok Avrupa ülkesinden önce genel seçimlerde seçme/seçilme hakkı kazandı. Soyadı Kanunu kabul edilerek, Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal’e Türklerin atası anlamına gelen “Atatürk” soyadı verildi. Kayseri Uçak ve Motor Fabrikasında yapılan ilk uçağın deneme uçuşu yapıldı. 1935 yılı Mayıs ayında 384 milletvekili ve 160 il delegesi ile toplanan Dördüncü Kurultay'da partinin adı, Dil Devrimi'nin getirdiği yeni anlayış uyarınca Cumhuriyet Halk Partisi olarak değiştirildi. Kemalizm sözcüğünün ilk defa parti programına girdiği bu kurultaya damgasını vuran “devletçilik” oldu. “Kişinin yapamayacağı işleri devlet yapar” anlayışının yerine “özel girişimi kontrol etme” anlamı verilen devletçilik ilkesi kabul edilirken tepkileri de beraberinde getirmiştir. Eskişehirli büyük toprak sahibi Emin Sazak, devletçiliğe eski anlamının geri verilmesini istemiş ve Genel Sekreter Recep Peker, devletçiliğin en sert ifadelerini kullanmıştır. Hafta sonu tatili Cumartesi - Pazar olarak kabul edildi. MTA, Etibank, Türkkuşu, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. ve Ankara'da Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi kuruldu. İlk Arkeolojik kazılar Alacahöyük'te başladı. 1936 yılına dış politika adına atılan adımlar damga vurmuştur diyebiliriz. Kabotajın Deniz Yolları İdaresi'ne geçmesi sağlandı. Motreux Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Çanakkale ve İstanbul Boğazlarında askerden arındırılmış bölgelere Türk askerleri yerleştirildi. İç Politika ve Türkiye’nin yapılandırılması konusunda, 1936 Haziranında yayınlanan bir genelgeyle bütün illerde parti il başkanlığı valilikle birleştirildi ve içişleri bakanı resmen, parti genel sekreterliği sıfatını üstlendi. 1937 Şubatında yapılan anayasa değişikliğiyle, CHP'nin "altı oku" Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına resmen dâhil edildi. Böylece “Tek Parti’nin” devletle özdeşleşmesi süreci tamamlanmış oldu. Ankara'da Devlet Konservatuarı, Ankara 19 Mayıs Stadyumu ve Çubuk Barajı açıldı. İzmir Enternasyonal Fuarı açıldı. Ziraat Bankası Kanunu kabul edildi. Ankara'da ilk Bira Fabrikası kuruldu. Ankara'da Motorlu Tayyarecilik Okulu açıldı. Denizbank kuruldu. 1937 yılının sonu ve 1938 yılının başında, Tunceli İl’inde 1937-38 yıllarında merkezi hükumetle Dersim aşiretleri arasındaki anlaşmazlıklar sonucu çıkan olaylara Dersim İsyanı adı verilmiştir. General Abdullah Alpdoğan'ın düzenlediği ilk harekât başarısızlıkla sonuçlandı. Aşiretler ise bunun verdiği moralle tamamen silahlandı. Bu yüzden isyanı bastırmak iyice zorlaştı. Abdullah Alpdoğan yanına aldığı 50.000 asker (üç kolordu ) ile bölgeye gitti fakat dağları bir türlü aşamadı. Bunun sonucunda bir hava saldırısı gerektiğine karar verdi. Gerekli onayı alınca Sabiha Gökçen'i davet etti. Sabiha Gökçen de kabul edip Hava Kuvvetleri'nden 3 uçak filosu ile havadan saldırı gerçekleştirdi. İsyancıların saklandıkları en büyük yer olan Laş mevkiini bombaladı. Yapılan harekât başarılı olmayınca, askerler bölgeye girmeyi başaramadı. 13 Eylül 1937'de anlaşmaya çağrılan Seyit Rıza tutuklandı. Askeri harekâttan sonra yapılan yargılama 15 Kasım 1937'de sona erdi. 11 kişi idama mahkûm oldu, fakat yaşların geçkin olmalarından dolayı içlerinden dördü hakkında idam cezası 30 sene ağır hapse tahvil edildi. 10-12 Eylül 1937 tarihleri arasında Seyit Rıza barış görüşmesi için Erzincan Vilayet konağına geldi ve o arada tutuklandı. Ertesi gün, Elazığ'da bulunan Umumi Müfettişliğe nakledildi ve 15 - 18 Kasım 1937 tarihleri arasında Seyit Rıza ve Halvori gözelerinde toplantı yapan 6 kişi idam edildi. Çok sayıda ayaklanmacı değişik hapis cezalarına çarptırıldı. 17 Kasım 1937 tarihinde Mustafa Kemal, Diyarbakır'dan Elâzığ'a geldi ve Tunceli'nin Pertek kazasına geçerek Murat Nehri üzerindeki Singeç Köprüsü'nün açılış törenine katıldı. Ancak olaylar durulmadı ve 1938'de Kureyşan aşireti intikam için diğer aşiretleri silahlanmaya davet etti. Başbakan Celal Bayar, Dersimli isyancılara karşı saldırıyı onayladı ve İkinci Tunceli Harekâtı (2 Ocak - 7 Ağustos 1938) başlatıldı. 10-17 Ağustos 1938 tarihinde Üçüncü Tunceli Harekâtı düzenlendi. 6 Eylül'de başlayan temizleme operasyonları 17 gün boyunca devam etti. CHP ve Türkiye çıkan bu ayaklanma ile meşgul olurken, ülkenin gelişmesini aksatmaya uğratmadı. İzmir Telefon Şirketi yabancılardan satın alındı. Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü kuruldu. Eskişehir İspirto Fabrikası açıldı. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) kuruldu. 1938 yılında hastalığı iyice ilerleyen Atatürk’ü kendisine getiren olay Hatay meselesiydi diyebiliriz. Son Meclis konuşmasında iktidarı gökyüzünden yeryüzüne indirmişti. Fransız gazetesi 18 Mayıs 1938 günü “Atatürk’e felç mi indi” haberi, Atatürk’ü sinirlendirdi. Çünkü sağlık durumu “Hatay Davası’nı” zora sokabilirdi. Karaciğer hastalığına yeni teşhis konmuşken, günde 23 saat istirahat etmesi gerekiyorken, ölüme ve dünyaya meydan okurcasına zorlu Mersin-Adana gezisine başladı. Hükümet yabancı doktorlar getirmiş, Savarona yatını Atatürk’e alarak, içini bir hastaneye çevirmiştir. Dünya lideri, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı ve CHP’nin Genel Başkanı Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk 10 Kasım 1938 Perşembe günü, saat 09.05’te hayata gözlerini yumdu. Kurtarıcısını ve en büyük evladını kaybeden Türk Milleti yasa boğuldu. Salih Bozok bu ana dayanamayarak, daha önceden işaretlediği göğsünden kendini vurarak intihar etmeyi denedi. Kalbini sıyıran kurşun nedeniyle, ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılmıştır.
Türkiye’de Tek Partili Dönem
Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün 10 Kasım 1938 Perşembe günü ölmesinden sonra TBMM 11 Kasım 1938 günü toplandı. CHP Malatya milletvekili Mustafa İsmet İnönü toplantıya katılan 348 üyenin oybirliği ile Türkiye Cumhuriyeti'nin II. Cumhurbaşkanı seçildi. Cumhurbaşkanı İnönü hükûmeti kurmakla Atatürk'ün son başbakanı Celâl Bayar'ı görevlendirdi. II. Bayar Hükümeti 11 Kasım 1938'de kuruldu ve bu hükümet 25 Ocak 1939'a kadar görev başında kaldı. 26 Aralık 1938 günü ise devletin tek partisi idarecisi ve yönlendiricisi konumunda olan CHP ilk olağanüstü kurultayını yaptı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bu kurultayda partinin "Değişmez Genel Başkanı" seçildi. Vefat eden Atatürk ise Ebedi Şef ilan edildi. İnönü’ye “Milli Şef” unvanı verilmiştir. Reformlar duraksatılmadan devam ettirildi. Karabük Demir Çelik Kok Fabrikası üretime başladı. İstanbul'da yabancıların işlettiği Tramvay Şirketi tesislerini hükümete devretti. Bursa ve Mersin elektrik tesisleri ve Adana Elektrik Şirketi devletleştirildi. Aydın'da 4000 köylüye toprak dağıtıldı. İstanbul'da İETT kuruldu. Milli Piyango İdaresi kuruldu. İlk Türk denizaltısı Haliç'te denize indirildi. Atatürk’ün görmek istediği ancak göremediği, olumlu sonuçlanan Hatay Davası’nda, Fransız askerleri Hatay'dan çıkartıldı, Hatay Türkiye'ye katıldı. Haziran 1939'da yapılan V. Olağan Kurultay'da ise parti içinde muhalefet vazifesi yapacak olan Müstakil Grup kurulması kararı alındı. 30 Aralık 1925 tarihli 701 sayılı yasa ve 16 Mart 1926 tarihli 3322 sayılı kararname ile 50, 100, 500 ve 1.000 liralık banknotların ön yüzlerinde Cumhurbaşkanının resminin bulunması kararı alınmıştı. Buna dayanarak, para ve pulların üzerindeki Atatürk resimleri kaldırılıp yerine İsmet İnönü'nün portreleri kullanıldı. İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı’ndaki en büyük başarısı, başlayan 2.Dünya Savaşı’ndan Türkiye’yi uzak tutma çabasıdır. İsmet İnönü, cumhurbaşkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanı olduktan sonra 1939 yılında seçimler yenilendi. TBMM yeni dönem çalışmalarına Mart ayında başladı. 1 Eylül 1939'da Almanya, Polonya'ya ya saldırdı ve II. Dünya Savaşı başladı. Avrupa’da Hitler Almanya’sı, Mussolini İtalya’sı ile birlikte istilaya başlamıştı. Uzak Doğu'da da Japonya bu gruba katılmıştı. Savaşın diğer tarafında ise Fransa ve İngiltere bulunuyordu. Hitler'in güçlü ordusu kısa zamanda Avrupa'yı istila etti. Mussolini kendisine Afrika'yı hedef almıştı. ABD olayları uzaktan izliyordu. Ancak Japonlar 7 Aralık 1941'de ABD'nin Pearl Harbor üssüne saldırınca Birleşik Devletler Almanya, İtalya ve Japonya'ya savaş açtı. Bu arada Almanya SSCB'ye saldırdı. Dünya adeta bir cehenneme dönmüştü. Ancak bu cehennemin ortasında, İnönü'nün deyimiyle "yangınlar içinde inleyen Asya ve Avrupa kıtalarının bitişik noktasında sessizlik yurdu" aziz vatanımızdı. Türkiye Milli Şef İnönü yönetiminde savaşın dışında durmayı başardı. Son derece başarılı bir dış politika ile Türkiye bu büyük yangının dışında kaldı. Ancak savaş Türkiye'yi iktisadi yönden sıkıntıya soktu. Birçok temel madde bile karneye bağlandı. Türk Ordusu her türlü tehlikeye karşı ayakta tutuldu. Dönemin en olumlu görülen olayı ise Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel öncülüğünde açılan Köy Enstitüleri idi. Kemalizm'in dayanak noktası olan köylü aydınlanması açısından bu kurum çok önemli görevler yaptı. Bu enstitüler, 20.000 öğrenci köy öğretmeni olarak eğitildi. Ayrıca cumhurbaşkanlığı döneminde müziğe özel yeteneği olan küçük yaştaki çocukların bu konuda iyi bir eğitim almasını sağlamak için çıkardığı Harika Çocuklar Yasası ile İdil Biret ve Suna Kan gibi sanatçıların yetişmesinde önemli rolü olmuştur. (Toplam sayısı 21'i bulan köy enstitüleri 1954 yılında Adnan Menderes Hükümeti tarafından tamamen kapatıldı). Eğitim amaçlı Halk Odaları kuruldu. İlk etapta 141 Halk Odası açıldı. Ankara'da Milli Halk Kütüphanesi Açıldı. Haliçte yapılan İkinci Türk denizaltısı donanmaya katıldı. Yakın tarihimizde, 2013 Haziran ayında Türkiye’de ortaya çıkan Gezi Parkı eylemlerinin merkezi olan Taksim Gezi Parkı İstanbul'da açıldı. II. Dünya Savaşı'nın hemen ardından, gerek uluslararası siyasetteki gelişmeler, gerekse ülke içindeki yeni oluşumlar rejimin genel niteliğinde önemli değişiklikleri gündeme getirdi. Savaşın galiplerinden olan Sovyetler Birliği'nin lideri Stalin'in Türkiye'den Kars, Ardahan, Artvin ve Sarıkamış'ı istemesi, Türkiye'yi, savaşın diğer galipleri ABD ve Birleşik Krallık ile daha yakın ilişkilere mecbur etti. 4-6 Aralık 1943 yılındaki Kahire Konferansı’na giden Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, ülkemizi başarıyla temsil ederek, ülke sınırlarından bir karış toprağı vermemiş, kapitülasyona kapıyı kapatmıştır. Dış politikada İnönü bu emekleri sarf ederken, ülke genelinde ise Türk Hava Kurumu Ankara'da uçak fabrikası kurdu, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü açıldı. Ankara Etimesgut'ta üretilen ilk Türk uçağı deneme uçuşları yaptı. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü açıldı, İlköğretim seferberliği başladı. İlk büyük Türk ilaç fabrikası Eczacıbaşı İlaç Fabrikası Levent'te açıldı. Atatürk Devrim Müzesi açıldı. Ticaret ve Sanayi Odaları, Esnaf Odaları ve Ticaret Borsası Kanunu kabul edildi. Ankara'da Gençlik Parkı açıldı. Türk Hava Kurumu'nun Ankara'daki uçak fabrikasında 140 eğitim uçağı, ambulans uçakları ve çok sayıda planör üretildi. (Ankara, Kayseri ve Eskişehir'deki Uçak ve Uçak Motoru Fabrikalarının tamamı 1950'li yıllarda Adnan Menderes hükümeti tarafından kapatılmıştır.) ABD, Truman Doktrini ile öngördüğü yardımın karşılığında Türkiye'de serbest seçimlere dayanan demokrasi düzeninin yerleştirilmesini ve "Milli Şef"lik, "5 yıllık kalkınma planları", Köy Enstitüleri gibi Sovyetler Birliği benzeri uygulamaların kaldırılmasını talep etti. 2. Dünya Savaşı'nın son yıllarında başlayan liberalleşme süreciyle birlikte yeni partilerin kurulması yolu açıldı. Bu doğrultuda 18 Temmuz 1945'te gerekli başvuruyu yapan ve çalışmalarına resmen 5 Eylül'de başlayan Milli Kalkınma Partisi’nin (MKP) kurucuları arasında Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (1920-23) muhalefet grubu olan İkinci grubun önderi Hüseyin Avni Ulaş, Cevat Rıfat Atilhan gibi kişiler yer alıyordu. Partinin ilk genel başkanı da Nuri Demirağ'dı. MKP, Türkiye Cumhuriyeti'nin çok partili rejimdeki ilk muhalefet partisidir. Savaşı demokrasilerin kazanması da Türkiye'nin bu yönde bir siyasete mecbur olduğunu göstermekteydi. Özellikle 1945 Mart ayında Sovyet Rusya'nın 1925'te Türkiye ile imzaladığı dostluk ve saldırmazlık anlaşmasını yenilemeyeceğini açıklaması ve yeni anlaşma şartlarında Boğazlar üzerinde hak iddia etmesi Türkiye'yi ABD'ye yakınlaştırdı. Ancak bu yakınlaşma için Türkiye çok partili demokratik yapıya geçmeliydi. TBMM'deki bu ilk muhalefet ve Milli Şef'in 19 Mayıs 1945 günkü söylevi çok partili yaşamı müjdeliyordu. Bu küçük kıvılcımın dört ismi Celâl Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü 7 Haziran 1945 günü “Dörtlü Takrir” adlı önergeyi CHP Grup Başkanlığı'na sundular. Dörtlü Takrir, parti içinde özgür bir tartışma ortamının yaratılmasını istiyordu. O günlerde de TBMM Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nu görüşmekteydi. Kanunun özellikle 17. maddesi çok büyük tartışmalara neden oldu ve maddeye muhalefetin başında ise Aydın milletvekili Adnan Menderes geliyordu. Söz konusu madde büyük toprak sahiplerinin topraklarını sınırlandırıyor ve büyük bir kısmının toprak sahibi olmayan köylülere tahsis edilmesini öngörüyordu. Adnan Menderes de bir toprak ağası olduğu için şiddetle muhalefet etmekteydi. Ancak bu muhalefete rağmen kanun 11 Haziran 1945'te kabul edildi. Hemen ertesi gün Milli Şef İsmet İnönü Dörtlü Takrir'i CHP grubuna reddettirdi. Cumhuriyet Halk Partisi'nin TBMM grubu Dörtlü Takrir'i reddedince takrirde imzaları bulunan Adnan Menderes ve Fuat Köprülü Vatan Gazetesi'nde muhalif yazılar yazmaya başladılar. CHP bu davranışı etik bulmayarak bu iki ismi 21 Eylül 1945'te partiden ihraç etti. Bu karara tepki gösteren Celâl Bayar 28 Eylül günü milletvekilliğinden istifa etti. İsmet İnönü 1 Kasım 1945 günü yaptığı konuşmada ülkenin tek eksiğinin iktidar partisi karşısında bir muhalefet partisi bulunmaması olduğunu söyledi ve muhalif isimlere parti kurmaları için yolu açtı. Bunun üzerine Celâl Bayar 1 Aralık'ta parti kuracaklarını açıkladı ve 3 Aralık günü CHP'den istifa etti. 7 Ocak 1946'da Celâl Bayar genel başkanlığında Demokrat Parti (DP) kuruldu. Demokrat Parti’nin kökleri 1902 yılında yapılan Jön Türkler kongresine kadar uzanır. Bu kongrede Jön Türkler, merkezi otoritenin güçlü olmasını savunanlar ile liberal bir yönetim biçimini savunanlar şeklinde ikiye ayrılmıştı. Birinci grup Ahmet Rıza liderliğinde İttihat ve Terakki adını aldı. İkinci grup Prens Sabahattin çevresinde toplandı ve Osmanlı Ahrar Fırkası'nı oluşturmuştu. Cumhuriyet Halk Partisi’nin kuruluşundan sonra, İkinci Grup, Ahrar, Hürriyet ve İtilaf ile cumhuriyetin ilanı sonrası Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası adlarıyla partileşti. İşte 1946'da kurulan Demokrat Parti bu İkinci Gruptan beslenmiş ve sonunda doğmuştur.
1946 Seçimleri
CHP, 1946'da kurulan Demokrat Parti (DP) ile çetin bir seçim yarışına girdi. 1946 yılında yapılan ilk çok partili seçimde "açık oy, gizli tasnif" metodu kullanıldı ve CHP bu seçimlerde iktidarını devam ettirdi. CHP, 1946 Seçimleri %70 çoğunlukla kazandı (CHP:396, DP:61, Bğm:7). Ancak seçimlerde kullanılan sistem yüzünden seçimlerin bir şekilde şaibeli olduğu iddia edilmektedir. Tek başına iktidarda bulunduğu 1938-1950 döneminde Türkiye ekonomisi ortalama yıllık %1,8 oranında büyümüştür. Demokrat Parti, devrimlerden ve muhalefette kalmaktan rahatsızdı. Bu nedenle 1947 bütçe görüşmeleri sırasında Başbakan Recep Peker ile DP'liler arasında sert tartışmalar yaşandı. DP, TBMM'yi terk etti. Haziran ayında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile Demokrat Parti Genel Başkanı Celâl Bayar arasında bir dizi görüşmeler yapıldı ve sonunda İnönü 12 Temmuz 1947'de "12 Temmuz Beyannamesi”ni yayınladı. Beyannamede İnönü, siyasal partilerin Türk demokrasisinin vazgeçilmez unsurları olduğunu vurguladı. Başbakan Recep Peker ayrıldı ve yerine Hasan Saka getirildi. DP içerisinde bu yumuşama ve iktidarla düzeltilen ilişkiler tepki çekti ve bunun güdümlü demokrasi olduğunu öne süren bir grup partiden ayrıldı. Bu grubu oluşturan, Fevzi Çakmak, Yusuf Hikmet Bayur, Kenan Öner, Osman Bölükbaşı, Sadık Aldoğan ve Yusuf Kemal Tengirşenk, 20 Temmuz 1948'de Millet Partisi'ni (MP) kurdu. Demokrat Parti içerisindeki bu ayrılık, partinin ülkeye yararlı olan kurumlarını karalamasını sağlayacak kadar kendini kaybetmesine yol açtı. DP, tepki olarak ara ve yerel seçimleri boykot etti. 1948'de yeni bir seçim yasası çıkarıldı. Yasa, yargı denetimini içermiyordu. DP tepki olarak ara ve yerel seçimleri boykot etti. 15 Ocak 1949'da Hasan Saka istifa etti. Yerine medrese tahsili görmüş ve İslamcı akımlar içinde bulunan Şemsettin Günaltay başbakan oldu. Yeni hükümetin ilk uygulamaları da din alanında oldu. İlkokullara seçmeli din dersi konuldu. İlahiyat Fakülteleri açılmasına karar verildi. 20 Haziran 1949'da DP II. Kongresi yapıldı ve parti bu kongrede seçimlere hile karıştırılmaması istemiyle Milli Teminat Andı’nı kabul etti. CHP bu karara Milli Husumet Andı adını verdi.
1950 Seçimleri
Şubat 1950'de yeni bir seçim yasası getirildi. Yasa yargı denetimini de kabul ediyordu. Ancak nispi temsil yerine çoğunluk ilkesi esasında devam edilmişti. Bu CHP için gelecek 3 genel seçimde de çok büyük zarara neden olacaktı. 1950 seçimlerine gelindiğinde Cumhuriyet Halk Partisi, iktidarı Demokrat Parti’ye devretmişti. Demokrat Parti yurt genelinde %53 oy almıştı. CHP'nin oyları %39'u buluyordu. Oy oranları açısından çok büyük bir hezimet yoktu belki ama mevcut çoğunluk sistemi nedeniyle sandalye dağılımı oldukça dengesizdi. DP'nin kazandığı 408 sandalyeye karşı CHP ancak 69 sandalye kazanabildi. 27 sene boyunca ülkeyi tek başına idare eden CHP serbest seçim yoluyla iktidarı DP'ye teslim ediyordu. Atatürk'ten sonra 11,5 yıldır cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü artık muhalefet lideriydi. Sonucu CHP'nin yayın organı Ulus gazetesi özetledi: CHP İktidarı Devrediyor. Yeni TBMM 22 Mayıs'ta açıldı. Meclis başkanlığına DP kurucularından Refik Koraltan seçildi. Demokrat Parti, Cumhurbaşkanlığı için Genel Başkanları Celâl Bayar'ı seçtiler. Türkiye Cumhuriyeti'nin Atatürk ve İnönü'den sonra 3. cumhurbaşkanı seçilen Bayar hükümeti kurmakla Aydın milletvekili Adnan Menderes'i görevlendirdi. CHP için yeni bir dönem başlamıştı. Dipçe: İktidarın değiştiği haberini yurt dışındayken öğrenen, partinin ileriki dönemlerinde genel başkanlık görevine gelecek olan Bülent Ecevit ve Rahşan Ecevit Türkiye’ye dönerek, Ankara-Çankaya İlçe Başkanlığı’na giderek Cumhuriyet Halk Partisi’ne üye oldular. Demokrat Partinin ilk icraatı 1932'den beri Türkçe okunan ezanın orijinal şekliyle okunmasını serbest bırakmak oldu. Çünkü din, Türkiye’de çok hassas bir konuydu ve din ile siyaset yapmak düşünüldüğünden fazla oy getirisine neden oluyordu. 29 Haziran 1950'de gerçekleştirilen CHP 8. Kurultayında daha önceki kurultayda parti meclisine bırakılmış olan genel sekreter seçimi yetkisi kurultay delegelerine bırakılmış, parti meclisi üye sayısı da hepsi kurultay tarafından seçilen 30 üyeye indirilmiştir. Yapılan seçimler sonunda İsmet İnönü Genel Başkan, "çarıklı politikacı" lakabıyla anılan, Atatürk’ün talimatıyla siyasete girmiş olan Kasım Gülek ise Genel Sekreter seçilmiştir. Eylül 1951 araseçimlerinde DP 20 milletvekilliğinin 18'ini kazandı. 26 Kasım 1951'de toplanan 9. Kurultay'da İsmet İnönü yeniden Genel Başkanlığa, Kasım Gülek de Genel Sekreterliğe seçildi. Türkiye, NATO'ya girişini hızlandırmak için başlayan Kore Savaşı'na birlikler göndermiştir. Özellikle sol kesimler tarafından "Türk gencinin kanının Amerika'ya satılması" şeklinde eleştirilen bu davranış, Türkiye ile Batı Bloğu arasındaki yakınlaştırmayı hızlandırmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan Türkiye’yi koruyan İnönü’nün, Menderes’ten en büyük farkı belki de budur. Kore Savaşı boyunca Türkiye toplam 741 ölü ve 2147 yaralı verdi. Bunların dışında Türk birliklerinden 234 asker tutsak ve 175 asker yitik (akıbeti belli olmayan) sayılmıştır 18 Şubat 1952’de TBMM, NATO'ya girişi onayladı. 1953'te CHP'nin malları hazineye devredildi. Bu karara karşı CHP lideri İsmet İnönü TBMM'de Demokrat Partililere şöyle seslendi: Işıktan korkuyorsunuz. Demokrat Parti, siyasete katılmasına izin veren CHP’ye büyük bir düşmanlık besliyor, bu düşmanlık ülkenin geleceğine de gölge düşürüyordu. 22 Haziran 1953’te toplanan 10. Kurultay'da parti programında ilk kez "Hukuk Devleti" kavramına yer verildi, Anayasa Mahkemesi'nin kurulması, seçim güvenliği, yargıç bağımsızlığı, sendika ve meslek örgütleri kurma özgürlüğü, işçilere grev hakkı gibi görüşler programa girdi. Kurultay sonunda yapılan seçimlerde İnönü tekrar Genel Başkanlığa, Kasım Gülek de 860 delegeden 709'unun oyunu alarak Genel Sekreterliğe seçilmiştir.
1954 Seçimleri
2 Mayıs 1954 seçimlerinde CHP seçimi kaybetti. Ertesi gün çıkan gazeteler Demokrat Parti'nin seçimleri kazandığını bildirmekteydi. Öyle ki DP tüm yurtta oyların %57,5'ini alarak 502 milletvekilliği kazanırken CHP %35 oy alıyor ve 31 milletvekilliği kazanıyordu. TBMM'deki DP üstünlüğü iyice artmıştı. TBMM'nin yeni döneminde Celâl Bayar tekrar cumhurbaşkanı seçildi. Hükümeti tekrar Adnan Menderes kurdu. Demokrat Parti’yi kurarken, kurucu parti CHP’den ve Milli Şef’ten icazet alan Menderes, Köy Enstitülerine dokunmayacağına dair verdiği sözü çiğneyerek, ülkenin en büyük gelişme hamlesini kapattı. Enstitülerde öğrenciler tek tip üniforma giyiyordu ve enstitü müdürü bile buna uyup aynı üniformayı giyiyordu. Öğrenciler bizzat yönetime katılıyorlardı. Bu ve benzeri sebepler ile enstitülere komünistlik suçlamaları yapılıyor arada bir ihbar mektuplarını dikkate alan polisin baskınlarına uğruyordu. Kız öğrencilerin erkek öğrenciler ile karma eğitim görmesi sonu gelmez dedikodulara neden oluyordu. Köylüler okul ve enstitü inşaatlarına yardım ile devlet tarafından mükellef kılınmıştı. Bu zorlamalar köylülere angarya olarak geliyordu. Öğrencilerin boğaz tokluğuna öğrenim görecekleri kendi okullarının inşasında çalıştırılmaları eleştirilmekteydi. Köylere atanan öğretmenler yörenin toprak ağalarıyla sorunlar yaşıyorlardı. Bu geçimsizlikler köy öğretmenlerinin toprak ağalarının seçtirdiği milletvekillerine şikâyet olarak ulaşıyordu. Bu durum toprak sahiplerinin durmaksızın Ankara'ya baskı yapmalarına neden oluyordu. Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nün eski müdürü Rauf İnan ve Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Köy Enstitülerinin kapatılmasının Atatürk Devrimleri karşıtlarınca başlatılan bir Karşı Devrim hareketi olduğunu söylemişlerdi. 1945 yılında Köy Enstitüleri hakkında komünistlerin, dinsizlerin yetiştiği fuhuş yuvaları olduğu söylenerek saldırı kampanyaları başlatılmıştı. Parlamentoda bütçe görüşmelerinde milletvekili Emin Sazak'ın Köylere giden enstitü mezunları kendilerini birer Atatürk zannediyorlar demesi üzerine Hasan Âli Yücel, Bu çocukların her birinin birer Atatürk olması temenni edilir şeklinde cevap vermişti. Halk arasında yayılan bir kısmı kasıtlı söylentiler de etkili olmuştu. İvriz Köy Enstitüsü'nden M. Ali Eren (1911-2001) "Düşünceler ve Anılar II” adlı eserinde şunları aktarmaktadır: Bir gün sabaha doğru tan yeri ağarırken, okul bekçisinin “Mehmet Ali Bey, Mehmet Ali Bey” diye bağırdığını duydum. “Kalk, hemşehrilerin geldi.” dedi. O sırada okulda daimi elektrik yoktu. Bir motordan sağlanan elektrik gece yarısı kesiliyordu. Kapıyı açtım: Önde aksakallı bir erkek ve arkasında 7 kadın vardı. Hepsi birden ağlıyorlardı. “Hoş geldiniz hemşehriler” dedim. Onlar sızlanmalarını daha da hızlandırıp, hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Neden sonra sakinleşen hemşeriler, dün akşam bir haber aldıklarını, enstitüde okuyan 20 Beyağıl’lı kızın okuldan kaçtıklarını, onunun İvriz Çayı'nda boğulduğu, onunun da kaybolduğu haberini aldıklarını söylediler. Onlara, “Çocuklarınız yatakhanelerinde mışıl mışıl uyuyorlar, hiçbir şeyleri yok.” dediysem de, benim sözüme inanmadılar. Mecburen giyindim. Kurallara göre kız yatakhanelerine erkek öğretmenler giremez, yalnızca bayan öğretmenler girerdi. Bu nedenle onları yanıma alarak, bayan kimya öğretmeninin yanına gittim. Öğretmeni uyandırdım. Bu velileri kız yatakhanesinin önüne kadar götürmesini ve çocuklarını uyandırarak, bu velilere gösterdikten sonra, tekrar yatırmasını istedim. Söylediklerim yapıldı. Veliler rahat bir nefes aldılar. Ama zamanla veliler, çocuklarını birer ikişer okuldan kaçırdılar... Köy enstitüleri, gerçeği yansıtmayan ve çirkin iftiralar ile kapatıldığında iktidar zafer kazandığını düşünürken, kalite eğitimden yoksun yetişecek nesilleri göz ardı ediyordu. 21 Mayıs 1956'da 12.Kurultay yapıldı. Bu Kurultayda İsmet İnönü, 1021 delegenin 1020'sinin oyunu alarak tekrar Genel Başkan, Kasım Gülek de 972 oydan 880'ini alarak tekrar Genel Sekreter seçildi. DP iktidarı 1954 seçimlerinden sonra ülkede beklenen başarılı çalışmaları yapamadı. Ekonomi gitgide daha fazla darboğaza giriyordu. Dış borçlar ülkenin sırtına yeni yükler bindiriyordu. Menderes, yavaş yavaş üslubunu ve icraatlarını sertleştiriyor, diktatör rejimine doğru kayıyordu. 9 Eylül 1957'de yapılan 13. Kurultay, Demokrat Parti (DP) iktidarının artan baskılarına karşı, muhalefet ile işbirliği yapılmasının kararlaştırıldığı kongre oldu. 9 Eylül Kurultayı'nda üç muhalefet partisinin işbirliği kabul edildi. Parti Meclisi'ne, Genel Yönetim Kurulu'na işbirliği konusunda tam yetki verildi. Kongreye, muhalefetteki Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Hürriyet Partisi temsilcileri de katıldılar. Yapılan seçimlerde İnönü 920 oy alarak Genel Başkanlığa, Gülek de 837 oy alarak Genel Sekreterliğe tekrar seçildi. Ancak DP İktidarı, iktidarı kaybedeceği korkusuyla, seçimler öncesinde çıkardığı bir kanunla seçim işbirliği yapılmasını engelledi.
1957 Seçimleri
Ekonomide yaşanan dar boğaz ve siyasi çalkantılar nedeniyle DP seçimleri bir yıl önceye aldı. 27 Ekim 1957 günü yapılan seçimler öncesinde kampanya oldukça sert geçti. Seçimler iktidarı zayıflattı, muhalefetin elini güçlendirdi. Seçimler öncesinde muhalefetin seçimlere bir cephe halinde girmesini engelleyen DP, yine de oy kaybından kurtulamadı. 27 Ekim 1957 tarihi CHP için önemli bir dönüm noktasıdır. 1957 milletvekili genel seçimi sonuçlarına göre DP %47,9 oyla 424 CHP ise %41,1 oy oranıyla 178 milletvekilliği kazanmıştı. Demokrat Parti ilk defa halkın mutlak çoğunluğundan az oyla iktidardaydı. CHP tam 18 ilde tam liste halinde seçimleri kazandı. Bazı illerde CHP oyları diğer küçük partilerle birleştiğinde DP önemli farkla geride kalıyordu. Ancak ittifaklara izin verilmemesi ve çoğunluk sistemi sandalye dağılımında adaletsizliğe neden oluyordu. Yine 31 olan milletvekili sayısını yaklaşık 6 katına çıkarak 178 milletvekilliği kazanması ve %35 olan oy oranını %41'e yükseltmesi 1957 seçimlerinde CHP'nin önemli bir başarısı olmuştur. 1957 seçimleri halkın DP'ye karşı en ciddi uyarısı olmuştur. Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) ve Hürriyet Partisi dörder milletvekilliği aldılar. Rivayete göre Adnan Menderes, dakika dakika değişen seçim sonuçları nedeniyle bir ara "Allah'ım bir daha bana böyle bir seçim gecesi yaşatma" demiştir. 1950 ve 1954 seçimlerinden sonra ilk defa muhalefetin oyu iktidarın üzerine çıkmıştı. Muhalefete göre DP artık azınlığın iktidarıydı. 1957 seçimlerinden sonra siyasi ortamda sertlik günden güne daha da artmaya başladı. 1958 yılında, dış ödemeler dengesindeki bozukluk alınan dış borçları ödenemez hale getirmişti. Türkiye'nin borçlandığı ülkeler arasında kurulan bir konsorsiyum ile varılan mutabakat ile 4 Ağustos 1958'de ekonomik istikrar tedbirleri yürürlüğe girdi. Yapılan devalüasyon ile Türk Lirası'nın değeri yeniden belirlendi. Doların fiyatı 2.80 liradan 9.02 liraya çıktı. Bu tedbir dış ödeme dengesini biraz olsun sağladı ise bile yaşanan ekonomik durgunluk, zamları, işsizliği ve iflasları da beraberinde getirmişti. Ağustos 1958, DP ve Cumhuriyet Halk Partisi gruplarının karşılıklı bildirileri ile geçti. İhtilal sözleri dolaşmaya başladı. Demokrat Parti lideri ve Başbakan Adnan Menderes 12 Ekim 1958'de Manisa'da yaptığı konuşmada, muhalefetin yarattığı kin ve husumet cephesine karşı bir Vatan Cephesi kurulması gerektiğini vurguladı. Radyolardan Vatan Cephesi'ne katılanların adları okunmaya başladı. Halkı Vatan Cephesi üyesi ve üyesi olmayan olarak ikiye ayırarak kutuplaştırdı ve böldü. Bu durum halk arasında da çatışmaların ortaya çıkmasına neden oldu. 12 Ocak 1959'da başlayan 14. Kurultay, "iktidara yürüyen parti" havasında gerçekleştirildi ve burada "düzen değişikliği programı" niteliğindeki "İlk Hedefler Beyannamesi" kabul edildi. Bildirgeye göre demokratik kurumların kurulması ve hukuk devleti olunması öngörülüyordu. Metindeki başlıklar: 1- Eşit Muamele. 2- 2.Meclis. 3- Anayasa Mahkemesi. 4- Nisbi temsil usulü. 5- Yüksek Hâkimler Şurası'nın kurulması. 6- Memurlar Kanunu'nun düzenlenmesi. 7- Baskıdan uzak tutulan bir basın rejiminin kurulması. 8- Üniversite muhtariyeti. 9- Sosyal Güven ve Sosyal Adalet esaslarının teminat altına alınması. 10- Yüksek İktisat Şurası'nın kurulması. Ayrıca işçi haklarından da söz edilmekteydi. Kurultay'da Parti Meclisi üye sayısı 30'dan 40'a çıkarıldı, Merkez Yönetim Kurulu üye sayısı da Genel Sekreter ile beraber 11'e yükseltildi. Parti Meclisi'ne gerektiğinde Genel Sekreteri üçte iki çoğunlukla değiştirme ve yeni Genel Sekreter seçmek üzere kurultayı toplantıya çağırma yetkisi verildi. İnönü ve Gülek, tekrar Genel Başkanlığa ve Genel Sekreterliğe seçildiler. Bu arada 1955 yılından beridir ağır ağır ilerleyen bir sorun daha ortaya çıktı: Kıbrıs. Kıbrıs'ta EOKA örgütü Türkler üzerinde baskı yapmaya başlamıştı. Türkiye adanın bölünmesinden yani o günlerin deyimi ile ‘taksim’ den yanaydı. 1958 başlarında adada bulunan İngiliz askerler Türklere ateş açınca büyük bir tepki ortaya çıktı. Türkiye ayağa kalktı. Haziran ayında İstanbul'da 300 bin kişilik bir miting yapıldı ve Türkiye'nin isteği güçlü bir biçimde vurgulandı: "Ya taksim, ya ölüm". Ankara'da da benzer gösteriler yapıldı. Nihayet 19 Şubat 1959'da Londra Antlaşması ile sorun bir süreliğine aşılmış oldu. Başbakan Menderes bu antlaşma için Londra'ya giderken uçağı düştü. 14 kişinin öldüğü kazada başbakana herhangi bir şey olmadı. Ekonomide ve dış politikada bunlar yaşanırken iç politikada muhalefete yönelik baskılar da artıyordu. CHP'nin yayın organı Ulus Gazetesi başta olmak üzere muhalefete destek veren birçok gazete aralıklarla kapatılıyordu. Mayıs 1959'da CHP lideri İsmet İnönü Uşak'ta saldırıya uğradı. İzmir'de, İstanbul'da ve Ankara'da CHP lideri İnönü’ye saldırılar oldu. Saldırılar miting yapılacak yerlere giderken ve mitingin yapılacağı yerlerde yaşandı. Kayseri mitingi öncesi Kayseri valisi İnönü’ye söylediği “Gelmeyin Paşam, sizi koruyamayız” sözleri durumun vahametini gözler önüne sermektedir. Uşak gezisinde İnönü’ye taş atılmış, atlan taş İnönü’nün başına isabet etmiş, 4 CHP’li milletvekili ağır bir şekilde darp edilmiştir. Türkiye bu kargaşa ortamı içerisinde 1960 yılına doğru ilerlerken 31 Temmuz 1959'ta Avrupa Ekonomik Topluluğu'na (sonradan "Avrupa Birliği" adını alan uluslararası örgüt) üye olmak için başvurdu. 28 Eylül 1959'da Kasım Gülek Genel Sekreterlikten istifa etmiş, yerine İsmail Rüştü Aksal Genel Sekreter olmuştur. Fransa’da demokratik bir diktatörlük rejimi kuran Charles de Gaulle hayranlığı besleyen Menderes ve politikaları sertleşti. İnönü’nün, elini kulağına götürerek, kendisine “Duyamadım” şeklindeki tavrıyla tanınmaz hale geliyor, öfkeleniyordu. 1960 yılı başlarında basına uygulanan sansür de artmıştı. CHP'nin yayın organı Ulus Gazetesi kapatılmıştı. 2 Nisan 1960'ta Kayseri'ye giden İnönü'nün treni durduruldu. İsmet Paşa kurulan barikatları elleriyle yararak şehre ulaştı ve kendisini Kayseri'de 50 bin kişi karşıladı. 1960 yılının Nisan ayında DP Meclis Tahkikat Encümeni'ni kurdu. 18 Nisan günü CHP Önderi İsmet İnönü, TBMM'de Tahkikat Komisyonu hakkında tarihi bir konuşma yaptı ve Demokrat Partililere "Biz demokratik rejim dedik, bu rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp, baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam. Şartlar tamam olduğunda milletler için ihtilal, meşru bir haktır." dedi. İsmet Paşa'nın bu sözlerine tepki olarak CHP lideri 12 oturum TBMM toplantılarından uzaklaştırıldı. Bunun üzerine tepki gösteren CHP Grubu meclisten polis zoruyla uzaklaştırıldı. Bu gergin ortam, öğrenciler arasında bir eylemin habercisiydi. 28-30 Nisan 1960 tarihlerinde polisle öğrenciler arasında çıkan çatışmalarda iki öğrencinin hayatını kaybetmesi ülkedeki ortamı iyice germişti. 555K eylemi; 5 Mayıs 1960 tarihinde, Ankara'da, Demokrat Parti aleyhtarı öğrencilerin yaptığı protesto eylemidir. Adını 5. ayın 5. günü saat 5`te Kızılay'da gerçekleşmesinden alan eylem cumhuriyet tarihinin ilk "sivil itaatsizlik" eylemi olarak da anılır. DP mitingi için Kızılay Meydanı'na gelen dönemin başbakanı Adnan Menderes, bir anda kendini protestocuların arasında buldu. Rivayete göre, o zamanlar öğrenci olan, CHP eski lideri Deniz Baykal, Menderes'in “Ne istiyorsunuz” sorusu üzerine başbakanın yakasına yapışıp “Hürriyet istiyoruz” demişti. 3 Mayıs'ta Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel hükümeti bir mektupla uyardı. Bu uyarı, Kurtuluş Savaşı kahramanı, kurucu partinin lideri İsmet İnönü’nün ileri görüşlülüğünü ve haklılığını ortaya çıkarıyordu. İnönü, yaşanabilecekleri önceden görmüş, askerin tavrını püskürtmek için hükümeti uyarmıştı. 27 Mayıs 1960 günü Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki 37 kişilik vatansever grubu Demokrat Parti'nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğünü görerek ülke yönetimine el koydu. Anayasa feshedildi. Başta Cumhurbaşkanı Celâl Bayar ve Başbakan Adnan Menderes olmak üzere DP'liler, pek çok bürokratlar ve DP'ye yakın olduğu düşünülen generaller tutuklandı. Devlet Başkanlığı, Millî Savunma Bakanlığı ve Başbakanlık görevlerini Org. Cemal Gürsel üzerine aldı. Gürsel Millî Birlik Komitesi ile ülkenin tek hâkimi olmuştu. Yeni anayasa hazırlanması ve siyasi yapıların kurulması için çalışmalar başladı. Demokrat Parti kapatıldı. Yeni anayasa hazırlanması için kurulan kurucu meclise CHP lideri İsmet İnönü de seçildi. 27 Mayıs sonrası CHP'nin 1959 tarihli "İlk Hedefler Beyannamesi" içerisinde bulunan pek çok husus da hayata geçirilmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi darbeden sonra bütün gücüyle yeni anayasanın hazırlanmasına çalıştı ve bir an önce demokratik düzene geçilmesini savundu. 27 Mayıs 1960, bu dönemde Milli Birlik Komitesi çevrelerinde genellikle "27 Mayıs Devrimi" olarak anıldı. Darbenin oluşumuna, Adnan Menderes'in üniversite çevrelerine "kara cübbeliler" olarak hitap ettiği ve bunun yayınlanmaması için basına yasak koyması, halkı birbirine düşürmesi, rejim karşıtı faaliyetlerde bulunması, Adnan Menderes'in çevresine "Ben bu orduyu yedek subaylarla da idare ederim" demesi, ordunun ve halkın DP’den rahatsız olması etken olmuştur. 14 Ekim 1960'ta başlayan Yassıada davaları, 11 ay 1 gün sürdü. 203 gün davalara bakıldı, 872 oturum yapıldı. 19 davaya bakıldı, 1068 tanık dinlendi ve yargılamalar hükmün açıklandığı 15 Eylül 1961 tarihinde son buldu. Sivil ve askerlerden oluşan Yassıada mahkemelerinde yargılanan siyasîler; vatana ihanet, kamu fonlarının kötüye kullanımı, Kırşehir'in ilçe yapılması, meclis iç tüzüğünde yapılan değişiklik, Meclis oturumlarının yayına engel olunması, CHP'nin mallarına el konulması, Tahkikat komisyonu oluşturmak, hâkim teminatı ve mahkeme bağımsızlığının ihlali gibi konularla toplam 19 dava açıldı, davalar anayasayı ihlal davasıyla birleştirildi. Yüksek Adalet Divanı 15 sanığı idam cezasına çarptırdı. Eski Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, eski Başbakan Adnan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan oybirliğiyle, eski T.B.M.M. Başkanı Refik Koraltan, eski Genelkurmay başkanı Rüştü Erdelhun, Agâh Erozan, İbrahim Kirazoğlu, Ahmet Hamdi Sancar, Nusret Kirişçioğlu, Bahadır Dülger, Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman oy çokluğuyla ölüm cezasına çarptırıldı. Celal Bayar'ın idam cezası yaş haddi nedeniyle ömür boyu hapse çevrildi.
1961 Seçimleri
Yeni hazırlanan anayasada 1924 Anayasası'ndan farklı olarak halkçılık, devletçilik ve inkılapçılığa yer verilmemiş, milliyetçilik ise Milli Devlet olarak değiştirilmiştir. İlk kez Sosyal Devlet ilkesi bu anayasa ile ortaya çıkmıştır. 15 Ekim 1961 günü yapılan seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi beklenen başarıyı elde edemedi. CHP milletvekili seçimlerinde % 36,7 oy alarak 173 milletvekilliği elde etti. Kapatılan DP'nin ardılı olarak kurulan iki partiden; Adalet Partisi ise % 34,8 oyla 158 milletvekilliği, Yeni Türkiye Partisi (YTP) ise 65 milletvekili aldı. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ise 54 milletvekili çıkardı. Cumhuriyet Senatosu'nda ise senatörlükler şu şekilde dağılmıştı: CHP 36, AP 71, YTP 27, CKMP 16. Hiçbir parti hükümet olmak için salt çoğunluğu yakalayamamıştı ve Türkiye tarihinde ilk defa koalisyona gidilecekti. Seçmen 27 Mayıs Darbesi'nin ve idamların faturasını CHP'ye kesmişti. Bu haksız kesilen fatura nedeniyle ülkede devrimler sekteye uğradı. Örgüt seçim neticelerinden hoşnut değildi. Bu nedenle koalisyon çalışmalarına girilmeyerek muhalefette kalınması istenmekteydi. Bütün bu tartışmalar arasında 25 Ekim 1961 günü TBMM açıldı. Ertesi gün 27 Mayıs Darbesi'nin lideri Cemal Gürsel son derece güç şartlar ve özverilerle IV. Cumhurbaşkanlığına seçildi. Seçim son derece zor şartlar altında yapıldı. Çünkü sandıktan çıkan sonuçla Gürsel'in seçilmesi zor görünüyordu. Hatta bu yüzden Silahlı Kuvvetler yönetime bir defa daha el koyma niyetine girdi ancak TBMM sağduyulu davrandı ve Gürsel Çankaya Köşkü'ne çıktı. Başbakanlık görevi 10 Kasım 1961 günü CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'ye verildi. Kurtaran ve kuran partinin liderinin Başbakan olması, darbenin CHP tarafından azmettirildiğinin kanıtı olarak gösterildi. Bu algı operasyonu ile diktatörlüğe koşan, devrim karşıtı Demokrat Parti’nin ve mirasçılarının işine yaradı. İnönü 20 Kasım 1961'de Adalet Partisi ile cumhuriyet tarihinin ilk koalisyon hükümetini kurdu. Adalet Partisi’ni eski Demokrat Partili ve 27 Mayıs darbesiyle fikir ayrılığı yaşayan askerler 11 Şubat 1961'de bir dilekçe vererek kurdular. Cumhurbaşkanlığına ise 27 Mayıs Darbesinin lideri Cemal Gürsel seçildi. 22 Şubat 1962 günü Albay Talat Aydemir'in başında bulunduğu cunta yönetime el koymaya kalkıştı. Kara Harp Okulu öğrencileri harekete geçirildi. Ankara karışmıştı. Olay büyük tecrübe sahibi olan Başbakan İnönü tarafından bastırıldı. İnönü, 27 Mayıs Darbesini önleyememişti, ancak bu kez, Meclis binasında kalmış ve kendisini siper etmişti. Bu dönemde İnönü’nün yanında, İnönü’ye bir şey olmasının korkusunu yaşayan bir numaralı isim Bülent Ecevit idi. Özellikle siyasi af konusunda işler çıkmaza girince Başbakan İnönü 30 Mayıs 1962'de istifa etti. Hükümeti kurma görevi tekrar kendisine verildi. İsmet İnönü 25 Haziran 1962'de, 1961'deki genel seçimlerde 54 milletvekilliği kazanan Yeni Türkiye Partisi ve 1961 genel seçimlerinde % 14 oy alarak üçüncü parti olan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ile koalisyon hükümetini kurdu. 14 Aralık 1962'deki 16. Kurultay, Genel Merkezciler, Kasım Gülek-Nihat Erim kanadı ve üçüncü dünyacılar arasında tartışmalara sahne oldu. İhraçlar, istifalar partiyi zayıflattı. Kasım Gülek, Nihat Erim ve Mehmet Avni Doğan bir yıl süreyle partiden ihraç edildi. 1963 Mayıs ayında Talat Aydemir'in ikinci darbe girişimi de başarıyla bastırıldı. Darbeye teşebbüsten mahkûm olan Talat Aydemir idam edildi. Talat Aydemir’in darbe teşebbüsü planlarından İnönü haberdar olmuş, iki kez darbeyi bastırmıştı. Hayatta olduğu süre boyunca cuntaya ve cuntacılara karşı bir politika yürütmüştü. 16 Kasım 1963 ara seçimlerini AP kazandı. Aynı gün yapılan yerel seçimlerde AP % 45.4, CHP ise %36.2 oranında oy aldı. Başbakan İnönü yurtdışında bulunduğu sırada YTP hükümetten çekildi. Hemen ertesi gün de CKMP hükümetten çekildiğini açıkladı. II. Koalisyon da çökmüştü. 2 Aralık'ta İnönü istifa etti. AP lideri Ragıp Gümüşpala hükümeti kuramadı, 10. İnönü Hükümeti 25 Aralık'ta kuruldu. Bu defa CHP bağımsızlarla birlikteydi. Kıbrıs'ta işler karışmış, Türklere karşı saldırılar başlamıştı. Bunun üzerine Türk jetleri 24 Aralık 1963'te Kıbrıs üzerinde ihtar uçuşu yaptılar. 16 Mart'ta TBMM hükümete Kıbrıs'a müdahale için yetki verdi ancak Haziran ayında ABD Başkanı Johnson'ın adıyla anılan ünlü Johnson mektubu ile bu girişim engellendi, Türkiye Kıbrıs'a müdahale edemedi. Mektupta, Türkiye'nin adaya tek taraflı müdahalesinin Türk ve Yunan tarafları arasında savaşa yol açabileceği ve NATO üyesi olan bu iki ülkenin savaşmasının kabul edilemez olduğu ifade edilmiştir. Türkiye'nin müdahale kararı almadan önce müttefiklerine danışması gerektiği anımsatılmıştır. Ayrıca bu savaşın Sovyetler Birliği’nin de Türkiye’ye müdahale ihtimalini doğuracağı ve NATO'nun böyle bir durumda Türkiye'yi savunma konusunda isteksiz olacağı ima edilmiştir. ABD'nin Türkiye’ye sağladığı askeri malzemenin bu müdahalede kullanılmasına izin verilmeyeceği belirtilmiştir. Mektubun ardından Türkiye müdahale kararından vazgeçmiştir. İsmet İnönü 21 Haziran 1964’te ABD’ye giderek başkan Johnson ile bir görüşmede bulunmuştur. Mektup çok sert ve kaba bir üslupla yazılmış, küçük düşürücü ifadelere yer vermiştir. O dönemde Batı bloğu içerisinde yer alan Türkiye, bu mektup sayesinde kendi ulusal çıkarlarının Batı bloğunun, özellikle de blok lideri ABD’nin çıkarlarıyla çeliştiği noktada bağımsız politikalar geliştirme konusunda sıkıntılar yaşanabileceğini görmüş, ABD'nin kimi zaman kendisini yalnız bırakabileceğini anlamıştır. İnönü, Türk Halkı’nın yaşayabileceği sıkıntıları hesaba katarak, ucuz kahramanlığın pahalıya patlayacağını anladığı için, Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda hareket ederek müdahaleden vazgeçmiştir. İsmet İnönü'nün kurduğu III. koalisyon hükümeti 1965 yılının 13 Şubat günü bütçe görüşmelerinde sona erdi.
1965 Seçimleri
Hükümetin bütçesi reddedilmişti. Başbakan İnönü istifa etti. CHP dışındaki sağ partiler birleşerek 1965 Milletvekili Genel Seçimlerine kadar sürecek bir hükümet kurdular. Seçimlere gidilirken Cumhuriyet Halk Partisi kendisine bir kimlik belirlemeliydi. CHP siyasi yelpazenin neresinde duracaktı? Yeni bir ses, yeni bir politika gerekliydi. Örgütün ve partinin buna ihtiyacı vardı. Bu yeni ses 1965 yılı ortalarında Genel Başkan İsmet İnönü'den geldi: "CHP Ortanın Solundadır." CHP bu şekilde hem soldaki Türkiye İşçi Partisi'ne tabandan gidecek oyları engellemek hem de yeni gidişatını belirlemek amacındaydı. Bu konuda İnönü ve Ecevit zaman zaman fikir ayrılıklarına düşmekteydi. Öyle ki Ecevit, İnönü’nün tavrı karşısında kırgınlıklar yaşıyor ama kendisine duyduğu saygıdan ötürü çekimser kalıyordu. Ancak CHP'nin büyük rakibi AP bu sloganı seçimlere gidilirken tam tersi yönde kullandı ve CHP'yi kötü bir olguymuş gibi sosyalizme kaymakla suçladı. 1964 yılında AP'nin başına geçen Süleyman Demirel meydanlarda "Ortanın Solu Moskova Yolu" diyerek CHP'yi yerden yere vurdu. Ayrıca seçimler öncesinde CHP'nin girişimiyle seçim kanunu değiştirildi ve Millî bakiye usulü getirildi. Bu, küçük partilerin lehine bir gelişmeydi. Türkiye’yi demokrasi ile tanıştıran kurucu parti CHP, şimdi de “Milli İrade” sandığa en doğru şekilde yansısın diye uğraşıyordu. CHP’nin 1965 Seçim Bildirgesi’nde 1961-1965 yılları arasındaki koalisyon hükümetleri sırasında yaptığı icraatlar örnek gösterilerek, tek başına iktidar için oy istenmiştir. Ayrıca Halkçılık ve Devletçilik ilkelerine vurgu yapılmıştır. 10 Ekim 1965 günü yapılan genel seçimlerden AP zaferle ayrıldı. Türkiye genelinde AP % 52,8 oyla 240 milletvekilliği kazanırken CHP % 28,7 oyla ancak 134 milletvekili kazanabildi. Adalet Partisi tek başına iktidara gelmiş, CHP ise çok büyük oy kaybıyla ana muhalefette kalmıştı (MP:31, YTP:19, TİP:14, CKMP:11, BĞM:1).
1969 Seçimleri
1965 Seçimleri ile alınan ağır yenilgi, yaşanacak değişimin habercisiydi. CHP’de İnönü dışında, sözü dinlenen, halka güven veren, siyaset sahnesinde parlayan bir isim vardı: Bülent Ecevit. 1961-1965 arası kurulan üç İnönü Hükümeti'nin de Çalışma Bakanı olan Ecevit, 24 Ekim 1966 tarihindeki 18. Kurultay’da Bülent Ecevit genel sekreter seçildi. Genel Sekreter olduğu süre boyunca, hiçbir siyasi partinin genel sekreterinin yapamadığı çalışkanlık örneğini yaparak, partisinin 81 ildeki, tüm il ve ilçe başkanlıklarını ziyaret etmiştir. Her gittiği yerde CHP ateşini halkın gönlünde alevlendirmiştir. Ecevit "Ortanın Solu" politikasını benimsemiş, özellikle Çalışma Bakanlığı döneminde işçilerle, emekçilerle, madencilerle çok iyi ilişkiler kurmuştu. Ecevit kitabında Ortanın Solu hakkında değerlendirmelerini halkın içinden yapmıştır. “Bazı kimseler, böyle duygu ve isteklerin kendilerine yüklediği sorumluluk ve ödevi hayır işleriyle, sosyal yardım çalışmalarıyla yerine getirmeye uğraşırlar. Bu türlü çalışmalar saygıdeğerdir ve bir ihtiyacın doğduğuna göre yararlıdır.” Demiştir.[23] 1953 yılında CHP'ye kaydolan Ecevit, ilk olarak Gençlik Kolları Merkez Yönetim Kurulu'nda görev almıştı. 32 yaşında, İsmet İnönü'nün damadı Metin Toker'in adaylığını devretmesiyle, 27 Ekim 1957 seçimlerinde CHP'den milletvekili olmuştu. Milletvekili olarak siyasi yaşamına başlayan Bülent Ecevit, 12 Ocak 1959 günü toplanan CHP 14. Olağan Kurultayı'nda Parti Meclisi'ne giren isimler arasında yer aldı. 27 Mayıs 1960 Askerî Müdahalesi'nden sonra, CHP kontenjanından, Kurucu Meclis üyesi oldu. 1961 genel seçimlerinde Zonguldak milletvekili seçilmişti. Çalışma Bakanı iken Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu'nun çıkarılması (24 Temmuz 1963), sosyal güvenlik haklarının genişletilmesi için çaba harcadı. 28 Nisan 1967 olağanüstü kurultayında partiden kopmalar başladı. Turhan Feyzioğlu'nun başını çektiği orta-sağ görüşlü "48'ler Grubu" partiden ayrıldı. Dipçe: Turhan Feyzioğlu, bugünün Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun dedesidir. Turhan Feyzioğlu Genel Başkanlığı’nda, Milli Güven Partisi (MGP) ile Cumhuriyetçi Parti'nin (CP) birleşmesinden Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) kuruldu. Parti bildirisinde "Yolumuz Atatürk'ün gösterdiği yoldur" deniyordu. Partinin 19. yy Liberalizmi ve sosyalizme karşı olunduğunu belirten programında; devletin, ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün ve bağımsızlığının korunacağı, sosyal adalet ve sosyal güvenliğin gerçekleştirileceği, Türkiye'nin totaliter rejimlerin ve Atatürkçülüğe aykırı akımları tehdidinden kurtarılacağı gibi ilkeler benimsenmişti. 18 Ekim 1968'de 19. Kurultay toplandı. İnönü-Ecevit listesi seçimleri kazandı. Ecevit gitgide partinin hâkimi olmaktaydı. Parti içindeki fikir ayrılıkları, çekişmeler, parti içinden çıkan partiler CHP’yi zayıflatmıştı. 1969 Seçim Bildirgesi’nde ilk cümle dikkat çeker. Önsüzün ilk cümlesinde “Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1969 Seçim Bildirgesi, bir “Düzen Değişikliği Programı’dır” yazar. Partinin düzen değişikliği programı bölüm bölüm hazırlanmıştır. Bu bölümler bir araya geldiğinde bir bütün olmakta, yeni bir kalkınma modeli ortaya çıkarmaktadır. Bu model ‘Temel Düşünceler’ e dayanmaktadır. 12 Ekim 1969 Milletvekilliği Genel Seçimlerinde CHP beklediğini bulamadı. İktidardaki AP %46,5 oy alarak 256 milletvekilliği kazandı ve tek başına iktidarını sürdürdü. Buna karşın CHP %27,3’le 143 milletvekili kazanabilmişti. Şurası dikkat çekicidir ki, CHP'den kopma olmasına karşılık parti yine de çok fazla oy kaybı yaşamamıştır (GP:15, BĞM:13, BP:8, MP:6, YTP:6, TİP:2, MHP:1).
1973 Seçimleri
AP’nin 1969'da oy oranı düştüyse de 1965 seçimlerinde geçerli olan Milli Bakiye Sistemi yerini d'Hont Sistemi'ne bıraktığından Adalet Partisi'nin milletvekili sayısı arttırmıştır. 60'lı yılların sonuna yaklaşılırken tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de sağ-sol çatışmaları, öğrenci hareketleri, işçi mitingleri ve Amerikan aleyhtarlığı artmıştı. Atatürkçü ve sol kesimde öğrenci lideri olarak görülen Deniz Gezmiş eylemlerde başı çekiyordu.[24] Deniz Gezmiş, daha çocukluğunda çekilen bir fotoğrafta elleriyle “6 ok” işareti yapan devrimci bir gençti. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) kurucu ve yöneticilerinden Deniz Gezmiş, 1965'te Türkiye İşçi Partisi (TİP) Üsküdar ilçe başkanlığına üye oldu. İlk kez 31 Ağustos 1966'da Ankara'dan İstanbul'a yürüyen Çorum Belediyesi temizlik işçilerinin Taksim Anıtı'na çelenk koymaları sırasında işçileri destekleyen ve Türk-İş yöneticilerini protesto eden gösteri sırasında gözaltına alındı. 7 Kasım 1966'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. Ardından 19 Ocak 1967'de Türkiye Millî Talebe Federasyonu (TMTF) binasının yedd-i emine verilmesi sırasında çıkan olaylarda yakalandı ve bir gün sonra iki arkadaşıyla çıkarıldığı mahkeme tarafından serbest bırakıldı. 22 Kasım 1967'de öğrenci örgütlerinin düzenlediği Kıbrıs Mitingi sırasında Âşık İhsani ile birlikte ABD bayrağını yaktıkları gerekçesi ile gözaltına alınıp daha sonra serbest bırakılan Deniz Gezmiş, Hukuk Fakültesi'nde birlikte okuduğu arkadaşlarıyla birlikte 30 Ocak 1968'de “Devrimci Hukukçular Örgütü” nü kurdu. 7 Mart 1968'de İÜ Fen Fakültesi konferans salonunda düzenlenen toplantıda konuşma yapan Devlet Bakanı Seyfi Öztürk'ü protesto ettiği için tutuklandı. 2 Mayıs'a kadar tutuklu kalan Gezmiş, 30 Mayıs'ta 6. Filo'yu protesto ettiği için yargılandı ve beraat etti. Öğrenci eylemleri içinde etkinliği giderek artan Deniz Gezmiş, 12 Haziran 1968'de İstanbul Üniversitesi'nin işgal edilmesinde önderlik etti. İşgal Konseyi adına İÜ Senatosu ile Baltalimanı'nda yapılan görüşmelere katılan öğrenci heyetinin içinde yer aldı; öğrenci haklarının elde edilip işgalin sona erdirilmesinde etkili oldu. İşgalden kısa bir süre sonra İstanbul'a gelen 6. Filo'yu protesto eylemlerinde yer alan Gezmiş, 30 Temmuz'da bu eylemlerden dolayı tutuklandı ve 20 Eylül'de serbest bırakıldı. Bütün bu olaylardan sonra öğrenci hareketinin efsanevi lideri haline geldi. TİP içinde yoğunlaşarak, ayrılıklara ve tartışmalara yol açan ideolojik sorunlarda Millî Demokratik Devrim (MDD) görüşünü benimseyen Deniz Gezmiş, bu görüşün özellikle devrimci öğrenciler arasında yayılmasında etkili oldu. 1 Kasım 1968'de TMGT (Türkiye Millî Gençlik Teşkilatı), AÜTB (Ankara Üniversitesi Talebe birliği),
ODTÜÖB ve DÖB’ün (Devrimci Öğrenciler Birliği) başlattığı Samsun'dan Ankara'ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’ nü düzenledi. Ardından 28 Kasım 1968'de ABD büyükelçisi Kommer'in gelişi sırasında Yeşilköy Havaalanı'nda düzenlenen protesto gösterileri nedeniyle tutuklandı ve bir süre sonra serbest bırakıldı. 12 Mart 1971 günü Türk Silahlı Kuvvetleri hükümeti bir muhtırayla uyardı ve Başbakan Süleyman Demirel istifa etti. Yeni hükümeti eski CHP'li Nihat Erim kuruyordu ve Ecevit bu askerî müdahaleye karşı olduğundan CHP'nin bu hükümette yer almasını istemiyordu. İsmet İnönü muhtıraya karşı ılımlı bir tavır takınınca ve hükümete destek vereceğini belirtince Genel Sekreter Bülent Ecevit istifa etti. Yerine Şeref Bakşık geçti. Ancak Ecevit'in bu muhalefeti onu toplumda büyük itibar sahibi yapmış, partide de oldukça güçlendirmişti. İnönü Haziran 1972'deki olağan kurultay öncesinde 5 Mayıs 1972'de V. Olağanüstü Kurultay’ı toplama kararı aldı. Maksadı il ve ilçe kongrelerini birer birer kazanan Ecevit'i Kurultay’da yenmekti. Ancak Türkiye’de ortam çok gergindi. 12 Mart Darbesinin ilk günlerinden sonra Yusuf Aslan ile birlikte Sivas'a gitmekteyken motosikletleri bozuldu. Bir ihbar sonucu polislerin gelmesi üzerine çıkan çatışmada Aslan ile birbirlerini kaybettiler. Aslan o esnada Elmalı'da iken, Gezmiş ise 16 Mart 1971 salı günü Sivas'ın Gemerek ilçesinde etrafı sarılarak yakalandı ve Kayseri'ye getirildi. Buradan Ankara'ya zamanın İçişleri Bakanı Haldun Menteşeoğlu'nun makamına götürüldü. Mahkemesi 16 Temmuz 1971 günü Altındağ Veteriner Okulu binasında Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığında Baki Tuğ savcılığında Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1No’lu Mahkemesi'nde başladı ve 9 Ekim 1971 günü bitti. Deniz ve arkadaşları 16 Temmuz 1971'de başlayan THKO-1 Davası'nda TCK'nin 146. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle, 9 Ekim 1971'de 146/1 maddesi uyarınca idam cezasına çarptırıldı.[25] İdam cezaları o zamanlar senato tarafından onaylanmak zorundaydı. İsmet İnönü "siyasi suçlar idamla cezalandırılmamalıdır" diyerek Bülent Ecevit ile birlikte ret oyu kullanır. AP genel başkanı Süleyman Demirel ise infazdan yana oy kullanır. 5 Mayıs günü Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın hakkında verilen infaz cezalarının uygulanması beklenmekte olduğu için gergindi. THY'nin bir uçağı Sofya'ya kaçırılmıştı. Gerilim Genel Başkan İsmet Paşa'ya da yansıdı. İnönü kalp krizi geçirmişti. Kurultay bir gün sonrasına ertelendi. 6 Mayıs 1972 günü Genel Başkan İsmet İnönü ve Bülent Ecevit karşı karşıya geldi. İnönü açılış konuşmasında açık konuşarak Ya ben ya Bülent dedi ve kararı partiye bıraktı. Ecevit de taviz vermez şekilde cevap verince oylama beklenmeye başladı. Ayrıca 6 Mayıs günü Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan sabaha karşı idam edilmiş, halk sokaklara dökülmüştü. Bu hararetli ortamda 7 Mayıs günü yapılan oylama sonucunda Ecevit'in parti meclisi listesi 709 oyla güvenoyu aldı. İnönü 507 oyda kalmıştı. Sonuç açıktı; CHP'de İnönü devri kapanmıştı. 33 yıldır Genel Başkan olarak CHP'yi yöneten İsmet İnönü 8 Mayıs 1972'de genel başkanlıktan istifa etti. Böylece İnönü Türk siyasal yaşamında parti içi mücadele sonucunda değişen ilk genel başkan oldu. 14 Mayıs 1972 günü yapılan genel başkanlık seçimi özel kurultayında 51 il başkanının adayı Bülent Ecevit 913 delegeden 828'inin oyuyla Atatürk ve İnönü'den sonra CHP'nin III. Genel Başkanı seçildi. Bu seçim Sosyal Demokrasi’nin ülkemizi kuşatacağının bir habercisiydi. Çünkü Türk halkında devlet gücünün sınırlanması anlamında geleneksel bir demokratik eğilim olduğu kadar, geleneksel bir eşitlik ve adalet eğilimi duygusu da vardır.[26] 30 Haziran 1972'de toplanan 21. Olağan Kurultay’da partideki büyük iktidar değişiminin bir sonucu olarak, CHP Tüzüğünün 35 maddesi birden değiştirildi. Kurultay, Genel Başkanlıktan istifa eden İsmet İnönü'nün CHP Kurultayına son katılımına sahne oldu. Bülent Ecevit, 1085 delegeden 1032'sinin oyunu alarak tekrar Genel Başkanlığa seçildi. Halkçı kişiliği, muhtıraya karşı çıkışı, idamlara ret oyu vermesi, o dönem Ecevit’i Türkiye’nin en çok sevilen siyasi lideri haline getirdi. Anadolu’nun birçok yerinde dağlarda, taşlarda Ecevit’in adı yazılmaktaydı. Ecevit, asker destekli Ferit Melen başkanlığında kurulan, üçüncü partiler üstü-teknokrat hükümet 5 bakan vererek destek oldu. Ancak 5 Kasım'da Ferit Melen'le anlaşamayarak bakanları çekti. 6 Kasım'da İsmet İnönü partiden ve milletvekilliğinden istifa etti. İnönü, anayasanın eski cumhurbaşkanlarına verdiği Tabii Senatör olma hakkını kullanarak TBMM'de tabii senatör olarak çalışmalarına devam etti. 28 Mart 1973'de Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın görev süresi bitti. Org. Faruk Gürler'i seçtirmek isteyen demokrasi dışı güçlere karşı CHP ile AP işbirliği yaptı. 6 Nisan 1973'te Fahri Korutürk cumhurbaşkanı seçildi. Seçim otobüsleri ile halka müzik eşliğinde seçim propagandası yapan ilk lider Bülent Ecevit’tir. Seçim Bildirgesi’nin başlığında “Ak Günlere” sloganı yer almaktadır. Bildirgede; hakça bir düzenden, vatanın emperyalizmin sömürüsüne izin verilmeyeceğinden, toplumsal yararın kişisel yararın üstünde tutulacağından ve halkın üstünde bir egemenliğin olmayacağından bahsedilmektedir. 14 Ekim 1973 Milletvekilliği Genel Seçimlerinde CHP, özlenen zaferi elde etmeyi başardı. 1965'te İnönü'nün başlattığı Ortanın Solu hareketini Demokratik Sol'a dönüştüren ve kitlelere benimseten Bülent Ecevit CHP'yi birinciliğe taşıdı. Cumhuriyet Halk Partisi bütün yurtta oyların % 33'ünü alarak 185 milletvekilliği kazandı ve birinci parti oldu. Ecevit'in en büyük rakibi Süleyman Demirel'in Adalet Partisi ise %29 oy almış ve 149 milletvekili kazanmıştı (CHP 185, AP 149, MSP 48, DP 45, CGP 13, MHP 3, TBP 1, Bağımsız 6). CHP yükselişini sürdürdü ve 9 Aralık 1973 Yerel Seçimlerinde % 37 oyla birinci parti oldu. AP %32 oy aldı.
1977 Seçimleri
Büyük halk kitlelerinin “Karaoğlan” diyerek tüm umutlarını bağladığı Ecevit ve CHP’nin, genel seçimlerde elde ettiği 185 milletvekilliği tek başına hükümet kurulması için yeterli değildi. Bunun için millet meclisi salt çoğunluğu olan 226 üyenin geçilmesi gerekliydi. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ten görevi alan Ecevit'in 27 Ekim-8 Kasım 1973 tarihleri arasındaki koalisyon görüşmeleri sonuçsuz kaldı. 13 Kasım'da görevi alan AP lideri Demirel de hükümet kurmakta başarısız olunca görev tekrar Ecevit'e verildi. Bülent Ecevit 26 Ocak 1974'te Milli Görüş fikrinin temsilcisi Necmettin Erbakan'la Cumhuriyet Halk Partisi-Milli Selamet Partisi (MSP) koalisyon hükümetini kurdu. Devleti kuran ve rejimin temel öğelerini kendi içinde de özümsemiş bulunan CHP, İslamcı akımları bünyesinde bulunduran MSP ile koalisyona girmişti. Hükümette özellikle laiklik konusunda tartışmalar olması kaçınılmaz görünmekteydi. İleriki yıllarda CHP genel başkanı olacak olan Deniz Baykal bu hükümette Maliye Bakanı olarak, ileride CHP genel sekreteri olacak Önder Sav ise Çalışma Bakanı olarak görev almışlardı. 28 Haziran 1974’te toplanan tüzük kurultayında "Demokratik Sol" kavramı doğrultusunda parti tüzüğünde değişikliğe gidildi. Demokratik Sol'un Marksizm'den kaynaklanmayan yerli bir kavram olduğu vurgulandı. Ortanın Solu ile başlayan süreç böylelikle sonuçlanmış oldu. Yeni düzende CHP kabuğunu kırmış ve yerini bulmuştu. Taban tabana zıt bu iki partiden kurulan koalisyonda beklenen oldu. Özellikle Türk Ceza Kanunu'nun 163., 141. ve 142. maddeleri konusunda iki parti görüş ayrılığına düştü. Hükümetin sonu yaklaşmaktaydı. Tam bu sırada Yunanistan'daki albaylar cuntasının desteklediği Kıbrıs Rum Milli Muhafız Alayı'na bağlı birlikler, Enosis'i gerçekleştirmek amacıyla, cumhurbaşkanı Makarios'u devirdi. Cunta, adadaki Türklere karşı katliam hareketlerine başladı. Diplomatik görüşmeler sonuçsuz kaldı ve Türkiye 1960 Zürih ve Londra garantörlük antlaşmalarının verdiği hakkı kullanarak Kıbrıs'a askeri müdahalede bulundu. Türk Silahlı Kuvvetleri, 20 Temmuz 1974 sabahı Kıbrıs Harekâtı'na başladı. Bu olay Başbakan Bülent Ecevit'in halk üzerindeki sempatisini oldukça arttırdı. Ecevit her gittiği yerde "Kıbrıs Fatihi Karaoğlan" olarak karşılanıyordu. Adaya müdahale ile Türklerin hakları kurtarıldı. Birleşmiş Milletler’ in çağrısıyla ateşkes yapıldı. Kıbrıs’ı kurtaran Ecevit yönünü tekrar iç politikaya çevirmişti. Yaptığı bir mitinginde Ecevit şu sözleri söyleyerek halkta büyük bir coşku uyandırmış, rakiplerini geride bırakmıştı: “Biz Demirellerden, Türkeşlerden milliyetçilik dersi almayız. Sevgili kardeşlerim; biz milliyetçiliği; sokak duvarlarına değil, Kıbrıs’ın topraklarına, Ege’nin deniz yataklarına yazmışız. Biz milliyetçiliği batı İç Anadolu’nun haşhaş tarlasına yazmışız.” Seçim meydanlarında Ecevit için “50.senenin aydın kişisi” sloganı yankılanmaktaydı. Ancak ABD ambargosu Türkiye'ye ekonomik açıdan çok zorlu yıllar yaşattı. Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ardından hükümet içi anlaşmazlıklar nedeniyle Başbakan Ecevit, 18 Eylül 1974'te CHP-MSP hükümetinin istifasını verdi. Hükümetin istifasının ardından Ecevit erken seçim kampanyası başlattı. Kıbrıs zaferinin kendisine sağladığı siyasi itibarı oya dönüştürmek istiyordu ancak TBMM'deki diğer partiler buna yanaşmadılar. Hükümet uzun süre kurulamadı. Bu arada CHP 14 Aralık 1974'te 22. Kurultayını topladı. Orhan Eyüboğlu genel sekreter seçildi. Deniz Baykal ve Mustafa Üstündağ yeni genel sekreter yardımcıları oldular. Ecevit'in istifasının ardından başlayan hükümet bunalımı ancak 12 Nisan 1975'te sona erdi. Süleyman Demirel Başbakanlığında AP, MSP, MHP ve CGP, I. Milliyetçi Cephe Hükümeti'ni kurdular. Ülkede iç gerilim artmakta, ekonomik bunalım gitgide daha da çekilmez bir hal almakta, sağ-sol ayrışması ve çatışmalar yaşanmaktaydı. Bu şartlar altında 12 Ekim 1975'te yapılan ara seçimlerde CHP ve AP oylarını arttırdı. 6 milletvekili için yapılan ara seçimde milletvekillerinden 5'ini AP, 1'ini de CHP kazandı. Senato üçte bir yenileme seçiminde ise AP 27, CHP 25, MSP 2 senatörlük kazandı. 8 Mart'ta Deniz Baykal, Haluk Ülman, Erol Çevikçe, Adil Ali Cinel, Tankut Akalın parti yönetiminden istifa ettiler. Orhan Eyüboğlu tekrar genel sekreter seçilirken, yardımcıları ise Ali Topuz, Hasan Esat Işık, Mustafa Üstündağ ve İsmail Hakkı Birler oldu. İktidardaki Milliyetçi Cephe hükümetine karşı toplumsal muhalefet dalgası ise yükseliyordu. Arka arkaya işlenen cinayetler ve özellikle gençler arasında yaşanan sağ-sol kavgası CHP'ye önemli bir görev yüklemekteydi. 27 Kasım 1976'da toplanan 23. Kurultay son derece önem taşıyordu. Bu kurultayda CHP'nin mevcut altı ilkesinin yanına bir de ‘Demokratik Sol’un altı ilkesinin eklenmesi benimsendi. Bu ilkeler; özgürlük, eşitlik, dayanışma, emeğin üstünlüğü, gelişmenin bütünlüğü ve halkın kendini yönetmesiydi. Ayrıca önemli bir gelişme olarak, CHP'nin Sosyalist Enternasyonal'e üyeliği kabul edildi. Ecevit tekrar genel başkan seçildi. CHP ise 1977 yılı başlarken gitgide güçlenmekteydi. Şubat ayında DİSK, seçimlerde CHP'yi destekleyeceğini açıkladı. Nisan ayında ise TBMM seçimleri 5 Haziran günü yenileme kararı aldı. Seçim kampanyası oldukça sıkıntılı geçti. 26 Nisan 1977'de Ecevit'in seçim otobüsü Niksar'da kurşunlandı. 1 Mayıs 1977'de Taksim Meydanı'nda düzenlenen 1 Mayıs Mitingi'nde kalabalığın üzerine çevredeki binalardan ateş açıldı. Oluşan izdihamda ve saldırı sonucunda 37 kişi hayatını kaybetti. 29 Mayıs günü İzmir - Çiğli Havaalanı'nda uçaktan inen Bülent Ecevit'in bulunduğu gruba ateş edildi. Bu, apaçık, CHP genel başkanını öldürmeye yönelik bir suikast girişimiydi. 2 Haziran 1977 günü Başbakan Demirel, 3 Haziran'da yapılacak CHP Taksim mitinginde Ecevit'e suikast yapılacağını, CHP Genel Başkanı'na bir mektupla bildirdi. Ecevit ise mitingden vazgeçmeyeceğini bildirdi. 3 Haziran günü CHP, tarihinin en görkemli mitinglerinden bir tanesi İstanbul Taksim Meydanı'nda gerçekleştirildi. Yüz binlerce insan CHP mitingine katıldı ve Ecevit'e destek verdi. Bu ortamda 5 Haziran 1977 günü yapılan Milletvekilliği Genel Seçimlerinden CHP buruk bir zaferle çıktı. Cumhuriyet Halk Partisi oyların % 41,3’ünü alarak 213 milletvekilliği kazandı. AP % 36,8 oy almış ve 189 milletvekili kazanmıştı (CHP:213, AP:189, MSP:24, MHP:16, CGP:3, DP:1, BĞM:4). Senato üçte bir yenileme seçimlerinde ise CHP:28, AP:21, MSP:1 senatörlük kazandılar.
CHP’nin Kapatılması ve 1983 Seçimleri
Ecevit ve CHP çok güçlenmişti ancak matematiksel tablo CHP'ye tek başına hükümet kuracak çoğunluğu vermiyordu. 14 Haziran 1977'de hükümeti kurma görevini alan Bülent Ecevit, 21 Haziran 1977 günü azınlık hükümetini kurdu. Hükümet 3 Temmuz günü yapılan güvenoylamasında yeterli oyu alamayınca Ecevit istifa etti. Hükümeti kurma görevini alan AP Genel Başkanı Süleyman Demirel 21 Temmuz günü MHP, MSP ve Demokratik Parti ile II. Milliyetçi Cephe hükümetini kurdu. Ülke çok sıkıntılı günler yaşıyordu. Ekonomi öyle bir darboğaza girmişti ki, en basit ihtiyaç maddeleri bile karaborsaya düşmüştü. Zamlar, devalüasyonlar birbirini izliyordu. Enerji sıkıntısı had safhadaydı. Türkiye ithal malların parasını ödeyemez haldeydi. Döviz bulunamıyordu. Financial Times gazetesi 25 Kasım günü durumu şöyle özetliyordu: Türkiye iflas etmiş bir ülkedir. Öte yandan anarşi ve terör artarak sürmekteydi ve toplumsal kutuplaşma can almaya devam ediyordu. Bu şartlar altında 11 Aralık 1977 günü yapılan yerel seçimlerde CHP % 41,7 oy alarak 41 il merkezinin belediye başkanlığını kazandı. Milliyetçi Cephe'nin büyük ortağı AP ise % 37,1 oy aldı ve 15 il merkezini kazanabildi. Seçim sonuçlarının ardından AP'den ayrılanlar oldu. 11 milletvekili partiden istifa etti. Seçimlerde başarılı olan CHP'nin genel başkanı Bülent Ecevit 22 Aralık günü hükümet hakkında bir gensoru verdi ve yılın son günü olan 31 Aralık 1977'de II. Milliyetçi Cephe hükümeti 218 güvenoyuna karşı 228 güvensizlik oyu ile düşürüldü. Hükümeti kurma görevini cumhurbaşkanından alan Bülent Ecevit Cumhuriyetçi Güven Partisi, Demokratik Parti ve bağımsızların desteğiyle 5 Ocak 1978'de hükümetini kurdu. Ecevit, ekonomi ve devlet yapısında bir enkaz devraldıklarını ve çetin bir dönemden geçeceklerini belirtti. Uzayan kuyruklar, karaborsa, enerji kıtlığından kaynaklanan elektrik kesintileri artık olağan hale gelmişti. Ülke belki de en karanlık günlerini yaşamaktaydı. Bunun yanına bir de terör eklenince iş, içinden çıkılmaz bir hal alıyordu, bu nedenle Başbakan Bülent Ecevit'in enkaz benzetmesi hiç de abartı sayılmazdı. Mart 1978'de İstanbul Üniversitesi'nde öğrenciler katledildi. Ekim ayında Türk-İş, CHP-AP koalisyonu kurulmasını önerse de bu kabul edilmedi. Yılsonunda Kahramanmaraş'ta çıkan olaylarda 105 kişi öldü. Sadece 1978 yılı içinde ülkede 831 kişi öldürülmüştü. 1979 yılı da sıkıntılarla başladı. 1 Şubat'ta Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi katledildi. Mart ayında iğneden ipliğe hemen her maddeye büyük oranda zam yapıldı. TÜSİAD Ecevit Hükümeti’nin çekilmesi için gazete ilanları vermeye başladı ve Başbakan Ecevit'in sert tepkisiyle karşılık buldu. 14 Ekim 1979'da yapılan milletvekili ara ve senato üçte bir yenileme seçimlerini AP kazandı. Açık bulunan 5 milletvekilliğinin tümünü ve 33 senatörlüğü Adalet Partisi kazandı, CHP 12 senatörlük kazanabildi. CHP'nin oyları % 41'den %29'a düştü. 16 Ekim'de başbakan Ecevit istifa etti. Hükümeti kurma görevini alan Süleyman Demirel 12 Kasım 1979'da azınlık hükümetini kurdu. 4 Kasım 1979'da ara seçim yenilgisinin ardından CHP 8. Olağanüstü Kurultay’ı toplandı. Genel Başkan Ecevit güvenoyu istedi. Parti içi muhalefetteki Deniz Baykal ve Ali Topuz grupları yönetimi çok sert bir biçimde eleştirdiler. Güven oylamasında Ecevit, 4 çekimser, 20 ret oyuna karşılık 1341 oy ile delegelerin güvenoyunu aldı. Genel Sekreterliğe Mustafa Üstündağ getirildi. CHP'de bunlar olurken 1980 yılı Tariş olayları ve ekonomik önlemler içeren 24 Ocak Kararları ile başladı. Cinayetler, boykotlar ve ekonomik zorluklarla dolu günler birbirini izliyordu. Mayıs ayında Çorum'da olaylar çıktı ve 48 kişi hayatını kaybetti. Terör; genç, siyasi, aydın, yazar, sağcı ve solcu demeden can almayı sürdürüyordu. Öyle ki, 1980 yılında meydana gelen 10,000 terör olayında yaklaşık 2 bin insan ölmüştü. Mayıs ayında MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak öldürüldü. Eski CHP önderlerinden ve eski başbakan Nihat Erim, 19 Temmuz 1980'de teröre kurban verildi. 22 Temmuz’da Türkiye Maden-İş Sendikası başkanı Kemal Türkler öldürüldü. Çeşitli çevrelerin önerdiği CHP-AP koalisyonuna ise her iki parti de sıcak bakmıyordu. Bu arada 6 Nisan 1980'de Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresi bitmişti. TBMM bir türlü yeni cumhurbaşkanını seçemiyordu. Turlar birbirini izliyor ancak sonuç alınamıyordu. Bunca karışıklık içinde bir de ülke başsız bırakılmıştı. Türkiye uçurumun kıyısına gelmişti. CHP Cumhurbaşkanlığı seçiminde 12 Mart Muhtırasında imzası bulunan dört komutandan biri olan, emekli orgeneral ve CHP senatörü Muhsin Batur'u aday göstermişti. 12 Eylül 1980 sabahı Türk halkı, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sesi ile uyandı. Ordu yönetime el koydu ve TBMM, hükümet ve anayasa feshedildi. Tüm yurtta sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Siyasi partilerin, derneklerin ve sendikaların etkinlikleri durduruldu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve kuvvet komutanlarının oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi ülkenin tek hâkimiydi. CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit ve AP Genel Başkanı Süleyman Demirel Gelibolu'daki Hamzaköy tesislerinde gözetim altına alındı. MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan ve MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ise İzmir-Uzunada'ya gönderildi. Bu darbe halk tarafından ilk günlerde, kanlı çatışmaların son bulacağı ümidiyle sevgiyle karşılansa da, darbenin bir “Yeşil Kuşak Projesi” olduğu çok sonradan anlaşılacaktı. 1980 Darbesi için ‘Etkisi 100 yıl sürecek’ deniyordu. 30 Ekim 1980 günü Bülent Ecevit, CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa etti. 21 Şubat 1981'den itibaren Arayış dergisini çıkardı. Buradan ya da başka kanallarla verdiği demeçlerden dolayı yargılandı ve cezaevine girdi. MGK bir yıl sonra, 16 Ekim 1981'de tüm siyasi partilerle birlikte Cumhuriyet Halk Partisi'ni de kapattı. Böylece Türkiye Cumhuriyeti tarihinde CHP'nin ilk dönemi sona erdi. Dipçe: Tezi hazırlarken, yakın tarihin siyasi kaynaklarının birçoğuna ulaşamama sebebim, 1980 darbesiyle yakılan CHP kütüphanesidir. Geçmiş yılların kitap, broşür, flama, afiş ve belgeleri darbeyle birlikte yok edilmiştir. 12 Eylül askeri yönetimi ülkedeki tüm siyasi etkinlikleri yasaklamıştı. Çok sayıda gözaltılar ve siyasi davalar yaşandı. Bu arada yeni anayasanın hazırlıkları da sürüyordu. Nihayet 7 Kasım 1982'de anayasa halkoylamasına sunuldu ve % 91,3 oyla kabul edildi. Aynı oylamayla Millî Güvenlik Konseyi (MGK) ve Devlet Başkanı Kenan Evren de 7. Cumhurbaşkanlığına seçildi. Seçimlerin 6 Kasım 1983'te yapılacağı açıklandı ve 1983 yılı ortalarında siyasi faaliyetler serbest bırakıldı, ancak MGK işleri sıkı tutuyordu. Partiler kurulurken MGK'ya kurucuları veto etme yetkisi verildi. Bu yüzden kapatılan CHP'nin tabanına hitap eden Erdal İnönü'nün kurduğu Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) seçimlere katılamadı. Partinin ilk genel başkanı Erdal İnönü veto edilince yerine Cezmi Kartay genel başkan oldu. Öte yandan Adalet Partisi'nin ardılları olarak kurulan Büyük Türkiye Partisi ve Doğru Yol Partisi de vetolardan nasibini almıştı. Seçimlere sadece Turgut Özal'ın başında bulunduğu ANAP, Necdet Calp'in başında bulunduğu Halkçı Parti ve Turgut Sunalp'in Milliyetçi Demokrasi Partisi katılabildi. 6 Kasım 1983 seçimleri sonucunda ANAP % 45 oy alarak tek başına iktidara geldi ve Turgut Özal yeni hükümeti kurdu (Milletvekili sayıları: ANAP:212, HP:117, MDP:71). CHP seçmenine seslenen Halkçı Parti %30 oy almıştı. Halkçı Parti (HP), 12 Eylül 1980 Darbesinden sonra başbakanlık müsteşarlığı yapan, CHP'nin eski genel başkan İsmet İnönü'nün de özel kalem müdürlüğünü yapmış olan Necdet Calp ve arkadaşları tarafından kuruldu, Yılmaz Hastürk de genel sekreter oldu.
1987 Seçimleri
24 Mart 1984 yerel seçimlerini de ANAP kazandı. Ancak bu defa SODEP ve DYP de seçimlere katıldı. SODEP, ANAP'ın ardından ikinci sırayı aldı. CHP oylarının SODEP'te toplanacağı anlaşılıyordu. 13 Nisan 1984'te toplanan SODEP 1. Küçük Kurultayı'nda Genel Başkan Erdal İnönü solda tek çatının şart olduğunu söyledi. Temmuz ayında SODEP lideri İnönü ve HP lideri Necdet Calp birleşme konusunda prensipte anlaştıklarını açıkladılar. 1985 Haziran ayında Aydın Güven Gürkan, Halkçı Parti genel başkanı seçildi ve birleşmeden yana olduğunu açıkladı. Hatta Gürkan birleşmeye 1985 yılında son CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in eşi Rahşan Ecevit tarafından kurulan Demokratik Sol Parti'nin de dâhil olmasını istedi ancak ret cevabı aldı. 26 Eylül 1985'te Gürkan ve İnönü SODEP-HP birleşme protokolünü imzaladılar ve yeni partinin adını Sosyaldemokrat Halkçı Parti olarak açıkladılar. HP'de bir kurultay toplanarak partinin adı SHP olarak değiştirildi. Ardından toplanan SODEP kurultayında parti feshedildi ve SHP'ye katıldı. 30 Mayıs 1986'da SHP 1. Kurultayı toplandı ve Erdal İnönü genel başkan seçildi. İnönü daha sonra 26 Eylül 1986'da yapılan araseçimlerde milletvekili seçilerek TBMM'ye girdi. SHP bu seçimlerde %22 oy almıştır. 6 Eylül 1987'de ANAP iktidarı 12 Eylül idaresince getirilen siyasi yasakların kaldırılması için halkoylamasına gitti. Kıl payı bir farkla yasakların kaldırılması kabul edildi (Evet:%50,1, Hayır:%49,8). Başbakan Turgut Özal daha bu sonuç ortaya çıkmadan önce Kasım ayında erken seçime gidileceğini açıkladı. 13 Eylül'de Bülent Ecevit DSP'nin başına geçti. Süleyman Demirel de DYP başkanlığını devraldı. 29 Kasım 1987 genel seçimlerinde ANAP ikinci kez tek başına iktidara geldi, oy oranı düşmüştü ama çoğunluğu yine de kazanabilmişti. ANAP bu seçimlerde %36 oy alarak 292 milletvekili kazandı. SHP %24 ile 99, DYP ise %19 oyla 59 milletvekilliği kazandı. Bülent Ecevit'in başına geçtiği DSP %8,5 oy almış ancak %10 barajını aşamayarak meclis dışında kalmıştı. Aynı şekilde MÇP ve Refah Partisi de TBMM dışında kaldı. Ecevit bu sonucun ardından bir süre siyasetten çekildi.
1991 Seçimleri
25 Haziran 1988'de Erdal İnönü SHP genel başkanlığına yeniden seçildi. Ancak partiye Deniz Baykal grubu hâkim oldu. Deniz Baykal SHP genel sekreteri seçildi. 26 Mart 1989 yerel seçimlerinde SHP; İstanbul, Ankara ve İzmir belediye başkanlıklarıyla 39 ilin belediye başkanlığını kazandı ve il genel meclisi seçimlerinde %28,8 oy almayı başardı. SHP ve DYP, ANAP iktidarının meşruiyetini kaybettiğini, halkın desteğini yitirdiğini ve bu nedenle genel seçimlerin yenilenmesi gerektiğini savunmaya başladılar. Turgut Özal 9 Kasım 1989'da Kenan Evren'den boşalan cumhurbaşkanlığına SHP ve DYP'nin muhalefetine rağmen seçildi. 12 Aralık 1990'da İnönü ile Demirel buluştu, ortak bildiri imzalayarak erken seçim istediler. Bu arada SHP içinde İnönü-Baykal mücadelesi yaşanıyordu. Eylül 1990'da Genel Başkan Erdal İnönü ile anlaşmazlığa düşen Genel Sekreter Deniz Baykal bu görevinden istifa etti. 29 Eylül 1990'daki SHP 6. Olağanüstü Kurultayı'nda Erdal İnönü ve Deniz Baykal karşı karşıya geldi. İnönü, 504 oyla genel başkanlık seçimini kazanırken Deniz Baykal ise 405 oy aldı. SHP Genel Sekreterliği'ne Hikmet Çetin seçildi. Ancak parti içinde Baykal'ın muhalefeti bitmedi. Haziran 1991'deki olağan kurultayda İnönü ve Baykal bir defa daha karşı karşıya geldi. Ancak bu kez de kazanan İnönü oldu; üçüncü tur oylamada İnönü 534, Baykal 451 oy aldı. SHP'nin 44 kişilik parti meclisine Baykal listesinden 15, İnönü listesinden ise 28 kişi seçildi. Hikmet Çetin tekrar genel sekreter seçildi. Turgut Özal'ın cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından ANAP içinde de iktidar mücadelesi yaşanıyordu. Mesut Yılmaz, Yıldırım Akbulut'u devirerek 15 Haziran 1991'de ANAP genel başkanı seçildi ve parti Ekim'de erken seçimlere gidilmesini kararlaştırdı. 20 Ekim 1991 seçimlerini DYP kazandı (DYP:178, ANAP:115, SHP:88, RP:62, DSP:7). DYP %27 oy alırken, SHP %20 oy alabilmiş ve üçüncü sıraya gerilemişti; 1989 yerel seçimlerinde elde edilen başarı bu defa çok uzaktaydı. Bu, en fazla parti içi muhalefetin işine yarayacaktı. SHP seçimlere Halkın Emek Partisi (HEP) ile birlikte katıldı. Seçimlerden sonra TBMM açılışında Kürt kökenli milletvekillerinin Kürtçe yemin etmeye kalkışması ortalığı karıştırdı. 21 Mart 1992 Nevruz Bayramı'nda çıkan olaylar sonucunda da SHP içindeki HEP kökenliler partiden istifa ettiler. HEP hakkında kapatma davası açılınca Demokrasi Partisi (DEP) kuruldu ancak her ikisi de daha sonra kapatıldı. Hükümeti kurma görevi DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel'e verildi. Demirel DYP-SHP koalisyon hükümetini 20 Kasım 1991'de kurdu. SHP Genel Başkanı Erdal İnönü Başbakan Yardımcılığı görevini aldı. 25-26 Ocak 1992'deki 7. Olağanüstü Kurultay öncesinde Deniz Baykal ve İsmail Cem birlikte Yeni Sol adlı bir kitap yayımladılar. SHP'nin yeniden yapılandırılmasını öngördüler. 7. Olağanüstü Kurultay'da İnönü, Baykal’ı bir kez daha yendi ve genel başkanlığa seçildi.
1995 Seçimleri
19 Haziran 1992'de 12 Eylül rejiminin ürünü eski siyasi partilerin aynı adla tekrar açılmasını engelleyen yasa kaldırıldı ve eski partilerin yeniden açılabilmesi sağlandı. Bu karar en fazla CHP tabanını etkiledi. 3 Mayıs 1992'de CHP'nin hayatta olan son genel yönetim kurulu üyeleri bir bildiri yayımladılar. Cumhuriyet Halk Partisi yeniden açılıyordu. Bildirinin altında Erol Tuncer, Hayrettin Uysal, Altan Öymen, Metin Somuncu, Metin Tüzün, Erdoğan Bakkalbaşı, Coşkun Karagözoğlu, Orhan Akbulut, Avni Gürsoy, Güler Gürpınar, Mehmet Gümüşlü, Hayri Öner, Celal Doğan, Mehmet Nebil Oktay, Nail Atlı, Mehmet Dedeoğlu, Çetin Bozkurt, Hüseyin Doğan, İlyas Kılıç, İsmet Atalay, Orhan Vural'ın imzası bulunuyordu. CHP tabanı bu bildiriyle hareketlendi, 12 Eylül öncesi gençlik kolları bir araya geldi. Cumhuriyet Halk Partisi'nin 2.doğum tarihi de belirlenmişti: 9 Eylül 1992. Deniz Baykal’ın yoğun girişimleri sonucunda, 9 Eylül 1992'de, bir önceki kurultay olan 1979'daki 8. Olağanüstü Kurultay delegelerinin büyük çoğunluğunun katılımı ve oybirliği ile tekrar parti açıldı. 25. Olağan Kurultay'ında, Deniz Baykal ve Erol Tuncer'in girdiği genel başkanlık yarışını 679 oyla Deniz Baykal kazanırken Tuncer 425 oy alabildi. Böylece Baykal; Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Bülent Ecevit'ten sonra dördüncü CHP genel başkanı oluyordu. CHP'nin maksadı diğer iki sol partiyi de bünyesine alarak tek güç haline gelmekti; ancak Sosyaldemokrat Halkçı Parti Genel Başkanı Erdal İnönü birleşmenin SHP'de olmasını isterken, Ecevit ise işbirliğine yanaşmıyor ve DSP ile yola devam edeceğini açıklıyordu. 15 Mart 1993'deki ilk parti meclisi seçiminde genel sekreterliğe Ertuğrul Günay seçildi. Genel başkan yardımcıları İsmail Cem, Erol Çevikçe, Hasan Fehmi Güneş, Adnan Keskin, İstemihan Talay ve Ali Topuz oldular. İlk etapta 21 milletvekili SHP ve DSP'den ayrılarak anayasanın parti değiştirme engelini aşmak için Bütünleşme Partisi'ni kurdular ve bu partinin daha sonra CHP'ye katılmasıyla CHP, TBMM'de grup kurmayı başardı. 1993 yılı Türkiye açısından oldukça önemli olayların yaşandığı bir yıl oldu. 24 Ocak 1993 günü Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu öldürüldü. Suikast uzun yıllar boyunca karanlıkta kaldı ve halen çözülemedi. Cenazesine gelecek insanların oluşturduğu kalabalık, çoğu siyasi partinin mitinglerinde toplayamadığı kadardı. 17 Nisan 1993'te Cumhurbaşkanı Turgut Özal vefat etti. Cumhurbaşkanının kim olacağı merakla beklenmekteydi. DYP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel cumhurbaşkanlığına aday oldu ve 16 Mayıs 1993'te yapılan üçüncü tur oylamada koalisyon ortağı SHP'nin desteğiyle dokuzuncu cumhurbaşkanlığına seçildi. CHP bu seçimlerde İsmail Cem'i aday göstermiştir. Bu gelişmeyle DYP-SHP hükümeti de sona ermiş bulunuyordu. 3 Haziran 1993'te Tansu Çiller, DYP Genel Başkanı seçildi. 6 Haziran'da ise SHP Genel Başkanı İnönü, Eylül ayındaki kurultayda aday olmayarak siyaseti bırakacağını açıkladı. 25 Haziran 1993'te, Tansu Çiller başbakanlığında yeni DYP-SHP hükümeti göreve geldi. 2 Temmuz 1993'te Sivas - Madımak Oteli'nde 33 aydın ve 2 otel çalışanının yakılarak katledilmesi ülkeyi iyice gerdi. Yıllarca bu ülkeyi “Din elden gidiyor” kisvesiyle karanlığa sürüklemeye çalışan yobaz şeriatçılar, katliamı göz göre göre yapıyordu. Hükümet sessiz kalıyor, askeri birlikler ve polis uzaktan seyretmekle yetiniyordu. SHP olaylara karşı ilgisiz kalmakla suçlanmaktaydı. Eylül ayındaki kurultayda Murat Karayalçın, SHP'nin başına geçti. 26 Mart 1994 yerel seçimlerine aynı siyasî kulvardaki SHP, DSP ve CHP ayrı ayrı girdi. Sonuç tek kelimeyle hüsrandı. Çünkü üç sol parti toplam ancak %25 oy alabilmişti. Bir önceki seçimde kazanılan büyük kentlerden İstanbul ve Ankara Refah Partisi'ne, İzmir de DYP'ye teslim edilmişti. CHP bu seçimlerde sadece %4,7 oranında oy alabildi. Sol oylar gitgide eriyordu ve birleşmekten başka çare yoktu. 18 Şubat 1995'te toplanan CHP kurultayında 1003 delege birleşmenin CHP, 635 delege de SHP çatısı altında olması yönünde oy kullandı. Bunun üzerine hemen toplanan SHP kurultayında 121'e karşı 508 oy ile parti fesih edildi ve CHP'ye katılım kararı alındı. Hikmet Çetin oybirliğiyle CHP Genel Başkanı seçildi. Çetin, CHP'nin 5. Genel Başkanı oldu. Birleşme sürecinde CHP Genel Sekreteri Ertuğrul Günay, partiden istifa etti ve yerine Adnan Keskin getirildi. Birleşmeden sonra 25 Şubat'ta yapılan seçimde Adnan Keskin Genel Sekreter oldu. Haziran 1995'te İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir'in İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı CHP'li Algan Hacaloğlu ilgili söyledikleri sözler, hükümet ortakları arasında gerilime ve nihayetinde hükümetin dağılmasına neden oldu. 9 Eylül 1995'deki kurultayda ise Deniz Baykal genel başkanlığa tekrar seçildi. DYP genel başkanı Tansu Çiller'in kurduğu azınlık hükümeti TBMM'de güvenoyu alamayınca, 30 Ekim'de DYP ve CHP ülkeyi seçime götürecek yeni bir koalisyon hükümeti kurdu. Bu hükümette CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak yer aldı. TBMM seçimlerin 24 Aralık 1995'te yenilenmesi kararını aldı. 24 Aralık 1995 milletvekilliği seçimlerinde CHP yüzde 10 barajını kıl payı aşarak TBMM'ye girdi. Seçimlerin galibi ise Necmettin Erbakan'ın başında bulunduğu Refah Partisi olmuştu. RP, %21,3 oyla 158 milletvekili kazanmıştı. (Milletvekili sayıları: DYP:135, ANAP:132, DSP:76, CHP:49). Seçimlerden sonra öncelikle Mesut Yılmaz başbakanlığında ANAP-DYP koalisyonu kuruldu ancak hükümetin güven oylaması Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilip iptal edilince başbakanlık görevini alan Necmettin Erbakan Haziran 1996'da DYP ile Refahyol koalisyonunu kurdu.
1999 Seçimleri
“80 Darbesi” solun üstünden öyle bir geçmişti ki, 15 yıl sonra sol hala kendine gelemiyordu. Yeşil Kuşak Projesi olan darbe ürünlerini biçiyor, sağ hükümetler büyük kitleleri peşine takıyordu. 1998 yılının Kasım ayında Türkbank ihalesi yolsuzluğuna Başbakan Mesut Yılmaz'ın adı karışınca CHP hükümete gensoru verdi ve koalisyonu düşürdü. Uzun süren hükümet çalışmaları sonucunda DYP, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit başbakanlığında kurulacak bir azınlık hükümetine destek vereceğini açıkladı ve Ecevit 11 Ocak 1999'da 21 yıl sonra tekrar başbakan oldu. Başbakanlığı sırasında yıllardır Türkiye'de kan döken PKK'nin başkanı Abdullah Öcalan, Kenya'nın başkenti Nairobi'de yakalanarak Türkiye'ye getirildi. “Karaoğlan” bir kez daha sağ hükümetlere Başbakanlık dersi veriyordu. Halka kan kusturan PKK’nın bebek katili elebaşının yakalanması halkta heyecan yarattı. Ecevit’e bu kez de “Kenya Fatihi” lakabı takıldı. Öcalan’ın yakalanışı, DSP'ye 1999 genel seçimlerine yaklaşılırken büyük bir itibar sağladı. Öte yandan, barajı aşamayacağını anlayan CHP, seçimde işbirliğine girmek amacıyla Demokratik Halk Partisi ile müzakerelerde bulunmuş ve kamuoyunca tanınmayan DEHAP'lı 20 ismin kendileri tarafından seçilip CHP listelerinden seçime girmelerini önermiş; ancak müzakereler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 18 Nisan 1999 günü yapılan genel ve yerel seçimlerde Bülent Ecevit'in DSP'si oyların %22.18'ini alarak birinci parti oldu ve 136 milletvekilliği kazandı. (MHP:129, FP:111, ANAP:86, DYP:85, Bağımsızlar:3). Sol oyların bu şekilde DSP'de toplanması CHP'yi askeri darbeler dönemi dışında ilk defa meclis dışına itti. CHP %8.71 oy almış ancak %10 barajını geçemediği için TBMM dışında kalmıştı. Seçimlerden sonra koalisyon pazarlıkları başladı ve 28 Mayıs 1999'da Bülent Ecevit başbakanlığında DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti kuruldu. Deniz Baykal seçim yenilgisinden kendisinin sorumlu olduğunu belirterek 22 Nisan 1999'da genel başkanlıktan istifa etti. 22 Mayıs 1999'da toplanan IX. Olağanüstü Kurultay'da Altan Öymen genel başkanlığa seçildi. Haziran ayındaki X. Olağanüstü Kurultay parti meclisi seçimleri içindi ve Tarhan Erdem genel sekreter seçildi.
2002 Seçimleri
Deniz Baykal'ın CHP'den ayrı kalması kısa sürdü. Yaklaşık 1,5 yıl sonra 30 Eylül 2000 tarihinde toplanan XI. Olağanüstü Kurultay'da Baykal genel başkanlığa döndü. CHP genel sekreterliğine ise Önder Sav seçildi. CHP darbeden, darbe öncesi ve sonrası koalisyonlardan yorulmuş durumdaydı. İstikrar bir türlü sağlanamıyordu. CHP, TBMM dışında olmasına rağmen iktidardaki koalisyona karşı muhalefetini sürdürdü. Özellikle Şubat 2001 ekonomik krizinden hükümeti sorumlu tutarak muhalefetini şiddetlendirdi. 2002 yılının Mayıs ayında başbakan Bülent Ecevit rahatsızlandı. Ekonomik gidişat zaten kriz nedeniyle iyi değildi. Ekonomi, krizden sonra ABD'den getirilen iktisatçı Kemal Derviş'e teslim edilmişti. Başbakanın sağlık durumunun bozulması koalisyonda sarsıntıya neden oldu. Yaz aylarında koalisyon ortağı MHP, kendisinin bulunmadığı hükümet modelleri konuşulmaya başlanınca 3 Kasım 2002'de erken seçime gidilmesini talep etti. Bu sıralarda başka bir gelişme yaşanıyordu. Merkez sağ görüşün eski temsilcileri sayılan partilerin kadroları içinden “Adalet ve Kalkınma Partisi” (AKP) adında bir parti doğuyordu. Merkez sağ kesimin bütün oylarına talip olan parti, darbenin ürünlerinden biriydi. En büyük seçim vaadi olarak, yaşanan ekonomik krizi bitireceğini söylüyor, partililer yurt dışında temaslarda bulunuyordu. Koalisyonun büyük ortağı DSP'de ise Ecevit'in rahatsızlığından kaynaklanan iktidar mücadelesi partiyi böldü. DSP grubunun yarısı partiden ayrılarak İsmail Cem genel başkanlığında Yeni Türkiye Partisi'ni kurdu. Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş önceleri YTP içinde siyaset yapacağının sinyallerini verse de Ağustos ayında CHP'ye katıldı. Ayrıca 3 milletvekili de CHP'ye katılarak partinin TBMM'de temsil edilmesini sağladı. TBMM Ağustos ayında toplanarak hem 3 Kasım'da erken seçim kararı aldı hem de Avrupa Birliği uyum yasalarını çıkardı. Kemal Derviş-İsmail Cem ortaklığı DSP’yi bitirirken, CHP yükselişe geçiyordu. CHP 3 Kasım 2002 Milletvekilliği Seçimlerine umutla gidiyordu. Kemal Derviş'in partiye katılımı ivme kazandırdı. Öte yandan Türk-İş başkanı Bayram Meral, sanatçı Zülfü Livaneli ve ilahiyatçı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk de partiye katılıp milletvekili adayı oldular. CHP, partisine yeni katılan milletvekilleri ve adayları ile bir kez daha halkın partisi olduğunu gösteriyor, halkın her kesiminden insanı bünyesinde barındırıyordu. Din ile siyaset yapma heveslisi olan AKP’nin karşısında yılların ilahiyatçısı Yaşar Nuri yer alıyordu. 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan'ın başında olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına iktidara geldi. AKP seçimlerde yüzde 34,4 oy oranıyla 363 milletvekilliği kazanırken CHP yüzde 19,39 ile 178 milletvekilliğinde kaldı. Kalan milletvekilliklerini bağımsızlar kazandı. Diğer partilerin hiçbiri yüzde 10 barajını aşamadı. TBMM yalnızca iki partiden oluşuyordu. Başarısız bir sonuç olarak görünse de, küllerinde doğan bir parti için, meclisteki iki partiden biri olabilmek büyük başarı idi.
2007 Seçimleri
İktidardaki AKP'nin genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ‘halkı kin ve nefrete teşvik’ suçundan hükümlü olması, milletvekili seçilmesi yasak olduğu için hükümeti AKP Kayseri milletvekili Abdullah Gül kurdu. Aralık ayında Yüksek Seçim Kurulu Siirt ilindeki seçimleri bağımsız milletvekili Fadıl Akgündüz'ün yolsuzluk iddiaları yüzünden iptal etti ve 1 AKP, 1 CHP, 1 de bağımsız 3 milletvekilinin üyeliği düştü. 9 Mart 2003'te bu ilde seçimler yenilendi ve 3 milletvekilliğini de AKP kazandı. Tayyip Erdoğan'ın siyasi yasağının kalkması için mecliste yapılan anayasa değişikliğine CHP destek verdi. CHP, siyasi bir suçlu olmasına rağmen, iddianameler arasında okuduğu bir şiir yüzünden ceza alan Erdoğan’ı hapiste bırakmayarak, kendisine yakışanı yaptı. Erdoğan, 9 Mart'ta Siirt'ten milletvekili seçilerek 15 Mart'ta başbakanlık koltuğuna oturdu. Bugünden itibaren Türkiye’de CHP-AKP çekişmesi yaşanmaya başladı. Bunlara ek olarak, 3.parti MHP oldu. Ana muhalefetteki CHP ile iktidardaki AKP arasındaki ilk ciddi tartışma 1 Mart 2003 günü Irak'a tezkere oylamasında ortaya çıktı. Emperyalist ABD, Irak'ı işgal etmek niyetindeydi ve bu yüzden Türkiye topraklarını kullanmak ve Türk askerini Irak'a sokmak istiyordu. CHP buna şiddetle karşı çıktı, AKP içinde de ciddi bir muhalefet vardı. 1 Mart günü CHP ve AKP'li bir grup milletvekilinin oylarıyla hükümet tezkeresi reddedildi. O günler insan hayatının şimdikinden daha değerli olduğu günlerdi. Erdoğan’ın, daha Başbakan bile değilken, iktidara geldikleri hafta ABD’yi ziyaret etmiş olması da bir başka açıdır. İşgal gücü ABD için, “Kahraman genç kadın ve erkek Amerikan askerlerinin, olabilecek en az kayıpla evlerine dönmeleri için dua ediyorum.” Sözünü söyleyen Erdoğan, Türkiye’de ve Dünya’da sağ ve sol kesimlerden büyük tepki görmüştür. 2003 yılı Ekim ayında yapılan 30. Olağan Kurultay'da Baykal ve ekibi tekrar seçildiler. Tüzük değişikliği, sert tartışmalara sebep olsa da kabul edildi ve Kemal Derviş parti meclisine girdi. 28 Mart 2004 Yerel Seçimlerinde AKP %41 oy alırken CHP 1999 yerel seçimlerinde %13 olan oyunu bu seçimde %18'e çıkardı. İllerin büyük çoğunluğunda belediye başkanlıklarını AKP kazandı. CHP yükseliş halindeydi, ancak istediği oy yüzdesine ulaşması için biraz daha zamanın geçmesi gerekiyordu. Tam da böyle bir sırada Baykal'a karşı muhalefet yükseliyordu. Muhalefetin başında ise İstanbul Şişli ilçe belediye başkanlığına yüzde 65 oy alarak seçilen Mustafa Sarıgül bulunuyordu. Sarıgül CHP'yi iktidara taşıyacağı söylemiyle Anadolu'yu dolaşmaya başladı. Elbette bu eylem genel merkezi rahatsız etti ve genel başkan Deniz Baykal 3 Temmuz 2004'te XII. Olağanüstü kurultayı topladı, delegelerden güvenoyu istedi. 781 oyla güvenoyu alan Baykal, Sarıgül'e karşı güçlenmişti. Ayrıca 24 Ekim 2004'te Yeni Türkiye Partisi kendisini feshetti ve CHP'ye katıldı. Sarıgül ise muhalefetini sürdürdü. CHP adına mitingler ve toplantılara devam etti. Bunun üzerine yönetim Sarıgül'ü disiplin kuruluna sevk etti. Kurul Sarıgül'ün ihracını 7'ye karşı 8 oyla reddetti. Genel Başkan Deniz Baykal kararın rüşvetle alındığını belirterek 29 Ocak 2005'te Olağanüstü Kurultayı toplayacağını söyledi. Kurultay öncesinde üç isim başkanlığa aday olarak ortaya çıktı: Baykal, Sarıgül ve Zülfü Livaneli. Daha sonra Livaneli adaylıktan çekildi. Baykal ve Sarıgül'ün hesaplaştığı XIII. Olağanüstü Kurultay çok gergin geçti. Baykal 674 oyla güven tazeledi. Kurultaydan sonra Mustafa Sarıgül, 24 Mart 2005'te, CHP Yüksek Disiplin Kurulu tarafından “Kurultayı arbede ve şiddet ortamına çevirdiği” gerekçesiyle CHP'den ihraç edildi. Yine kurultay sonrası partiden istifalar oldu ancak meclis grubunun büyük kısmı partide kaldı. İstifa eden milletvekillerinin bir kısmı bağımsız kalırken bir kısmı da SHP'ye geçti. 19-20 Kasım 2005'te toplanan 31. Olağan Kurultay'da Deniz Baykal 1158 oyun tamamını alarak genel başkanlığına devam etti. CHP iç çalkantılar yaşarken bir yandan da AKP iktidarına karşı da sert muhalefet yapıyordu. Deniz Baykal ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında gerek TBMM'de gerekse diğer platformlarda büyük çekişme vardı. 2006 yılı sonunda seçimlerin yenilenmesi konusunda CHP çaba gösterse de AKP buna yanaşmadı. CHP 2007 Nisan ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan'ın adaylığına şiddetle karşı çıktı ve bu yolda bütün anayasal haklarını kullanacağını belirtti. 24 Nisan 2007 günü AKP cumhurbaşkanı adayı olarak Abdullah Gül'ü belirleyince CHP bu konuda uzlaşılmadığı için TBMM'de yapılacak seçimi Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğini açıkladı. 27 Nisan 2007 günkü oylamada 367 milletvekili yeter sayısı bulunamayınca CHP, mahkemeye başvurdu. Aynı gece Genelkurmay Başkanlığı 23.15'te laiklik ile ilgili sert bir açıklama yaptı. AKP giderek dini istismar ediyor, halkının %99’u Müslüman olan Türkiye seçmeni, AKP’ye inanıyordu. Anayasa Mahkemesi, 1 Mayıs 2007 günü CHP'nin talebini kabul ederek Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk tur oylamasını iptal etti. Bu gelişmeler üzerine Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda taktik değiştiren AKP, Anavatan Partisi ile uzlaşarak erken seçime gidilmesi ve Cumhurbaşkanını 5+5=10 yıllığına halkın seçmesi gibi değişiklikleri önerdi. Deniz Baykal ise erken seçim kararını desteklemesine rağmen, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini onaylamadığını belirterek yeni Cumhurbaşkanını, yeni meclisin seçmesi yönünde taleplerde bulundu. Genel seçimlerin 22 Temmuz 2007'de yapılması kesinleştikten sonra solda güç birliği arayışları hızlandı ve 17 Mayıs 2007 günü CHP ve DSP Genel Başkanları Deniz Baykal ve Zeki Sezer seçimde güç birliği yapacaklarını açıkladılar. 8 Haziran 2007'de Yaşar Okuyan'ın genel başkanı olduğu Hürriyet ve Değişim Partisi CHP'ye katılacağını açıkladı, ancak katılım gerçekleşemedi. Türkiye finansal açıdan da sorunlar yaşamaya başlamış, dış borç giderek artmış, zengin daha da zenginleşmiş, fakir daha da fakirleşmeye başlamıştı. Bu koşullar altında gidilen 22 Temmuz 2007 seçimlerinde CHP'nin oyları % 20.88'e çıktı. Buna karşın iktidardaki AKP oyların % 46.58’ini alarak, 341 milletvekilliği kazandı. CHP'nin kazandığı milletvekilliği sayısı 112 idi ve bunların 13’ü DSP’li isimlerdi, ayrılmaları ile CHP yeni döneme 99 milletvekili ile başladı. (AKP:341, CHP:112, MHP:71, DTP:20, Bağımsızlar:6) Basın ve parti içi muhalefet bu sonuçlardan dolayı Deniz Baykal’a sert eleştirilerde bulundular, ancak seçimlerden iki gün sonra gazetecilerin karşısına geçen Deniz Baykal istifa etmeyeceğini açıkladı. Ülkeyi 22 Temmuz seçimlerine taşıyan Cumhurbaşkanı seçememe sorunu devam ediyordu. Seçimden güçlenmiş bir biçimde çıkan AKP, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül adı üzerinde bir defa daha karar kıldı. Seçimde barajı geçen MHP’nin oylamalara katılacağını açıklaması ile de 367 milletvekili yeter sayısı sorunu çözüldü. CHP’nin boykot ettiği oylamaların üçüncüsünde, 28 Ağustos 2007’de AKP Kayseri milletvekili Abdullah Gül, Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. cumhurbaşkanlığına seçildi. CHP yeni Cumhurbaşkanı ile zorunlu haller dışında temaslarının olmayacağını açıkladı. 9 Eylül 2007'de CHP'nin 84. kuruluş yıldönümü çok büyük bir gösteri ile kutlandı. Genel Başkan Deniz Baykal 170 bin partili ile birlikte Anıtkabir'e çıktı. 2008 yılının Ocak ayında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından gündeme getirilen üniversitelerde başörtüsü serbestisi önerisine muhalefet partilerinden MHP destek verirken, CHP şiddetle karşı çıktı. Anayasa değişikliği Şubat ayı başlarında Meclis'ten geçerken CHP, Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. 5 Haziran 2008'de Anayasa Mahkemesi CHP'nin talebini kabul ederek başörtüsü serbestisini engelledi. AKP, yeni mağduriyetini bulmuştu. Daha doğrusu, bu mağduriyetini ana gündem maddesi olarak kullanmaya başlamıştı. Halkı ayrıştırıyor, Allah ile kulun arasında siyaseti sokuyordu. Mart 2008’de yapılan CHP 32. Olağan Kurultayı öncesinde bir önceki dönemin grup başkanvekili, Samsun milletvekili Haluk Koç genel başkan aday adaylığını açıkladı. 26-27 Nisan 2008'de, Ankara'da yapılan 32. Olağan Kurultay'da aday adaylarından hiçbiri aday olabilmek için gerekli 253 imzayı toplayamayınca 1016 delegenin imzası ile seçimlere tek aday olarak giren Deniz Baykal genel başkanlık seçiminde 1105 oyun 1021'ini alarak onuncu defa CHP Genel Başkanı seçilmeyi başardı. 21 Aralık 2008 tarihinde Ankara'da toplanan CHP 14. Olağanüstü Kurultayı'nda program ve tüzük değişiklikleri ele alındı. 1994'ten bu yana kullanılan parti programı değiştirildi.
2011 Seçimleri
2009 yerel seçimlerine yaklaşılırken SHP genel başkanı Murat Karayalçın partisinin genel başkanlığından ayrılarak 5 Aralık 2008 günü CHP'ye katıldı ve partinin Ankara büyükşehir belediye başkan adayı olarak ilan edildi. 2009 yerel seçimlerinde il genel meclisindeki oy oranları itibariyle iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin oy oranı %7,8 düşerken, CHP, kazandığı %23,12'lik oranla 2007 milletvekili seçimlerine göre Türkiye genelindeki oy oranını %2,24 artırdı. CHP, özellikle İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerinde, seçimleri kaybetmesine rağmen, Necati Özkan tarafından yönetilen seçim kampanyasının etkisiyle, 2004'deki oy oranının üstüne %7,88 oy oranı ekledi ve geçen seçimlerde AKP ile olan farkı %16,4'ten %7,54'e indirdi. Bu sonuçların alınmasından sonra CHP İstanbul il başkanı Gürsel Tekin ve belediye başkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu parti içinde ve kamuoyunda daha çok ön plana çıktı. Yine aynı seçimde, büyükşehir belediyeleri arasında, AKP'li Antalya CHP'ye geçerken CHP'nin elindeki Trabzon ise AKP'ye geçti. Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye’de ve parti içinde yükselen bir değerdi. AKP yöneticiler, belediye başkanları ile katıldığı programlarda, AKP’nin yolsuzluk dosyalarını belgeleriyle gözler önüne seriyor, sıkı muhalefet yapıyordu. Kitlelerin umudunu halini almaya başlayan Kılıçdaroğlu’nun, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ.Melih Gökçek’i canlı yayında alt edişi, CHP içinde yeni bir kıvılcımın sinyali gibiydi. Seçimler yaklaşırken muhalefet partilerine operasyonlar düzenlenmeye başlamıştı. Medyada Meclis’te bulunan muhalefet partilerinin her gün bir başka olayı çıkıyordu. 22-23 Mayıs 2010 tarihlerinde toplanacak olan 33. Olağan Kurultay'a iki haftadan az bir süre kala genel başkan Deniz Baykal, yine bir CHP milletvekili olan Nesrin Baytok ile birlikte yer aldığı öne sürülen bir kaset ortaya çıktı. Metacafe.com adlı internet sitesinde 7 Mayıs 2010 günü yayınlanması sonucu, 10 Mayıs 2010 günü düzenlediği basın açıklamasıyla yaklaşık 15 yıl 8 ay sürdürdüğü CHP genel başkanlığı görevinden istifa ettiğini duyurdu. İstifadan iki gün sonra parti sözcüsü Mustafa Özyürek, Baykal'ın kurultaya katılmayacağını ve Baykal'ın gönlündeki ismin de herkesin olduğu gibi CHP grup başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu söyledi. Kılıçdaroğlu ise, istifanın ve Özyürek'in açıklamasının ardından, parti içi dengeleri gözeterek iki kez kurultayda aday olmayacağını söyledi. Baykal'ın istifasının ardından, Baykal'ın evinde çeşitli Merkez Yönetim Kurulu üyeleri ve milletvekilleri ile partinin geleceğinin konuşulduğu görüşmelerde genel sekreter Önder Sav, parti üyelerine Baykal'ı geri getireceklerini söyledi. Ancak Kılıçdaroğlu, kurultaya beş gün kala partinin hâlâ genel başkan adaysız kalmasından rahatsız olan birçok partilinin isteğini ve halkın desteğini göz önünde bulundurarak, 17 Mayıs 2010 tarihinde CHP grup başkanvekilliğinden istifa etmiş ve 33. Olağan Kurultay'da aday olacağını açıkladı. Sav'ın ardından, öncelikle diğer grup başkanvekilleri Kemal Anadol ve Hakkı Süha Okay'ın desteğini alan Kılıçdaroğlu; ardından sırasıyla 60 CHP milletvekilinin, 18 Mayıs günü Ağrı, Antalya, İzmir ve Samsun dışındaki 77 il başkanının ve 19 Mayıs günü de bu 4 il başkanının desteğini almıştır. 22 Mayıs'ta yapılan 33. Olağan Kurultay'da Kemal Kılıçdaroğlu 1249 delegenin 1200'ünün imzasıyla tek aday olarak seçime girdi ve kullanılan 1197 oyun geçerli olan 1189'unu alarak CHP'nin 7. genel başkanı oldu. Kurultayda dikkat çeken bir başka önemli hususta kamuoyunda "küskünler" olarak bilinen bazı eski sosyal demokrat ve sol görüşlü siyasetçilerin kurultaya katılması ve birlik mesajları vermesidir. Büyük halk kitleleri tarafından “Halkçı Kemal” lakabı takılan Kemal Kılıçdaroğlu, parti içindeki ve sol cephedeki küs kesimleri bir araya getirmiş, iktidar için yeni bir umut kaynağı olmuştu. Kılıçdaroğlu, 1 Haziran'daki ilk grup konuşmasından önce Tunceli bağımsız milletvekili Kamer Genç ile DSP milletvekili Emrehan Halıcı'ya parti rozetlerini taktı. 2 milletvekilinin de katılımı ile CHP'nin sandalye sayısı 99'a yükselirken bağımsız milletvekili sayısı 10'a düştü. 12 Eylül 2010 halkoylamasından sadece 4 ay önce genel başkan Kılıçdaroğlu; Genel başkan olduktan sonra yurt gezisine çıktı. Bu yurt gezilerinde halkın sorunlarını dinledi ve teşkilatını yerinde denetledi. Bu atmosferde halkoylamasında hazırlandı. Özellikle CHP olmak üzere muhalefet “Hayır-lı olsun” sloganı ile yola çıktı. Halkoylamasında Adalet ve Kalkınma Partisi'nin istediği sonuç çıktı. Anayasa değişiklikleri %58 oranla kabul edildi, Hayır oyları %42 de kaldı. 11 Kasım 2010 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, CHP'ye 2008 yılında Olağanüstü Tüzük Kurultayı'nda yapılan değişikliklerin uygulanarak yönetimin buna göre düzenlenmesi gerektiğini belirten bir yazı gönderdi. Bunun üzerine Kılıçdaroğlu Mayıs ayında seçilen Merkez Yönetim Kurulu'nu dağıttı. Yerine, tüzük gereğince Genel Başkan, Genel Başkan yardımcıları ve Genel Sekreter'den oluşan yeni MYK'yı açıkladı. Bu MYK'da Genel Sekreter Önder Sav'a yer vermedi. Böylece Önder Sav'ın 10 süren Genel Sekreterlik görevi son buldu. 17 Kasım 2010 tarihinde Parti Meclisi'nin yeniden seçilmesi için Olağanüstü Kurultay'a çağırdı. Yapılan PM seçiminde Önder Sav, Kemal Anadol, Hakkı Süha Okay gibi partinin önemli isimleri liste dışında kaldı. 2011 Genel Seçimlerinde iktidar olmak isteyen Kılıçdaroğlu 81 ilin tamamını gezerek rekor kırdı. Fakat seçimlerde CHP kısmi başarı sağlayarak bir önceki seçimlere göre oylarını 4 milyon arttırdı ve 25,98 oy alarak mecliste 135 sandalyeye sahip oldu. Ana muhalefet olarak kalmaya devam etti. Fakat CHP'den milletvekili seçilen Mustafa Balbay ile Mehmet Haberal'in tahliyelerinin reddedilmesiyle 28 Haziran'da Kılıçdaroğlu, CHP'nin basına kapalı grup toplantısından sonra bir açıklama yaptı. Açıklamada, "Halkın seçtiği milletvekillerinin yemin etmesine izin vermeyen, antidemokratik ve hukuk dışı uygulamaların parçası olmayacaklarını" ifade etti ve "Bu anlayış, ilke ve demokrasi inancıyla yeminleri engellenen milletvekili arkadaşlarımıza yemin etme yolu açılmadıkça, biz CHP milletvekilleri de yemin etmeyeceğiz." diye ekledi. TBMM'de yeni dönemin ilk oturumu ve yemin töreni 28 Haziran'da yapıldı fakat CHP, Genel Kurul'a katılmasına rağmen geçici meclis başkan olan Oktay Ekşi hariç diğer CHP'liler yemin etmedi. 8 ve 11 Temmuz 2011 tarihlerinde AK Parti ve CHP arasında yapılan görüşmelerin ardından iki parti anlaşmaya varınca CHP'li milletvekilleri, 11 Temmuz'da Genel Kurul'a "Egemenlik Milletindir" kokardıyla gelerek yemin ettiler. Türkiye’de demokrasi için, önce parti içi demokrasi diyen Kemal Kılıçdaroğlu, 30 Mart 2012 tarihinde yapılan olağanüstü kurultayda CHP tüzüğü yenilendi. Ön seçim zorunlu hale getirilerek örgütün milletvekili adaylarını belirleme gücü arttı. %33 kadın kotası getirilerek yönetimde kadınların etkin görev almasının yolu açıldı. %10 gençlik kotası ile gençlerin partide genç yaşlarda tecrübe almasının yolu açıldı. Kemal Kılıçdaroğlu, 17-18 Temmuz 2012 tarihinde yapılan 34. Olağan Genel Kurultayda 1164 oyun tamamını alarak yeniden genel başkanlığa seçildi.
2014 Yerel Seçimleri
Yıllarca muhalefette kalan Cumhuriyet Halk Partisi, iç çatışmaların, siyasi kavgaların ve sağ çizgiye yaklaşıyor eleştirilerinin gölgesinde 2014 yerel seçimlerinin hazırlıklarına, diğer partilere göre erken sayılabilecek bir tarihte başladı. İktidar partisinin, “Hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvet” skandalı ile çalkalanması üzerinden bir üst siyaset, alt siyaset olarak ise yerel bir çalışma ile il ve ilçelerin temel sorunlarını konu edindi. Muhalefet partileri, halkın alın terini korumak adına tarihi bir alt yapı çalışması yürüterek, ortak bir aday belirleme sürecine girişti. 16 Haziran 2014 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli TBMM'de düzenledikleri ortak basın toplantısıyla Ekmeleddin İhsanoğlu'nu çatı aday olarak göstereceklerini açıkladılar. Ekmeleddin İhsanoğlu; Türk bilim tarihi profesörü, diplomat, akademisyen ve yazardır. Türk kültürü, İslam Dünyası ve Batı Dünyası ilişkileri ve Türk-Arap ilişkileri hakkında değişik dillerde çok sayıda eseri vardır. Bilim ve eğitim tarihine katkı ve hizmetlerinden dolayı birçok ödülün yanı sıra Devlet Üstün Hizmet Madalyası sahibidir. 2004 ve 2014 yılları arasında Birleşmiş Milletler'den sonra ikinci büyük uluslararası örgüt olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın genel sekreterliğini sürdürmüştür. Ana muhalefet adayını belirleyip kamuoyuna açıkladıktan sonra, darbe anayasasının getirisi olan baraj sisteminde, barajı geçemeyen partilerden destek istemiştir. Muhalefetin adayı İhsanoğlu’na Demokrat Parti, Demokratik Sol Parti, Bağımsız Türkiye Partisi, Büyük Birlik Partisi, Liberal Demokrat Parti, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi, Devrimci Halk Partisi, Kadın Partisi, Doğru Yol Partisi, Hak ve Adalet Partisi ve Toplumsal Uzlaşma Reform ve Kalkınma Partisi destek vererek, 14 parti çatı aday altında birleşmiştir. Rakipleri; iktidar partisinin adayı olan, iktidar partisinin genel başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Halkların Demokratik Partisi eş genel başkanı Selahattin Demirtaş olmuştur. İhsanoğlu, demokratik ve mütevazı kişiliği ile diğer adaylara göre halk gözünde daha değer verilen bir aday halini almıştır. Öyle ki, başta Cumhuriyet Halk Partisi’ne ‘sağ görüşlü bir aday’ eleştirisinde bulunan sol kesim seçmen bile İhsanoğlu’nu desteklemiştir. Recep Tayyip Erdoğan, cami siyaseti güderken, İhsanoğlu dini ve kutsal mekânlarda röportaj dahi vermeyi uygun bulmamıştır. Seçim sloganı olarak 'Ekmek İçin Ekmeleddin' sloganını seçmiştir. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Sadi Güven 6 Mayıs 2014 günü yaptığı açıklamada, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin 29 Haziran 2014 Pazar günü başlayacağını, aynı gün adaylık başvurularının da başlayacağını ve başvuruların 3 Temmuz 2014 Perşembe günü saat 17.00'ye kadar devam edeceğini söyledi. Cumhurbaşkanı geçici aday listeleri 8 Temmuz 2014 Salı günü, kesin aday listeleri ise 11 Temmuz 2014 Cuma günü Resmi Gazete'de yayınlandı, kesin aday listelerinin Resmi Gazete'de yayınlanmasıyla birlikte propaganda dönemi başlamış oldu. Cumhurbaşkanlığı seçiminin yurt içinde yapılacak ilk oylamasının tarihi 10 Ağustos 2014, seçimin ikinci oylamaya kalması durumunda ise bu oylamanın tarihi, ilk oylamayı izleyen ikinci pazar günü olan 24 Ağustos 2014 olarak belirlendi. 10 Ağustos 2014 tarihinde gerçekleştirilen yurt içi oy verme işleminin başlangıç ve bitiş saatleri tüm Türkiye için 08.00 ile 17.00 olarak belirlendi. 25 Temmuz 2014 Cuma günü 17.00 itibari ile yurt dışı yerleşik Türk vatandaşları için gümrük kapılarında oy verme işlemi başladı. Oy verme işlemi 10 Ağustos 2014 tarihine kadar sürdü. İlk kez bu seçimde uygulanmaya başlanan yurt dışında yaşayan Türk vatandaşları için bulundukları ülkelerde oy kullanma tarihleri ise, ilk oylama için 31 Temmuz - 3 Ağustos 2014, seçimin ikinci oylamaya kalması durumunda ise, 17 - 20 Ağustos 2014 olarak belirlendi. Yurt dışı oy verme süreci 31 Temmuz 2014 günü Avustralya'da yerel saat ile 8.00'da başladı. 9 Ağustos 2014 tarihli toplam seçim bağışı miktarları ise: Recep Tayyip Erdoğan - 55.260.778 TL Ekmeleddin İhsanoğlu - 8.500.000 TL Selahalattin Demirtaş - 1.213.000 TL olarak belirlenmiştir.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda, yurt içi (normal ve cezaevleri), gümrük ve yurt dışında kayıtlı 55.692.841 seçmenden 41.283.627'si sandık başına gitti. Katılım oranının yüzde 74,13 olarak gerçekleştiği seçimlerde kullanılan oylardan 40.545.911'i (yüzde 98,21) geçerli sayılırken, 737.716'sı (yüzde 1.78'i) geçersiz sayıldı. Aldığı 21.000.143 oyla geçerli oyların %51,79'unu elde eden Recep Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti'nin 12. Cumhurbaşkanı seçildi. Diğer adaylardan Ekmeleddin İhsanoğlu 15.587.720 oyla %38,44, Selahattin Demirtaş ise 3.958.048 oyla %9,76 oranında oy aldı. 81 ilden 54'ünde Recep Tayyip Erdoğan, 16'sında Ekmeleddin İhsanoğlu ve 11'inde de Selahattin Demirtaş seçimi birinci sırada bitirdi. Erdoğan yüzde 80,57 oranıyla Rize'de, İhsanoğlu yüzde 67,94 oranıyla Kırklareli'de, Demirtaş da yüzde 83,17 oranıyla Şırnak'ta en yüksek oy oranına erişti. 970 ilçeden 663'ünde Erdoğan, 230'unda İhsanoğlu ve 77'sinde Demirtaş seçimi birinci sırada bitirdi.
ÖNSÖZ
“İttihat Terakki’den Günümüze Cumhuriyet Halk Partisi” adlı bu çalışmamda günümüzün Ana Muhalefet Partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurulmasını, kurulmasından önce yaşanan dönemi, İttihat ve Terakki Cemiyet ile olan bağlantısını ve partinin kurucu kadrolarını incelemiş bulunmaktayım.
Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Cumhuriyet Halk Partisi 91 yaşında olan, partinin sloganıyla “Dev çınar, yeni filiz” Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisidir. Partinin kökleri ve kurucu kadrosu, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne dayanır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1.Kurultayı 4-11 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi olarak kabul edilir. 1923 yılından 1950 yılına kadar tek parti olarak iktidarda kalmıştır, sonrasında 1950 seçimleriyle birlikte muhalefetteki yerini almıştır. Günümüze kadar koalisyon hükümetleriyle iktidara defalarca gelmiştir. Çalışmamda; CHP’nin kökleri, CHP’nin İttihat Terakki ile bağlantısı, Cumhuriyetin kuruluşu, devrimleri ve projeleri, seçim dönemlerinde yaptığı çalışmalar, değişen parti yönetimleri ve politikaları, ülkede yaşanılan darbelerden etkilenme payı ve seçim sonuçlarında elde ettiği kazanımlar yer almaktadır.
“İttihat Terakki’den Günümüze Cumhuriyet Halk Partisi” adlı tez konumu hazırlarken bana destek olan, 2014 Temmuz’unda kaybettiğim, rahmetli babam Göker Alkurt’a, biricik annem Nurhayat Doğan’a ve aileme, üniversitede tanıdığım ve tanımaktan onur duyduğum dostum Ebru Eren’e, Cumhuriyet Halk Partisi Aksaray Gençlik Kolları’na, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi yöneticilerine, Sayın Rahşan Ecevit’e, üniversite hayatımda derslerime giren, tez konumda bana yardımcı olan hocalarıma ve tez hocam, bana siyaseti ve siyasi tarihi bir kez daha sevdiren Doç. Dr. İsmail Akbal’a sonsuz teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ……………………………………………………………………………İ
İÇİNDEKİLER………………………………………………………………….İİ
GİRİŞ……………………………………………………………………………..1
BİRİNCİ BÖLÜM……………………………………………………………….4
1.1 İttihat Terakki’nin oluşumu…………………………………………………..4
1.1.1 Birinci Jön Türk Kongresi…………………………………………………5 1.1.2 İkinci Jön Türk Kongresi…………………………………………………..7 1.1.3 1908 Devrimi………………………………………………………………9 1.1.4 İkinci Meşrutiyet-1909 Kongresi ………………………………………..13 1.1.5 31 Mart Vakası…………………………………………………………...17 1.1.6 “Sopalı Seçimler" ve Bâb-ı Âli Baskını………………………………….19
1.2 İktidar partisi olarak İttihat ve Terakki Fırkası……………………………..23
1.2.1 I. Dünya Savaşı Yıllarında İttihat Terakki……………………………….27 1.3 İttihat ve Terakki'nin sonu………………………………………………….31 1.3.1 İttihat ve Terakki’den Karakol Cemiyetine……..……………………….33 1.3.2 Milli Mücadele Dönemi……………………………………………………
İKİNCİ BÖLÜM……………………………………………………………….37 2.1 Halk Fırkası’nın Kuruluşu………………………………………………….37 2.2 Mustafa Kemal Atatürk Dönemi…………………………………………...45 2.3 Türkiye’de Tek Partili Dönem……………………………………………..51 2.4 2.Dünya Savaşı Dönemi………………………………………....…………59 2.5 Çok Partili Hayata Geçiş…………………………………………………...63 2.5.1 1946 Genel Seçimleri……………………………………………………66 2.5.2 1950 Genel Seçimleri……………………………………………………69 2.5.3 1954 Genel Seçimleri……………………………………………………72 2.5.4 1957 Genel Seçimleri……………………………………………………75 2.5.5 1961 Genel Seçimleri……………………………………………………79 2.5.6 1965 Genel Seçimleri……………………………………………………82 2.5.7 1969 Genel Seçimleri……………………………………………………85 2.5.8 1973 Genel Seçimleri……………………………………………………87 2.5.9 1977 Genel Seçimleri……………………………………………………90 2.5.10 1983 Genel Seçimleri………………………………………………….100 2.5.11 1987 Genel Seçimleri………………………………………………….103 2.5.12 1991 Genel Seçimleri………………………………………………….105 2.5.13 1995 Genel Seçimleri………………………………………………….107 2.5.14 1999 Genel Seçimleri………………………………………………….110 2.5.15 2002 Genel Seçimleri………………………………………………….113 2.5.16 2007 Genel Seçimleri………………………………………………….115 2.5.17 2011 Genel Seçimleri…………………………………………………..117 2.5.18 2014 Yerel Seçimleri…………………………………………………...120
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM……………………………………………………………125
TARTIŞMA…………………………………………………………………....130
SONUÇ...………………………………………………………………………133
ÖZET...………………………………………………………………………...137 KAYNAKÇA...………………………………………………………………..139
KAYNAKÇA
Kitaplar Gökdemir, O. (2013) Cumhuriyet’in 90 Yıllık Çınarı CHP, Yakın Kitabevi, Türkiye
Turan, Ş. (2000) Kökeni Ulusal Direnişe Dayanan Bir Devrim Partisi Cumhuriyet Halk Partisi, Tüses Yayınları, Parti İçi Eğitim, Türkiye
Demir, H. (2005) Yeraltından İktidara İttihat ve Terakki Darbeler ve Suikastler Tarihi, Ozan Yayıncılık, Türkiye
Akbal, İ. (2014) Derin Cinayetler, Timaş Yayınları, Türkiye
Zürcher, E.J. (2003) Milli Mücadelede İttihatçılık, İletişim Yayınları, Çeviren Nüzhet Salihoğlu
Tunaya, T. İ. (2007) Türkiye'de Siyasal Partiler - Cilt 1, İletişim Yayınları, Türkiye Akşin, S. (1980) 100 Soruda Jön Türkler ve İttihat Terakki, Gerçek Yayınevi, Türkiye
Uluslararası Sosyal Demokrasi - Sosyalist Enternasyonal 21.Kongresi, (2000)
Ekşi, O. (2011), Türkiye’ye Sözüm Var, Literatür Kitabevi Yayınları, Türkiye
Ecevit, B. (2009), Ortanın Solu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Türkiye
Bardakçı, M. (2014), İttihatçının Sandığı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Türkiye
Tunaya, T. Z. (2000), Türkiye’de Siyasal Partiler - Cilt 3, İletişim Yayınları, Türkiye
Behram N. (2006), Darağacında Üç Fidan, Everest Yayınları, Türkiye
[1] Demir Halim, 2005, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 31 s. [2] Zürcher Erik Jan 2003, İletişim Yayınları, İstanbul, 33 s. [3] Zürcher Erik Jan 2003, İletişim Yayınları, İstanbul, 34 s. [4] Zürcher Erik Jan 2003, İletişim Yayınları, İstanbul, 36 s. [5] Zürcher Erik Jan 2003, İletişim Yayınları, İstanbul, 37 s. [6] Zürcher Erik Jan 2003, İletişim Yayınları, İstanbul, 37 s. [7] Zürcher Erik Jan 2003, İletişim Yayınları, İstanbul, 38 s. [8] Demir Halim, 2005, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 65-66 s. [9] Demir Halim, 2005, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 49 s. [10] Demir Halim, 2005, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 49 s. [11] Demir Halim, 2005, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 125 s. [12] Demir Halim, 2005, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 127 s. [13] Demir Halim, 2005, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 169 s. [14] Demir Halim, 2005, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 199 s. [15] Tunaya Tarık Zafer, 2000, İletişim Yayınları, İstanbul, cilt 3, 628 s. [16]Bardakçı Murat, 2014, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 27 s. [17] Akbal İsmail, 2014, Timaş Yayınları, İstanbul, 25 s. [18] Akbal İsmail, 2014, Timaş Yayınları, İstanbul, 62 s. [19] Gökdemir Oktay, 2013, Yakın Kitabevi Yayınları, İzmir, 25 s. [20]Gökdemir Oktay, 2013, Yakın Kitabevi Yayınları, İzmir, 178 s. [21] Gökdemir Oktay, 2013, Yakın Kitabevi Yayınları, İzmir, 29 s. [22] Gökdemir Oktay, 2013, Yakın Kitabevi Yayınları, İzmir, 32 s. [23] Ecevit Bülent, 2009, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 3 s. [24] Behram Nihat, 2006, Everest Yayınları, İstanbul, 13 s. [25] Behram Nihat, 2006, Everest Yayınları, İstanbul, 63 s. [26] Ecevit Bülent, 2009, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 39 s.